menu

Şüpheli Bir Ölüm - Esmahan Aykol

Yazan: A. Ömer Türkeş
Yayın Tarihi: March 24, 2012 17:30

Esmahan Aykol’un 2001 yılında “Kitapçı Dükkanı” ile başlayıp “Kelepir Ev”le(2003) sürdürdüğü “Kati Hirşel Polisiyeleri”nin üçüncüsü de yayımlandı; “Şüpheli Bir Ölüm”. Serinin ilk iki kitabı Almanca, Fransızca, İspanyolca, Yunanca ve Macarca olmak üzere beş dile çevrilmişti.

Yazıya, şimdiye dek Kati Hirşel polisiyelerini okumayanları düşünerek, kırklı yaşlarını süren bu bekar, hayat dolu, çekici, biraz da meraklı amatör “detektif”i tanıtarak başlıyorum. Hayatının büyük bir bölümünü Almanya’da geçiren Esmahan Aykol, oradaki “yabancı”lık halinden etkilenmiş olacak ki, romanını kurgularken tersine çevirmiş koşulları. İstanbul’da geçen hikâyenin merkezine bir Alman kadınını oturtmuş. Ama Kati pek yabancılık çekmiyor. Babası Alman faşizminden kaçarken Türkiye’ye sığınan Yahudi bilim adamlarından biriymiş. İstanbul Üniversitesi Ceza Enstitüsü’nü kuran, Avraham bey 1965’te ülkesine dönmüş. Kati’nin Türkçesi bu yüzden oldukça düzgün. İstanbul’da –Kuledibi’nde– polisiyse roman satan bir dükkân işletip sessiz sakin ve mutlu bir hayat sürdürüyor. Tek derdi bir sevgilinin yokluğu. İki de elemanı var. Pelin hikayelerde fazla bir rol oynamıyor, ama İspanyol vatandaşı eşcinsel Fofo, gerek merakı gerekse de İstanbul gecelerine düşkünlüğü sayesinde edindiği geniş çevresiyle, cinayet soruşturmalarında Kati’nin en büyük yardımcısı. Emniyet güçlerini ise Komiser Batuhan temsil ediyor.

Zenginlerin Dünyasında

Polisiye kitaplar satıcısı Kati, “Kelepir Ev”de film yıldızı arkadaşı Petra’nın –bir film çekimi için– Istanbul’a gelmesi ile dalmıştı gerçek suçlar dünyasına. Polislerin, sıradışı tiplerin, mafyoz aileler ve onların tuhaf ilişkilerinin, biraz aşk biraz erotizm kokan yakınlaşmaların, yanılgı, suçlama ve itirafların boy gösterdiği bu ilk macerasında hem Kati üstlendiği özel detekliflik işinin üstesinden gelmeyi, hem de Esmahan Aykol sevimli dili ve hızlı temposuyla romanını keyifle okutmayı başarmıştı.

“KelepirEv”de artık İstanbul’a iyice ısınmış ve İstanbul’un sorunlarıyla boğuşmayı öğrenmiş bir Kati vardı karşımızda. Kirasına yapılan zamma sinirlenip yeni bir ev ararken kendisini bir anda cinayetin ortasında bulmuş, mafya siyasetçi bürokrat ilişkileri ağından yakasını güçlükle sıyırmıştı.

Yeni romanı “Şüpheli Ölüm”de ilk iki macerada elde ettiği başarıların etkisiyle detektiflik konusunda kendine güveni tam. Fofo’yla gazeteden okudukları bir ölüm haberinin ardına düşüyorlar. Zengin bir ailenin oğluyla evli genç ve güzel bir kadın evinde ölü bulunmuştur. Her ne kadar cinayetten söz eden olmasa bile, Kati ve Fofo ölüm nedenindeki belirsizlikten hareketle kendi hesaplarına soruşturmaya girişirler. Attıkları her adım, orta halli bir taşra kızının Cinderella’yı aratmayan bir hikayeyi yarıda kesip boşanmaya kalkışmasının arkasında pek çok sırrın gizlendiğini göstermektedir. Kati, muammayı çözmek için Trakya bölgesindeki sanayi kuruluşlarının çevre katliamlarından Trakya Özgürlük Güçleri’ne, zengin ailelerin mahrem hayatlarından roman kahramanlarının yasak aşklarına kadar genişleyen nedenler zinciri içinden asıl halkayı bulmak için zenginlerin dünyasında dolaşmak zorundadır…

Hikaye ağırlıklı olarak zenginlerin dünyasına odaklanmakla birlikte, serinin ilk iki macerasına göre Kati’nin gözlemleri biraz daha toplumsallaşmış. Özellikle sanayi atıkları ve çevre kirliliğine geniş yer vermiş Esmahan Aykol. Ne var ki hikayenin bu bölümü cinayetle Dona Leon’un “Venedik Polisiyeleri”ndeki kadar başarılı değil; organik bir bütünlük kurulamıyor. Etnik ayrılık bahsine teğet geçen Trakya Özgürlük Güçleri de öyle.

Kati’nin asıl gözlemleri insanlarla ilgili. Zengin muhitlerine yaptığı gezilerde karşılaştığı insan manzaralarından da hoşnut değil, biraz alaycı, ama İstiklal caddesindeki kalabalıklara duyduğu öfke çok belirgin. Az sonra alıntılayacağım satırlarda da görüleceği gibi, Kati’nin izlenimleri bir Alman’ın bakış açısından çok –hani geçtiğimiz yıllarda Mine Kırıkkanat’ın makalesinden yansıyan- “Beyaz Türkler”in tiksintisini yansıtıyor.

“Pazar günlerine özgü erkek kalabalığından kaçıp bir cafe’ye sığınmıştık Naz’la. Her gün kalabalıktı Beyoğlu ama bu pazar erkekleri; İstiklal Caddesi’nde fink atan vinçleri, kamyonları ve greyderlerin gürültüsünü hayata dair tatlı bir enstantane gibi algılamamı sağlayacak kadar korkunçtu. Bir kere, asla yalnız başlarına takılmıyor, en az üçer kişilik gruplar halinde, yağmaya giden bir eski zaman ordusunun ruh hali içinde piyasaya çıkıyor, birbirlerinden güç alarak karşılarına çıkan her yaştan yalnız kadının başına bela oluyorlardı. Dış mahallelerden bindikleri otobüslerden Karaköy’de iniyor, bizim semtteki genelevlere geliyor, işleri bitince sokağın çıkışındaki hamamda yıkanıp, neşe içinde birbirleriyle itişip kakışarak bu kez de İstiklal Caddesi’ndeki kadınları seyre, tacize, terörize etmeye çıkıyorlardı.”

Atmosfer Eksikliği

“Şüpheli Ölüm”, Esmahan Aykol’un Kati Hirşel karakteri etrafında dönen polisiye serisinin kuşkusuz en iyisi. Önceki kitaplarda da dikkat çeken akıcı dilini ve neşeli anlatımını bu kitapta daha da ilerletmiş, hikayesiyle bütünleşen bir üslup kurmuş. Karakterler derinlikli olmasalar bile canlı, mizah duygusu yerinde, diyaloglar hareketli ve doğal. Ama ne yazık ki serinin genelinde kendisini hissettiren eksikliklerden “Şüpheli Ölüm” de payını alıyor; polisiye kurgusu zayıf, gerilim duygusu yetersiz. Eleştirdiğim bu noktaları biraz açmak istiyorum.

Eğer polisiye literatüründe “Whodonit” denilen, katilin kimliğini ve cinayet nedenini sonuna kadar saklayan bir tarzı benimsemişseniz, okuyucunuzla bir sözleşme imzalamışsınız demektir. Van Dine “Polisiyelerin 20 Kuralı”nı tam da bu nedenle kaleme almıştı. Elbette tanrısal kurallar değil, ama dikkate alınmalıdır. Ben daha basitleştireceğim; polisiyenin bu tarzında detektifle okuyucu olayı çözümlemek için eşit şansa sahip olmalıdır. Yazar delilleri saklamamalı, sıkıştığı yerlerde şapkadan tavşan çıkarmamalıdır. Kati Hirşel polisiyeleri, olayların çözüme kavuşma anlarından, yani final sahnelerinden sonra, tam da böyle bir his uyandırıyorlar. Belli ki okuyucusunu hikayeye katmayı düşünmemiş Aykol, ip uçları falan aramanız boşuna, cinayetlerin nedeni ve nasılı yalnızca yazar öyle istediği için oluyor ve bazen suçun ihalesi –bir polisiye için çok büyük bir zaaf olarak nitelenebilecek bir biçimde- öyküde hemen hemen hiç görünmeyen bir karaktere kalıyor. Bunun en önemli nedeninin Kati Hirşel karakterinin çok öne çıkması. Aslında böyle bir kurguya da ilkesel olarak karşı değilim. Ama bu durumda, roman kahramanının hayatı öne çıktığında, daha gerilimli bir hikaye beklentimiz başlar. Oysa Kati ve Fofo, o kadar steril mekanlarda dolaşıyorlar ki, başlarına bir şey gelebileceğinden kuşku duymak için hiçbir neden yok. Kati, olayların o kadar dışında, o kadar izleyici pozisyonunda ki, -dükkanda işler yolunda gittiğine göre- yegane kaygı uyandıran şey, Kati’nin aşk hayatı oluyor.

Polisiye öykülerin gerçekdışılığına hazırsınızdır. Böyle vakaların gündelik hayat içinde gerçekleşme şansı neredeyse hiç yoktur. Hatta, enteresan bir adli vaka ile karşılaşıldığında, gazeteler "polisiyelere taş çıkartan bir olay" tarzında klişelere başvururlar, yani, polisiye hikayeler yaşamdan alınmaz, "yaşam sanatı taklit etmektedir". Kati Hirşel dizisindeki hikayeler de böyle hikayeler. Ne var ki, eskini polisiyelerini polisiye yapan tedirginlik duygusu yok olup gitmiş, çünkü, polisiye metinlerde atmosferi yaratan ayrıntılar, Kati’nin hayatına odaklanan hikayenin hızlı akışı içerisinde ya kaybolup gidiyor veya hiç göz önüne alınmıyor. Oysaki ayrıntılar en az öykü kadar önemlidir, metin içerisindeki ayrıntıların, ortamın, davranışların tasvirindeki gerçeklik tedirginleştirici ve gerilim yaratıcı bir işlev görür. Adorno'nun bir cümlesini ödünç alıp anlatmak istediğim konuya uyarlıyayım; "bu dünyanın insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür".

Polisiye romanın ruhu yarattığı atmosferdedir. O atmosferi yaratmak için, daha ilk örneklerinden başlayarak, polisiye edebiyat suç mekanlarının, burjuva evinin, kentin, kent varoşlarının en başarılı ve çarpıcı tasvirlerini yapmıştır. Sadece Edgar Alan Poe’nun “Morg Sokağında Cinayet”ini, Eugene Sue’nun “Paris’in Esrarını” hatırlatmakla yetineceğim. Günümüzde ise İskandinav polisiylerinin mekan tasvirlerinden aldıkları desteği eklemeliyim. Esmahan Aykol’sa, İstanbul’un pek çok yazara ilham veren ürpertici kent dokusunu hemen hiç kullanmıyor. Evet semt, sokak, kafe isimleri geçiyor hikayede, ama Kati’nin sokakların çamurundan başka bir derdi yok.

Mekan ve insan tasvirlerini kamera çekimlerine bırakıldığı sanki bir polisiye dizi senaryosu gibi yazılmış Kati Hirşel maceraları. Bu Türkiye’de de giderek kök salan bir eğilim. Şimdilerde pek çok ülkede benzer bir anlayışla yüzlerce polisiye dizi yazılıyor. Edebiyatın içine değil, kültür endüstrisinin edebiyat alanına, bir öykü etrafındaki düşünsel, dilsel, imgesel, metinsel güzelliklere değil bizzat öykünün kendisine, olay örgüsüne çekiliyoruz. Sözünü ettiğim senaryocu anlayışla üretilmiş seriler doğrusu beni hiç de meraklı bir beklentiye sokmuyorlar. Birbirlerini öylesine tekrarlıyorlar ki, hikayeleri, entrikanın örülüşü, katiller, polisler, iyiler, kötüler sterotipleşiyor.

İnsanlar TV dizilerinin ve Holywood sinemasının görsel diline ve edilginleştiriciliğine alıştıkça zahmetli yazma ve okuma törenlerinden kaçınmaya başladılar. Kati Hirşel dizisi de boş zamanlarında hoşça zaman geçirmek isteyen okurlara hitap ediyor. Aslında hakkaniyetli olmak ve bu diziyi içinde cinayet de barındıran eğlenceli macera romanları biçiminde değerlendirmek gerekirdi. Bu açıdan baktığımızda Esmahan Aykol’un seçtiği okuyucunun beklentisini boşa çıkarmadığını söyleyebilirim.

Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları
Etiketler:
Esmahan Aykol
Kati Hirşel
Şüpheli Bir Ölüm
Kitapçı Dükkanı
Kelepir Ev

Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ KİTAPLAR

Nopic Nopic Nopic

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic

İLGİLİ KARAKTERLER

Nopic