menu

Kadınlara Göre: Suç Edebiyatında Kadın Yazarlar

Yazan: Tülay Güneş Kılıç
Yayın Tarihi: March 07, 2010 16:20

(CinaiRoman Geleneksel "Kadınlar Günü" Yazıları I)

Rex Stout eksantrik detektifi Nero Wolfe’u, “Benim evime, benimle aynı çatının altına bir kadın yerleştirmeyi nereden akıl ettiğini sorabilir miyim sana?!” diye bağırttıktan yirmi yıl sonra modern polisiye edebiyatın ilk kadın özel hafiyesi Cordelia Gray okuyucuların karşısına çıkar. P. D. James romanına Kadınlara Göre Değil adını verirken kitabın kahramanı genç kıza da kişiliğini göstemek istercesine renksiz bir soyadı yakıştırır. Kimsesiz Cordelia henüz yirmili yaşlarının başındayken, ortağının intihar etmesinin ardından kendini detektiflik bürosunun sahibi olarak bulmuştur. Genç kız kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışan, içine kapanık biridir. Fakat tüm tecrübesizliği ve çekingenliğine karşın aynı zamanda cesur ve inatçıdır da. Borçlara ve “Herhalde sen de kendine yeni bir iş arayacaksın. Detektiflik bürosunu kendi başına yürütecek değilsin ya. Kadınlara göre bir iş değil bu.” diyenlere rağmen hiç müşterisi olmayan ajansı açık tutmaya kararlıdır.

Cordelia Gray, ‘sert adam’ların dünyasına giren ilk kadın değildir elbette. Yakın zamana kadar suç edebiyatı erkeklerin, maceradan maceraya koşan hemcinslerini yazdıkları bir tür olarak görüldü. Edgar Allan Poe’dan başlayıp, Arthur Conan Doyle, sonrasında Dashiell Hammett ile devam eden kronolojiler oluşturuldu. Ama edebiyat tarihine bakıldığında, türün doğmasında ve geliştirilmesinde erkekler kadar en az kadınların da büyük rolü olduğu görülür.

Detektif Edebiyatının Anaları

Suç öğelerine hemen her türlü kitapta rastlanılmasına rağmen genel olarak kabul edilen suç edebiyatının 19. yüzyıl başlarında doğmuş olduğudur. Bundan bir asır önce, bugünkü korku ve polisiye edebiyatlarının atası olarak bilinen gotik romanlar ortaya çıkar. Ürkütücü ve karanlık bir atmosfer, dehlizlerle dolu şatolar, şeytansı kötülüğe karşı mücadele eden naif kahramanlar türün belli başlı özelliklerindendir. Horace Walpole’un 1764 yılında yazdığı The Castle of Otranto, genellikle “ Karanlık ve fırtınalı bir geceydi...” diye başlayan bu romanların ilki olarak kabul edilirken, bundan yirmi iki sene sonra bir kadın yazarın klasik gotik elementlerini kullanarak yazdığı The Mysteries of Udolpho türün en önemli eserlerinden biri sayılır. Romanda dünyada yapayalnız kalmış öksüz ve masum bir genç kızın, tehlikeli ve kötü bir adama karşı koymasını anlatılır. Felsefi anarşizmin ilk temsilcilerinden İngiliz William Godwin’in 1794’te basılan romanı Caleb Williams bazı eleştirmenlerce suç edebiyatının ilk örneği olarak gösterilirken, kızı Mary Shelley Frankenstein (1818) ile gotik edebiyatın belki de en ünlü romanını yazar. Modern detektif hikayelerinin kurucusu Edgar Allan Poe da eserlerinde bolca grotesk öğeye yer vermekle beraber eski sabıkalı, sonraları Paris’te ilk emniyet gücünü kuran renkli kişilik Eugéne-François Vidocq’un 1828’de yayınlanan anılarından çok etkilenir.

Zeki ve romantik kahramanlar yavaş yavaş sahneye çıkma hazırlıkları yaparken gotik edebiyat yerini heyecanlı duygusal romanlara bırakmak üzeredir. Bu sansasyonel romanlar suçu karanlık ve ürkütücü şatolardan çıkarıp okuyucunun yanıbaşına getirirler. Bu dönemde kadın yazarlar peşpeşe eserler verirler. Suçun ve suçluların bir kadın tarafından anlatılmasını pek tasvip etmeyen yayıncılar bu kitapları basmakta gönülsüzdür. Dönemin ünlü yazarı Nathaniel Hawthorne ise, “Çalakalem yazan şu kahrolası kadınlar!” diyerek tepkisini dile getirir. Öte yandan kadınlar yazmaya, okuyucular da hevesle bu kitapları almaya devam ederler. İngiliz Mary Elizabeth Braddon 1862 yılı basımlı Lady Audley's Secret’ta yoğun bir romantizm ile birlikte detektiflik kurgusu ve psikolojik gerilim öğelerine yer verir. Bundan beş yıl sonra ise Seely Regester, Dead Letter isimli romanı ile okuyucuların karşısına çıkar. Kitap her ne kadar bir Amerikalı kadın tarafından yazılmış ilk detektif romanı olma özelliği taşıyorsa da bu paye 1878’de yazdığı The Leavenworth Case ile Anna Katharine Green’e verilir.

Beyazlı Kadın ile sansasyonel akımın en önemli eserlerinden birini vermiş olan Wilkie Collins, yaklaşık on yıl sonra basılan, gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı Aytaşı’yla detektif romanları yazarı ilk İngiliz olur. Yakın arkadaşı Charles Dickens, Kasvetli Ev’de işçi sınıfından sade polis müfettişi Bucket’ı yaratmış olmasına rağmen amacı muammadan çok toplum sorunlarını yansıtmaktı. Aytaşı’nın yayınladığı yıl Amerikalı genç bir yazar da altı senedir üzerinde gizlice çalıştığı romanını bitirmek üzeredir. Sıra daha Arthur Conan Doyle’a gelmeden, 1878’de ilk Sherlock Holmes hikayesinin yayınlanmasından dokuz yıl önce, The Leavenworth Case : A Lawyer’s Story basılır. Babasının ceza avukatı olması dolasıyla suç ve hukuk dünyasına yabancı olmayan Anna Katharine Green, bu kitabı ile birlikte detektif romanlarının anası olarak anılır.

Anna K.’nın detektif Bucket karakterinden esinlenerek oluşturduğu polis memuru Ebenezer Gryce süper kahraman olmaktan ziyade sade biridir. Roman zengin bir tüccarın evindeki kütüphanede ölü bulunmasıyla başlar, şüpheliler tüccarın iki kızkardeş yeğenleri üzerinde toplanır. Günümüze dek bir milyondan fazla satan kitap, entrikanın zekice ve karışık olmasının yanı sıra; adli tabip soruşturması, bilirkişi görüşleri, suç mahallinin şeması, sonradan değiştirilen mektup gibi gibi öğelerle klasik detektif romanlarının öncülüğünü yapar. Cinayetleri somut kanıtlar altında çözen ilk polisiye seri roman kahramanı olan polis memuru Gryce’ın ilk davasından yirmi yıl sonra bir yardımcısı olur. Başkalarının işine burnunu sokan, meraklı yaşlı kız Amelia Butterworth kendisinden sonra gelecek olan Dr. Watson veya Yüzbaşı Hastings gibi küçümsenecek biri olmanın tersine zekası ve kadınca sezgileriyle saygı uyandırıcıdır. Yirminci yüzyılın ilk onlu yıllarında kadınların toplumdaki statüsü büyük değişimler geçirirken Anna K. , Violet Strange ile adalet duygusu gelişmiş, zeki ve atak bir kadın detektif yaratarak bir ilke daha imza atar.

Bir diğer öncü, ekonomik zorluklar yüzünden hikaye ve roman yazarlığına başlayan Mary Roberts Rinehart ise zamanının tipik kadın kalıplarının dışına çıkmak için büyük savaş vermektedir. 1908’de çıkan romanı Ölüm Merdiveni dünya çapında tanınmasını sağlayacaktır. Kitap zamanında büyük ses getirmiş ama artık birkaç duygusal gerilim yazarı haricinde tümüyle bırakılmış olan, “baştan bilseydim” akımını doğurur. Ünlü polisiye klişesi “Katil uşak!” terimininin de yaratıcısı Mary R. Rinehart, öldüğü zaman kitaplarının satışı on milyonu aşmıştı. Bu yazarlara içerdikleri yoğun romantizm ve ağdalı dil yüzünden günümüz polisiye okurları pek rağbet göstermezler.

Ölüm Merdiveni’nin çıkışından bir sene sonra, Macar asıllı İngiliz yazar Barones Orczy’nin bir dergi için yazdığı hikayeleri, The Old Man in the Corner adı altında toplanarak kitaplaştırılır. Bir kafede oturduğu köşe masadan olayları çözen, adı hiç verilmeyen bu yaşlı adam, sonraları Rex Stout’un Nero Wolfe ve Lawrence Block’un Chip Harrison karakterleri için örnek teşkil edecektir. Barones Orczy İngiltere’de kadınların polis memuru olmasından önce yazdığı Lady Molly of Scotland Yard ile bir kadın polis karakteri kurgular. Aslında yıllar önce, kadın ve suç çözmenin ilginç bir tezat oluşturacağı düşünüldüğü içindir ki; ‘Hanım Detektif” alt başlığı altında birçok kitap yazılmıştır. Getirilen açıklama ise, “Eğer bir erkek detektife talep varsa yanında ona yardımcı olacak bir kadın da bulunmalıdır. Erkeklerin kulak misafiri olamayacağı durumlarda kadınların çok daha başarılı olacağını okuyucu kuşkusuz anlayacaktır.” şeklindedir.

Altın Çağ'ın Altın Kızları

Arthur C. Doyle, bilimsel yetiler ve analitik bir zekayla donattığı metodik detektifi Sherlock Holmes ile detektiflik kurgusuna ölümsüzlük kazandırmışken, polisiye edebiyatı en verimli dönemini 1920- 30 yılları arasında İngiltere’de yaşar. Altın Çağ diye adlandırılan bu zaman diliminde bir dizi analiz ve tümevarım içeren detektif ve muamma romanlarının sayısı artarken; ‘kim yaptı’, ‘kapalı oda’ veya ‘salon polisiyeleri’ ağırlıktadır. Yazarlar kendi aralarında özel bir kulüp kurarak kesin çizgilerle sınırlanmıs bir takım kurallar belirlerler. Agatha Christie bu katı kuralları Roger Ackroyd Cinayeti ile bozar ve büyük tartışmalara yol açar.

Dönemin erkek yazarları tamamen unutulmuşken ön plana dört kadın yazar çıkmaktadır. ‘Polisiye Edebiyatının Kraliçeleri’ olarak adlandırılan bu dörtlü; İngiliz Agatha Christie, Dorothy L. Sayers, Margery Allingham ve Yeni Zelandalı Ngaio Marsh’dan oluşur. Sonraları bir beşinci isim, İskoç Josephine Tey de bu kraliçeler arasında sayılacaktır. Kuşkusuz içlerinden en ünlüsü, kitapları hemen hemen her dile çevrilmiş olan Agatha Christie’dir.

Sherlock Holmes ve feminist detektiflerin ilk çıktığı yetmişli yıllar arasında sayısız kadın polisiye yazarı olmasına rağmen çoğu kitaplarına kahraman olarak erkekleri seçer. Erkek yazarlar ise kitaplarında kadınları, ya meraklı yaşlı kızlar ya da esas oğlana yardımcı olması için seçilen genç ve güzel kadınlar olarak gösterirler. Öte yandan Agatha Christie yumurta kafalı, komik bıyıklı özel detektif Hercule Poirot; Dorothy L. Sayers canı sıkıldığı için cinayetler peşinde koşan züppe soylu Lord Peter Wimsey; Margery Allingham maskara snop Albert Campion; Ngaio Marsh bir baron oğlu olan polis müfettişi Rodderick Alleyn ve Josephine Tey Scotland Yard’tan hüzünlü Alan Grant karakterleriyle detektiflik kurgusuna unutulmaz erkek kahramanlar armağan ederler. Bunlardan en popüler olan ilk üçünün Holmesvari feminen özellikler taşıması dikkat çekicidir.

Günümüz polisiye yazarı feministlerin Agatha Christie’ye çok şey borçlu olduklarını söylemek yanlış olmaz. Kitaplarında Miss Marple ve Ariadne Oliver gibi yaşlıların haricinde, Anne Beddingfield, Lady Eileen Brent (Bohça) ve Emily Trefusis ile zeki ve genç kızlar da merkezi rollerde yer aldı. Christie özellikle Miss Marple hikayelerinde toplumun kadına bakış açısını belirgin bir şekilde verir. Dönemin kadınlarından beklenen iyi bir eğitim görüp çalışmak yerine, fiziksel görünüşlerine dikkat edip mutlu aşkı yakalamalarıdır. Popülerlikte Poirot’nun ardından gelen Miss Marple’ın yalnız gözleri ve kulakları değil, zekası da keskindir. İnsanların yaptığı hemen hiçbir şey onu şaşırtamaz. Zira küçük bir köyde yaşamasına rağmen hayat deneyimi fazladır, insan kişiliklerinin belli başlı birkaç prototipten oluştuğunu, dolayısı ile orta hizmetçisi Glayds’in yaptıklarının rahatlıkla bir leydiye de uyarlanabileceğini düşünür.

Dorothy L. Sayers türe önemli yenilikler getiriren yazarlardandır, özellikle son kitaplarında yalnızca ‘kim yaptı?’yı değil, ‘nasıl, neden yaptı?’ sorularını da sorar. Sayers önceleri iyi bir detektif romanının giriş, gelişme ve sonuçtan ibaret olması gerektiğini düşünür ve ikincil karakterlerin işlenişine pek önem vermez. Ona göre bir detektif amatör de olsa cinayetin peşinde koşmalıdır, aşk gibi saçmalıklarla vakit harcamamalıdır. Suçluları yakalamak ise erkeklerin işidir, o kadar deneyimli ve mesleğinin erbabı erkek hafiyeler boş oturmuş beklerken cinayetleri çözmek genç kızların haddi değildir. Fakat sonraları kendisiyle çelişkiye düşecek ve Lord Wimsey’in yanına ondan daha akıllı bir kadın katacaktır. Okuyucuların karşısına ilk kez Şüpheli Kadın ile çıkan Harriet Vane bohem bir hayat yaşadığı için toplum tarafından tasvip edilmeyen bağımsız ve güçlü bir kadındır.

İki büyük savaş arasında üst-orta sınıf İngilizler, çaydanlıktaki suyun geç kaynamasından katilin bulunduğu muamma romanları ile avunurken; Amerika’da S.S. van Dine, Ellery Queen ve ‘kapalı-oda’ türünün ustası, bir İngilizden daha İngiliz J. D. Carr akımın yeni kıta ayağını oluştururlar. Amerikalı kadın yazarlar Phoebe A. Taylor ve Craig Rice ise katilin kim olduğunu eğlenceli bir dille, okuyucularını güldürerek yazmayı tercih ederler. Ancak tüm bu üretken yazarlara rağmen Amerika’da femme fatale sarışınlarla dolu ucuz romanlar daha popülerdir.

I. Dünya Savaşı sonrası Amerika büyük depresyon sonrası doğan ekonomik zorlukluklar, yolsuzluk ve politik çalkantılarla sarsılmaktadır. Dashiell Hammett adını hiç vermediği şişman hafiyesi Continental Op ile kült bir kahraman yaratır. Hammett kimi eleştirmenlerce gerçekçi polisiye olarak da nitelendirilen ‘katı detektif’ akımın öncüsü olurken Arthur C. Doyle ile birlikte modern polisiye edebiyatının babası kabul edilir. Sonraları özel hafiyeler Philip Marlowe karakteriyle Raymond Chandler ve Lew Archer ile Ross MacDonald türün en önemli isimlerinden olurlar. Acımasız sokakların yalnız kovboylarını anlatan bu yazarlar toplumun dışında kaldığını düşündükleri klasik polisiyelere karşı alaycı bir yaklaşım içerisine girerler ve her vesilede bunu vurgularlar. Hammett, yaratıcısının S.S. van Dine olduğu, türün belki de en antipatik detektifi züppe Philo Vance için, “İngilizce konuşmasını bile bilmeyen kız kılıklı detektif parçası” derken, Ellery Queen’e de sataşmaktan geri kalmaz ve bir makalesinin başlığını, “Bay Queen, sakıncası yoksa kahramanınızın cinsel tercihini söyleyebilir misiniz, eğer varsa tabii?” şeklinde atar.

Sert hafiyelerin ‘kötülük her yerde bulunur, özellikle kırmızı rujların ve rimelli gözlerin altında’ felsefesi bu romanlarda kadınların rolünü önceden belirler. Edebiyat tarihinin en seksist karakterlerinden Mike Hammer’ın peşinden bütün kadınlar koşarken o ağzının ucundan sarkan sigarasıyla gözünü bile kırpmadan kurşunu kötü kadının midesine gömmekte tereddüt etmez. Kadın yere yavaş yavaş yığılırken sorar; “Nasıl yaptın?”, Mike’ın yanıtı ise kısaca “Kolaydı.” olur. Oysa Sam Spade ve Philip Marlowe gibi hafiyeler duygularını alaycı bir maske altında saklarken asla bu kadar acımasız değildirler. Hammett İnce Adam’da alkolik detektif Nick Charles kadar karısı Nora’yı da polisiye edebiyatının unutulmaz karakterleri arasına sokar. Edebiyat eleştirmenleri tarafından kocası Ross MacDonald ile aynı derecede önemli bir yazar olarak gösterilen Margaret Millar ne yazık ki okuyuculardan aynı ilgiyi görmedi. Yazmaya eşinden daha önce başlayan Margaret Millar, insanın en temel korkularına seslenen psikolojik polisiye romanlarına ağırlık verdi.

İkinci Dalga Kraliçeler

Patricia Highsmith, Ruth Rendell ve P.D. James suç edebiyatının ikinci dalga kraliçeleri olarak adlandırılırlar. Bloody Murder’da kadın yazarların önemini tamamen yadsıdığı icin maskulin olmakla suçlanan Julian Symons’a göre; Patricia Highsmith dönemin en güçlü suç edebiyatı yazarıdır. Polisiyede keskin ayrımlardan bahsedecek olursak, Agatha Christie için güven verici, Highsmith’e ise tedirgin edici diyebiliriz. Patricia Highsmith kadınların naif yazdığı önyargısını tamamen değiştirirken klostrofobik psikoloji gerilimleriyle öne çıkar. Tom Ripley’nin kişiliğinde suçlu kahraman figürünü yaratırken suç işlendikten sonra duyulan vicdan azabı veya adaletin yerini bulacağı gibi ahlakçı bir düşünceyi benimsemez. Suç romanlarındaki diğer erkek kahramanlar zayıf karakterli, umutsuz, intihara yatkın veya psikopat gibi özelliklerle verilirken Edith’in Güncesi dışında kadın karakterler daha çok ikinci rollerde görülür; ya hesapçı ve manipulatif ya da Ripley’nin karısı Heloise gibi tamamen vurdumduymazdırlar.

Öte yandan Ruth Rendell’ın işlediği cinayetler yanında kâr kalan Tom Ripley gibi bir karakteri yazacağını düşünmek güçtür. Her ne kadar geride kalan masumlar eski yaşamlarına geri dönemeseler bile Rendell, adaletin insan eliyle veya tanrı tarafından mutlaka yerine getirilmesini ister. Ruth Rendell psikolojik gerilimlerinde ironik bir tarz ile monotonluğun öldürülüğücünü ve trajedilerin önemsiz gibi görünen küçük noktalardan doğuşunu anlatır. Taştan Hüküm’de ‘eğer’lerin önemi görülür. Eğer Coverdale ailesi Eunice’nin problemlerinin daha once farkına varsaydı... eğer Eunice’nin televizyonu bozulmasaydı... eğer Eunice Joan Smith ile tanışmasaydı... Barbara Vine takma adıyla yazdığı kitaplar, ‘eski günahların gölgesi uzun olur’ temalı olup, sıradan insanların normal yaşamlarını sürdürürken ya bir cinayete kurban gitmesini ya da bir cinayet işlemesini anlatır. Genelikle bu cinayetler önceden tasarlanarak değil, kaza sonucu ortaya çıkar. Detektif serisinin kahramanı Başmüfettiş Wexford, elli iki yaşında, mutlu bir evliliği olan ve kendini iki kızına adamış biridir. Holmes’un yeteneklerine sahip değildir ama babacan detektif insan karakterinden iyi anlar. Wexford’a göre hiçbir insan öldürülmeyi hak etmiyorsa da cinayetin en büyük sebebi yine kurbanın kendisidir.

P. D. James’in romanları detektif kurgusunun tüm özelliklerini taşımakla beraber detaylara verdiği önem ve derin karakter çizimleriyle, Agatha Christie gibi yazarların yalnızca diyaloglardan kurulu yazım stilinden ayrılır. Bazı eleştirmenlerce 19. yüzyıl yazarlarına benzetilip, bir polisiye roman için fazla uzun yazdığı iddia edilse de kitaplarının başarısı ve farkı buradan gelir. Scotland Yard polis müfettişi ve profesyonel bir şair olan Adam Dalgliesh ve özel detektif Cordelia Gray seri detektif romanlarının iki ana karakterleridir. Kadınlara Göre Değil ile büyük ses getiren Cordelia Gray serisi yalnızca iki kitapla sınırlı kalırken, otoriteyi temsil eden Adam Dalgliesh’ın maceraları sürmektedir.

Bıçkın Kadın Hafiyeler

Seksenli yıllarda feminist hareketlerinin çoğalmasıyla birlikte polisiye romanlarda kadın özel detektifler patlaması yaşandı. Bu akımın öncülüğünü Marcia Muller, Sara Paretsky ve Sue Grafton yaptılar. Cordelia Gray bu yolu önceden açmış olmasına rağmen Sara Paretsky kahramanı V.I. Warshawski ile yerleşmiş kalıpları yıkar, kadınların da acımasız sokakların dilinden anlayabileceğini gösterir. Şeytan zekalı Warshawski alaycı ve güçlü bir kişiliğe sahiptir. İlişkilerinde mantığı asla elden bırakmaz ve sevgili bile olsa erkeklere güvenilmeyeceğini düşünür. Sara Paretsky, 1986 yılında kadın polisiye yazarları, okurları, yayınevleri, ajanslar, kitapçılar ve kütüphanecilerden oluşan ‘Sisters in Crime’ adında bir organizasyonun kuruculuğunu yaptı. “Polisiye dalında kadınlara yapılan ayrımcılığa karşı mücadele etmek, bu haksızlığın iyileştirilmesi konusunda yayıncıları ve toplumu eğitmek, kadın yazarların türe yaptıkları katkının farkında olunmasını ve profesyonel anlamda kazanmalarını sağlamak” misyonuyla yola çıkan Sisters in Crime şu an 46 ülkeden 3600 üyeye sahiptir.

Alfabe serisi milyonlar satan Sue Grafton’un, nasihat dinlemeyen inatçı kahramanı Kinsey Millhone ‘yeni kadın’ın sembolü olur. Kinsey çoğu çetin ceviz kadın detektifler gibi kimsesizdir. Polis memurluğu yaparken istifa eder ve kendi özel detektiflik bürosunu açar. Garajdan dönüştürülmüş küçük bir evde yaşar, eski bir volkswageni ve her türlü ortamda giyebileceği siyah bir elbisesi ile minimalist bir yaşam tarzı vardır. İki kere boşanmış olan Kinsey, dönem dönem sevgilileri olsa bile bağımsızlığından ödün vermez. Seri boyunca yorulmadan insanlara sorular sorar, saatlerce kapı önlerinde nöbet bekler, artık bu işin çözülmesi zor denildiği anda, bir klasik detektif romanında olduğu gibi ansızın her şey yerli yerine oturur. Serinin okuyucuları Kinsey’in olayı çözerken dayak yiyip yemeyeceğinin yanında, ev sahibi Henry ve kardeşleri, Macar restaurantının sahibi Rosie gibi karakterlerin ne yaptığını da merak eder.

1990’da bir yazar altı senedir yayınevleri tarafından geri çevrilen romanı üzerinde son değişiklikleri yapmaktadır; konuyu o sıralarda kamuoyunun yoğun ilgisini çeken bir seri tecavüz vakası ile değiştirirken merkeze de kadın doktoru yerleştirir. Çıkar çıkmaz satış rakamlarını alt üst eden, belli başlı bütün polisiye ödülleri alan Otopsi, yazarı Patricia Cornwell’e büyük ün kazandırmasının haricinde suç edebiyatında yeni bir çığır açar. Kadın doktorların seri katiller peşinde bir polis detektifi gibi hareket ettikleri, yaptıkları otopsilerin en ince detaylarına kadar anlatıldığı adli tıp polisiyeleri çok tutulur. Cornwell’in kahramanı, Adli Tabip Şefi Dr. Kay Scarpetta üst-orta sınıfa mensup, cumhuriyetçi, FBI hayranı, yeğeni Lucy’e çok düşkün ve canı sıkıldıkça yemek yapan orta yaşlı çekici bir kadındır. Adli tıp sekreterliği, bilgisayar operatorlüğü gibi çeşitli işlerde çalışmış olan biseksüel yazar, Scarpetta ve yeğeni Lucy karakterlerinde kendisini yansıtır. Aynı şekilde Kathy Reichs kahramanına kendi özelliklerini yakıştırmaktan kaçınmaz. Adli antropolog olan Reichs’in kahramanı Tempe Brennan,Pazartesi Cinayetleri’nde bilirkişi olarak katıldığı bir mahkemede uzmanlığına ait bir soruya sayfalarca yanıt verirken yazarın anlattığı kendisidir. Bir diğer kadın doktor yazar Tess Gerritsen ise seri polisiyelerinde ana karakter olarak iki kadını birden alır. Serinin ilk iki kitabında hırslı polis detektifi Jane Rizzoli’ye daha çok yer verirken, sonraları adli tabip Maura Isles üzerine yoğunlaşır. Türün çoksatan yazarlarından Karin Slaughter doktor değildir ama kahramanı Dr. Sara Linton ile bunu giderir. Diğerlerine oranla daha fazla şiddet unsuruna yer veren yazar, çocuk tacizi, tecavüz gibi rahatsız edici konuları ele almaktan kaçınmaz.

İskoç polisiyeci Ian Rankin’e göre eğer bir kadınsanız ve vahşi ayrıntılarla dolu kitaplar yazıyorsanız satmamanız mümkün değildir, çünkü trend bu yöndedir. Rankin’in bu sözlerine ilk karşı çıkan vatandaşı Val McDermid olur. “Hiçbir erkeğe neden şiddet konularını ele alıyorsunuz diye sorulmaz. Ama nedense yazan kadın olunca dikkat çekiyor.” dedikten sonra devam eder, “Sonuçta kadın erkek fark etmez. Eğer iyi yazıyorsanız okuyucular bunu anlayacaktır.” Delidolu özel detektif Kate Brannigan, lezbiyen gazeteci Lindsay Gordon ve kriminal psikolog Tony Hill ile polis detektifi Carol Jordan serilerinin yazarı Val McDermid, 1994 basımı, özel detektif olarak çalışan kadınlarla yaptığı röportajlarını topladığı, P.D. James’e atfen ismini Kadınlara Göre koyduğu kurgu dışı kitabı ile dikkatleri çeker. Eğlenceli ve hafif polisiyeler olan Brennigan serisinin tam aksine, Tony Hill & Carol Jordan romanları kanlı ayrıntılar, seri katiller ve vahşi cinayetlerle doludur. Val McDermid son derece karanlık bir yapısı olan serinin ana karakterlerinden psikolog Tony Hill’i iktidarsız yaparak bir şekilde erkek egemen topluma ironik bir göndermede bulunur.

Kadın polisiye yazarlarda anglosakson egemenliği göze çarpsa da son yıllarda başta İskandinavya ülkelerinden olmak üzere birçok kadın yazar polisiye ve detektif romanlarına yeni bir soluk getirdiler. İçlerinden bol ödüllü Fransız yazar Fred Vargas, Paris başkomiserlerinden Jean-Baptiste Adamsberg’in maceralarıyla büyük ün kazandı. İçgüdüleri kuvvetli olan Adamsberg garip biridir, çirkin olmasına rağmen kadınlara çok çekici gelir. Ama yıllar önceki sevgili Carmelle’yi kafasından söküp atamaz bir türlü. Amerikalı olmasına rağmen Donna Leon İtalya’da geçen polisiye romanlar yazıyor. Venedikli Komiser Brunetti tıpkı ünlü meslektaşları Komiser Maigret ve Müfettiş Wexford gibi eşine çok bağlıdır. Okumaya düşkün olan Brunetti’yi en çok rahatsız eden toplumun yozlaşmışlığıdır. Diğer önemli kadın polisiye yazarları olarak Brezilyalı Patricia Melo, Alman Ingrid Noll ve Petra Hammesfahr, Kuzey Avrupa’dan Karin Alvtegen, Müfettiş Konrad Sejer ile Karin Fossum, avukat-dedektif Thora Gudmundsdottir ile Yrsa Sigurdardottir ve gazeteci Annika Bengzton karakteriyle Liza Marklund’u sayabiliriz.

1980 ve 1993 yılları arasında, ana karakterlerin kadın özel detektifler olduğu 68 polisiye basıldı, bunlardan yalnızca dördünün yazarı kadın değildi. Kadın polisiye yazarlarda Anglo-Sakson egemenliği göze çarpsa da son yıllarda başta İskandinavya ülkelerinden olmak üzere birçok kadın yazar türe yeni bir soluk getirdiler.Kadınlar tarafından yazılan polisiye romanlarda şimdiki akımlardan hangilerinin süreceği veya ne yöne doğru, nasıl değişeceklerini tahmin etmek kuşkusuz imkansızdır. Bununla birlikte kadın yazarların geçmişte olduğu gibi gelecekte de suç edebiyatına yön vermeye devam edeceklerini söylemek yanlış olmaz.

Kaynakça:
Stefano Benvenuti, Gianni Rizzoni – The Whodunit : An Informal History of Detective Fiction, Collier MacMillian, New York 1980
Stephen Knight - Crime Fiction, 1800-2000: Detection, Death, Diversity, Palgrave Macmillan 2004
Sally R. Munt - Murder By The Book: Feminism and The Crime Novel, Routledge 1994
Katheen Gregory Klein (ed.) - Great Women Mystery Writers Classic to Contemporary, Greenwood 1994
Martha Hailey DuBose - Women of Mystery, The Lives and Works of Notable Women Crime Novelists, St. Martin's Minotaur 2000

Kategori: Makaleler
Etiketler:
P.D. James
Ruth Rendell
Val McDermid
Agatha Christie
Patricia Cornwell
Anna Katharine Green
Mary Roberts Rinehart
Barones Orczy
Dorothy L. Sayers
Craig Rice
Patricia Highsmith
Sue Grafton

Yorum yaz
mode_edit