menu

İskandinav Cinai Romanı: 1. Martin Beck’in Islak İmzası / Bekir Karaoğlu

Yazan: Bekir Karaoğlu
Yayın Tarihi: June 09, 2016 16:46

Bundan 10 yıl kadar evvel İstanbul'da İsveç konsolosluğundan bir diplomatın bir vakıf üniversitesinde verdiği konferansın düzenleyicilerden biriydim. Diplomat konuşmasında İsveç'in sosyalizm anlayışından ve onun toplumsal kazanımlarından epey sözetti. Konuşmadan sonraki kokteylde bir ara diplomat beyle yanyana geliverdik. Ona, "Biliyor musunuz, ben Martin Beck'in tüm maceralarını okudum," demiş bulundum.

O an adamın yüzünün nasıl değiştiğini hala hatırlıyorum.

Ne demek istediğimi çok iyi anlamıştı.

Üzüntü ve öfkeyle karışık bir sesle başını iki yana sallayarak "Hayır, hayır," dedi, "İsveç toplumu artık çok değişti, Martin Beck'in dönemindeki gibi olumsuzluklar artık yok."

Hayal gücü ürünü bir polis müfettişinin hakiki bir devlet görevlisi üzerindeki inanılmaz etkisini bundan daha iyi anlatabilir miydim, bilemiyorum.

Kimdi bu Martin Beck?

Bundan 40 yıl kadar önce İsveçli karı-koca iki yazar (Maj Sjöwal ve Per Wahlöö) Stockholm polisinde görevli Martin Beck adlı bir polis şefinin maceralarını anlatan 10 tane kitap yazdılar. Kitapların hepsi de filme alındı. Dünyanın bütün dillerine çevrilip polisiye roman meraklılarına güzel birer armağan oldular. (Türk okurlar biraz daha şanslıydılar, çünkü usta edebiyatçı rahmetli Aydın Arıt'ın çevirisinden okudular.)

Fakat, Martin Beck romanlarının tek özelliği iyi yazılmış birer polisiye oluşları değildi.

Her romanın arka planında İsveç hükümetlerinin o devirde uyguladığı sosyal devlet anlayışının acımasız bir eleştirisi vardı. Per Wahlöö'nün kendi deyişiyle, cinayet romanını "Ahlaken tartışmalı ve ideoloji yoksunu, burjuva türü bir sosyal devlet anlayışının karnını yaran bir neşter gibi kullandık." Sanayileşmenin, uluslararası silah ticaretinin ve kapitalizmin hızlı gelişimi arasında sıkışan, yıkılan aileler ve buna ayak uyduramayan mutsuz insanların trajedisini yazdılar.

Ve bunu başardılar. İşte size romanların arka planında okuyucuya yansıtılan manzaralardan birkaç örnek.

(Martin Beck istasyonda tren beklemektedir.)

Yanıbaşında çatlak bir fısıltı duydu: "Hey, bayım!"
Döndü ve kendisine seslenen kişiye baktı. Bir adım ötesinde en çok onbeşinde bir kız çocuğu durmaktaydı. Sarı saçları prasa gibi uzun ve dümdüzdü. Sırtına kısacık bir basma entari geçirmişti. Kire bulanık bu yalınayak çocuk kendi kızıyla yaşıt görünüyordu. Yarı kapalı sağ elinin içinde tuttuğu dört dizilik bir sıra fotoğrafı adamın gözü önünde gezdirip geri çekmesi bir oldu.
Bu resimlerin kaynağını bulmak çok kolaydı. Kız otomatik gör-çek makinelerinden birine girmiş, taburenin üstüne tüneyip domalmış ve de entarisini koltuk altlarına kadar sıyıraarak makinenin kumbarasına habire bozuk para tıkmıştı...
Küçük kız umutvar bir sesle "Yirmibeş kuron, babalık," dedi.
Çoğa kalmadan sersemin teki resimleri mutlaka satın alacaktı. O zaman kız kendini doğruca Humlegarden yahut Mariatorget'e atacak ve de bu parayı neşe haplarına ya da esrara veya ola ki LSD'ye yatıracaktı.
Martin Beck tedirgin bakışlarını çevresinde dolandırdı ve salonun öte yanında duran üniformalı iki polis ilişti gözüne. Doğruca yanlarına gitti. Bir tanesi onu tanıyıp selam durdu.
Martin Beck öfkelice çattı: "Artık çocuklarla da mı baş edemez oldunuz?"

(Balkonda Bir Adam Vardı, Çeviren: Aydın Arıt)


(M. Beck'in ekibinden komiser Per Mansson bir soruşturma sırasında yabancılara kiralanan köhne bir evdeki Türk işçi ile konuşmaktadır)

"Siz de Arap mı?" diye sordu Mansson.
"Yok Arap. Ben Türk. Sen de yabancı işçi?" ....
"Ben polis" dedi Mansson. "Evi arayacağım."
Türk, bembeyaz dişlerini gösteren yeni bir sırıtmayla, "Ara istersen, ama her yeri aratmam," diye karşılık verdi.
Mansson çevresine bakındı... Oda yaklaşık 23'e 16 ayak ölçümünde bir yerdi. Dört duvar boyunca değişik tip ve boyda yataklar sıralanmıştı... Mansson altı yatak saydı.
Mansson sordu: "Altınız da burada mı yatarsınız?"
"Hayır, sekiz kişi yatarız burda," diye cevapladı Türk. "Sen buna ne dersin, polis efendi?"
...

"Yemeğinizi de mi burada yiyorsunuz?"
"İnsaf denen şey yok sizde. Varsa para, yoksa para. Din iman, para. Yasalar yok korumak yabancıları. Yalnız buralılar haklı. Siz bizi sanmak eşek, biz sizi görmek eşit."

(Gülen Polis, Çeviren: Aydın Arıt)


(M. Beck'in ekibinden Lennart Kollberg'in geceyarısı karakol çıkışında Stockholm'e bakarken düşünceleri:)

Gözalıcı panoraması ve cilalı parlak yüzeyinin arkasındaki Stockholm, içinde uyuşturucu batağı ve cinsel sapkınlıkların azdığı bir asfalt cangılına dönüşmüştü. Utanmaz girişimciler yasal yollardan kurdukları porno endüstrisinden büyük paralar kazanıyorlardı. Profesyonel gangsterlerin sayısı artmakla kalmamış, daha da organize olmuşlardı. Bunun yanısıra, özellikle yaşlılardan oluşan yoksullaştırılmış bir işçi sınıfı yaratılmıştı. Enflasyon sayesinde dünyada hayat pahalılığı en yüksek şehirlerinden bir olmuştu ve son yapılan araştırmalara göre pekçok emekli insan geçinebilek için kedi köpek maması yiyorlardı.
Ergenlik çağındakilerin suç oranında ve her zaman bir sorun olan alkolizmdeki artış, hükümet ve devlet bürokrasisi dışında artık kimseyi şaşırtmıyordu.

(Oteldeki Cinayet, Çeviren: Aydın Arıt)


Ve böylece İskandinav polisiye romanında yeni bir devir açıldı. Daha önceleri şömine başı denilen türden sade suya tirit romanlar vardı. Ama daha sonra gelen yazarların tümü de bu sosyal gerçekçiliği benimsediler ve İskandinav polisiye türü denilen bir ekol oluştu. Bu ekolün katilleri ya toplumsal olaylardaki çalkantılar yüzünden yıkılan aileler, yahut da ruhsal durumları bozulan yalnız insanlar arasından çıkacaktı. Polis kahramanları da bundan nasibini alıyordu: Yıkılmış aile düzenleri, boşanmış veya eşlerinden ayrı yaşayan veya kuşak farkıyla çocuklarına yabancılaşmış ana babalardan oluşuyordu.

Henning Mankell, Jo Nesbo, Hakan Nesser, Arnaldur Indridason, Karin Alvtegen, Stieg Larsson, ve diğerleri...

Daha sonra, Martin Beck'in yolundan giden bu yazarlara bir bakacağız...

(Umarım, okuyucular yorum ve katkılarıyla yardımcı olurlar da bu yazı dizisini sürdürebiliriz.)

Kategori: Bekir Karaoğlu Yazıları
Etiketler:
İskandinav Polisiyeleri
İsveç
Martin Beck
Oteldeki Cinayet
Gülen Polis
Maj Sjöwall/Per Wahlöö
Yorumlar


May 22, 2010 13:08

Bu konuya el atılması isabetli olmuş. Becks Serisinden birkaç tanesini okudum. Gerçekten de İskandinav Polisiyeler çoğu zamanda toplumsal bir mesajı da beraberinde taşırlar. Yıkılan aileler örneği özellikle belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. İndridason'un kahramanı Erlendur, boşanmış ve çocuklarıyla olan ilişkisini iyice kaybetmiştir. Çocuklar ise, esrar ve alkol batağına saplanmışlar. Van Veteren de boşanmış oğlu alkolik, kızı ise unuttum:). Sanırım en ünlüleri Wallander yine en şanlılardan. O sadece boşanmış, ama kızı uzun ve farklı deneyimlerden sonra polis oluyor.
Görüldüğü gibi aileler genelleikle paramparça. Amerikan polisiyecilerinin eleştirilerini anlayabiliyorum. Onlar genellikle olaya ve kahramanın yaptıklarına odaklıdır. Yakışıklı polis (çoğu zaman en iyi yaşlarında) ya da güzel kadınlar, tam Hollywood Filmleri gibi (İstisnalar vardır elbet). Ama İskandinav polisiyelerinin başarısını sadece soğuk ve karlı ortamlarına bağlamak pek gerçekçi değil. Birçoğu yaz sıcaklığında geçer: Mankell-Bir Adım Geriden, Kenedy'nin Beyni (ki bu roman büyük ölçüde Afrika'da geçer) ve daha niceleri.
Bence başarısı daha ziyade polisiyeyi sadece bir "öldürme olayı" bir "cinayet zinciri" vs. olarak ele almamaları. Topluma ve toplumdaki değişimlere ayna tutmaları çok önemli. Ben İskandinav polisiyelerden bir yığın şey öğrendim mesela:)
Yazılarınızın devamını bekleriz


May 22, 2010 10:50

Once Martin Beck vardi: Mevcut duzene ayak uyduramayan, evlilik sorunlariyla bogusup, cocuklariyla iletisimde gucluk ceken, her daim melankolik Iskandinav polislerin ilkiydi, sonrasinda Wallander, Erlendur, van Veeteren ve digerleri geldi, iyi de oldu. Her ne kadar bazi ABDli kritiklerce, Iskandinav polisiyelerinin son yillardaki populerligi, karanlik ve karli bir ortamda gecmelerine baglansa da, yalniz ana kahraman degil diger karakterlerin de soyleyecek bir seyleri oldugu, bazen icinizi sizlatan kitaplar bunlar.
Yakinda Locked Room'a baslamayi dusunuyordum ben de, adi ustunde kapali-oda polisiyelerinden. Acaba Aydin Arit, neden bununla The Terrorist'i cevirmemis?


Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ KİTAPLAR

Nopic Nopic

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic

İLGİLİ KARAKTERLER

Nopic