Esrarengiz şeyleri hep sevmişimdir. Mesela son zamanlarda hayatımda da çözülmedik bir esrar var. İki ay kadar önce, ilk okuduğum polisiyeler üzerine yazdığım kısa yazı, nereye gitti? Ben Cinai Roman’a yolladım sanıyorken, oradan adıgeçen yazıyı mümkünse göndermemi rica eden bir yazı gelmesiyle birlikte, esrarın göbeğine daldım. Aradım, taradım, maalesef bulamadım. Gerçekten, ne evde, ne işteki bilgisayarlarımda yok. Oysa yazdığımdan eminim. Ne yapalım, günün birinde sevdiğimiz polis ya da dedektiflerden birinin, örneğin Sid Halley ya da Commisario Guido Brunetti’nin yolu buralara düşerse, bir aratırız
İlk polisiye romanımı Beşiktaş’taki evde okumuş olmalıyım. O evin birinci katında (müstakil bir evdi), arka taraftaki odanın, babamın çalışma odasının bir duvarı boydan boya bir kitaplıkla kaplıydı. Kitaplar, yazar soyadına göre dizilmiş, dört ayrı renkte ciltlenmişti. Orada okumuş olmalıyım, en azından Mickey Spillaine’in Mike Hammer’lerini orada okuduğumdan eminim, çünkü annem onlardan hiç hazetmezdi. Demek ki babam almış. Bir sonraki evde (Çiftehavuzlar) babam olmadığı için, bir tek Mike Hammer bile yoktu. Mike bana da biraz fazla sert ve terbiyesiz gelirdi. Pat Chambers’ı daha çok severdim. Ama, sinemada Eddie Constantine’in oynadığı Peter Cheyney kahramanı Lemmy Caution’a hayrandım.
Dame Agatha’ya gelince, Beşiktaş’tan beri hayatımda olmalı. Adını çok eskiden duymuştum. Sonra Çiftehavuzlar’da bütün Akba kitaplarıyla, bir miktar Ak kitabı okumuştum. Akba’nın çevirilerini (daha o zamandan, kolejin orta bölümündeyken) özenli, Türkçeleri doğru diye beğenirdim. Erle Stanley Gardner, John Dickson Car, Ellery Queen (adıyla yazan kişiler), o evde mevcut bütün maceralarını okuduğum yazarlar. Ve elbette Suveren kardeşlerin çevirdiği Agatha Christie’ler. Simenon’un da en başlarda hayatıma girdiğinden eminim. Maigret ilk gerçek anlamdaki dedektifim olabilir. Eğer Poirot değilse, tabii. O zaman onun o kıymetli beyin hücrelerine ‘gri’ değil, ‘kurşuni’ hücreler denirdi. Annemin sevdiği Wilkie Collins’i ise, çok küçük yaşta okumuş olma ihtimalim kuvvetli. Tam olarak polisiye sayılmasa da, bu janrın müjdecisi sayılan “sansasyon romanları”nın yazarıydı Collins.
Bizden kısa bir yazı istendiğine göre, daha fazla uzatmayayım, en iyisi. Polisiye, hatırlayabildiğim geçmişe kadar, hayatımda mevcuttu. Hiçbir zaman da, ikinci sınıf bir edebiyat janrı olduğunu düşünmedim. Çok iyi örneklerini okudum da ondan. İyi yazılmış her kitap edebiyat eseridir. Benim kıymetli polisiyelerim arasında da bu tanımı hakeden pek çok kitap var.