Don Dellilo, Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında anılan ünlü bir yazar. Tarih, felsefe ve teoloji eğitimi gördüğü üniversite eğitimini 1958 yılında tamamlayıp bir süre reklam sektöründe metin yazarlığı yapmış. Bir gün ansızın, edebiyat ve yazma tutkusuyla değil, sırf artık orada çalışmak istemediği için bırakmış işini. O günden bu yana hayatını roman ve senaryo yazarak kazanıyor.
İlk romanı '' Americana''yı 1971'de yayımlayan Dellilo, edebiyat çevrelerinde övgüyle karşılanmıştı. Biraz övgülerin verdiği özgüven, biraz da geçim derdiyle bundan sonra ard arda tamamladı romanlarını; “Zone”(1972), “Great Jones Street”(1973), “Ratner's Star”(1976), “Players”(“Oyuncular”-1977), “Running Dog”(“Köpek-1978), “The Engineer of Moonlight”(1979), “Amazons”(1980) ve “The Names”(1982)… Ne var ki ABD’de “akademik yazın” içinde sayılan bu romanları meraklıların dışında pek ilgi toplamamıştı. Geniş okuyucu kitlesiyle 1985'te, “White Noise”(“Beyaz Gürültü”) romanının yayımlanması sayesinde buluşan Dellilo, bu romanıyla ABD’nin en saygın edebiyat ödüllerinden “National Book Award”ı da kazanacaktı. Yakaladığı başarının ardından “The Day Room”(1986), “Libra”(1988) ve “Mao II”(1991) romanlarıyla okuyucu ilgisini sürdüren, ''Underworld''(1997) ile kariyerinin zirvesine tırmanan Dellilo, artık bir dünya yazarıydı. O günden bu yana “Valparaiso”(1999), “The Body Artist”(Beden Sanatçısı”- 2001), “Pafko at the Wall: A Novella”(2001), “Cosmopolis”(2003), “Game 6”(2005), “Love-Lies-Bleeding: A Play”(2006) ve “Falling Man”(2007) romanlarını tamamladı, çok sayıda senaryo kaleme aldı ve pek çok ödüle değer bulundu. Don Dellilo, bugün postmodern edebiyatın en önemli temsilcilerinden birisi olarak gösteriliyor.
Katilin Koşusu
“Oyuncular”, “Kozmopolis”, “Beyaz Gürültü”, “Beden Sanatçısı” ve “Libra” romanlarının çevirilmesi ile Türkiyeli okurlarla da buluşan Dellilo’nun geçtiğimiz günlerde yeni bir kitabı daha yayımlandı; “Köpek”. Orijinal ismiyle “Running Dog”, yazarın erken dönem ürünlerinden. Polisiye kurgusuyla dikkat çeken “Köpek”, hem yazarın bu türdeki ilk romanı olması hem de Vietnam savaşının yarattığı siyasi ve ahlaki kirlenmeye vurgu yapmasıyla önemli bir roman. İçerdiği meselelerin bugün hala denizaşırı kirli savaşlar yürüten ABD toplumu için güncelliği var mıdır bilemiyorum; ama devlet içinde yapılanmış paramiliter güçlerin iktidar kavgası teması, günümüz Türkiye’sinin siyasi gündemi ile şaşırtıcı bir benzerlik gösteriyor. Teşbihte hata olmaz; Don Dellilo politikacıları, iş adamları, gazetecisi, ordu mensupları ve tetikçileriyle “Amerikan Ergenekonu”nu anlatıyor.
Açılış sahnesi: Kadın kıyafeti girmiş bir adamın kentin tekinsiz bir bölgesinde, polis devriyesinin gözlediği metruk bir binada öldürülür.
Hikaye bu cinayetten sonra, “Kozmik Erotika” adlı I.Bölüm’le başlıyor. Kozmik Erotika, erotik sanat ürünlerinin her türlüsünün sergilendiği bir galeri. Galeri sahibi Lightborne, seksin büyük bir ticaret haline gelişiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlamayı planlayan gazeteci Moll Robbins’e galeriyi gezdirirken, açılış sahnesindeki cinayeti aydınlatan ipuçlarını da verecektir: Öldürülen adam galericiyle 1945 yılının Nisan ayında Berlin’de, Reich Kançılaryası’nın altındaki sığınakta çekilmiş kurgusu yapılmamış ham bir film satmak için anlaşmıştır. Hitler’in son günlerinde çekilmiş filmin sığınaktaki seks yaşamını yansıttığına dair söylentiler, alıcıların iştahını kabartmış, astronomik paralar telaffuz edilmeye başlanmış, porno ürün meraklısı her kesimden insan filme talip olmuştur. Liberal görüş ve uygulamalarıyla tanınan Senatör Lloyd Percival da onlardan biridir ve ekibinden Glen Selvy’i bu alımla görevlendirmiştir.
Glen Selvy, hikayenin en can alıcı karakteri, hatta olayların ve insanların kesiştiği noktada durması ve kişisel trajedisiyle romanın kahramanı. Ancak tek bir kahraman ya da kahramanlar üzerine kurmamış hikayesini Don Dellilo. Tersine; sonraki romanlarında daha da vurguyacağı gibi, oyunlar ve komplolarla kurulu bir dünyada kahraman değil sadece şaşkın figüran olunabileceğini düşündürüyor.
İlerleyen sayfalarda Selvy’nin ikili çalıştığını öğreniyoruz. Selvy, bir yandan Senatör Percival’in işlerine koştururken, diğer yandan Senatör’ün yürüttüğü bir soruşturmayı engellemeye çalışan PDK/KTD gurubuna bilgi toplayan esrarengiz bir adam. PDK/KTD yetkilleri ise Percival’in müstehcen sanat yapıtlarına olan düşkünlüğünü şantaj malzemesi yapmaya niyetli.
İşte romanın asıl meselesine geldik; PDK/KTD(Personel Danışma Komitesi, Kayıt ve Tediye Dairesi) görünüşte tüm ABD istihbarat örgütlerinin koordinasyonunu sağlıyor, yani görev ve bütçe bakımından tam anlamıyla kurul-üstü bir yapı. Görünüşte hiçbir olağan -ya da yasa- dışı bir faaliyeti yok. Oysa PDK/KTD’nin bir yan kuruluşu olan yarı özerk Radial Matrix, yabancı hükümetlere, yabancı hükümetler içindeki bazı çevrelere ve yurtdışındaki ABD şirketlerine karşı güç kazananan siyasi partilere karşı yürütülen gizli operasyonlar için merkezi bir fon mekanizması görevi yüklenmiş durumda. Kadroda görülmeyen saha personeline, yerli ajanlara, terörist operasyonlara, karşıdan ajan satın alma işlerine, siyasi bağışlara, yabancı iletişim ağlarına ve posta kurumlarına sızma işlerine fon aktarmak ve karapara aklamaktan sorumlu.
Earl Mudger tarafından yönetilen şirket kullandığı karanlık yöntemlerle(casusluk, tehdit, şantaj ve suikastten söz ediyorum) ticari sahada büyük başarı kazanmış ve nerdeyse tamamiyle bağımsız bir hale gelmiş.
Peki Earl Mudeger kim, amacı ne? Bu soruları yanıtlamak için geçmişi hakkında biraz bilgilenmek gerekiyor. Eski bir filo komutanı olan Mudger, Marathon Madenleri denilen bir bölgede özel birlikler yetiştirmeyi üstlenmiş, Laos’ta CIA’nin gizlice yönettiği operasyonlar sırasında Air America’ya bağlı sözleşmeli subay olarak görev yapmış. Vietnam’da, yine sözleşmeli olarak, Vietkonglar’a karşı karşıterör ekipleri kurmuş ve onlara komuta etmiş. Daha sonra, Vietkonglu olduğundan şüphelenilen kişilerin işkenceden geçirildiği taşra sorgulama merkezleri ağını kurmuş, sonra özel operasyonlar için asker kiralayıp Saygon’da gizli operasyonlar yürütmüş. Devlete değil Mudger’e sadık Güney Vietnamlı askerlerden, pezevenklerden, karaborsacılardan, ayakkabı boyayan oğlan çocuklarından, savaş mültecilerinden, bar kızlarından, asker kaçaklardan, yankesicilerden müteşekkil feodal bir baronluk kurmuş. Muhtemelen karaborsaya da el atmış bir uyuşturucu şebekesi oluşturarak etrafındakilere toprak, para, yiyecek ve başka bağışlarda bulunmuş…
Amerikan muhafazakarlığının temsilci olan Mudger’in şebekesi -her ne kadar hukuksal boşluklarından ve yürütülme tarzından hoşnut olmasam bile- Ergenekon iddianamesinde sözü edilen Veli Küçük merkezli teşkilata benzerliği ile dikkat çekici. Glen Selvy ise Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın daha modern, eğitimli ve insani yanı çok daha ağır basan modeli!.. Bu vasıfları Selvy’nin araya bir yere sıkışmasına, kendi başına hareket etmesine ve teşkilat tarafından hallında idam fermanının imzalanmasına neden olacaktır…
Frankenstein Yaratığının Çağdaş Yorumu
Bir zamanlar Madenler bölgesinde aldığı eğitimle itaatkar bir ölüm makinesi haline gelen Selvy, yaratıcısı tarafından yok edilmek istendiğini fark ettiğinde, kentin dışına, doğaya doğru bir seyir izleyecek, belki de farkında bile olmadan yaratıldığı yere, Madenler’e doğru yol alacaktır; peşinde Vietnamlı iki tetikçiyle birlikte. Öte yandan herkesin peşinde koştuğu film sonunda ortaya çıkmıştır. Gazeteci Moll Robbins seçkin bir davetli topluluğu ile birlikte özel gösteriyi izlemeye hazırlanırken, Selvy çok sevdiği dağlarda olup bitenlerin farkına varmaya başlamıştır.
“Her şey netleşiyordu. Tüm olan bitenin ne anlama geldiğini anlamaya başlamıştı. Kendisine uygulanan tüm o testlerin. Yalan makinelerine bağlanmaların. Sıkı fiziksel alıştırmaların. Yarı gizli işlerin. Madenler’de geçirdiği o haftaların. Elektronik derslerinin. şifre kırma derslerinin. Yabancı paraların. Silahların. Hayatta kalma eğitiminin. Tüm o paramiliter çalışmaların. Hızlandırılmış jeopolitik kurslarının. Terörizmin psikolojisinin. İsyan bastırma. Tüm bunların ne anlama geldiğini. Tam gizliliğin. Okumanın. Rutinin. Çift hayatın. Özel disiplininin. Tabancalarının. İhtiyatlı davranmaya verdiği önemi. Zihnin nasıl çalıştığını. Seçeneklerin azaltılmasını. Kim olduğunu. Hepsi apaçıktı, nihayet. Ana fikir. Her şey. Bu zamana kadar ölmeye hazırlanmıştı. Nasıl ölünür kursuydu o. Nasıl hunharca ölünür.”
New York’taki galerideki gösteriyle dağlardaki kaçınılmaz hesaplaşma anı arasında gidip gelen paralel bir kurguyla ilerleyen hikaye, süprizli ve hüzünlü bir finalle noktalanır…
Dellilo’nun postmodern edebiyat içine yerleştirildiğini söylemiştim. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, sadece yazınsal bir tecih, dil ve üslup arayışı, kurmaca oyunlar, pırıltılı bir tarihsel dekor tarzında alışılageldik postmodern metinler üretmiyor. Biçimden ziyade metnin arkasındaki düşüncesiyle postmodern o; modernizmin yarattığı toplumu sorgulayan, iktidar aygıtını, rasyonel aklın yarattığı dehşeti, bilim ve teknoloji karşısında boyun eğmiş zihniyeti, bellek ve duygu yitimini eleştiren Dellilo, yaşadığı toplumun ve dünyanın sorunlarına duyarlı bir yazar. Yazdıklarıyla bir aktivist.
Kariyeri boyunca ABD tarihinin çeşitli evrelerini yukarıda özetlediğim tavrıyla yazıya dökerken amaçlardığı akıl tutulmasına uğramış insanların bilincine etki etmektir. “Çağdaş kültürü paranoya ve korkularıyla birlikte barındırabilecek tek sanat formunun roman olduğuna inanır. Çünkü roman uysaldır”. Birbirinin takip eden iki “Oyuncular” ve “Köpek” romanlarını da bu bağlamda ele almak gerekir.
“Oyuncular”da 1950’li yılları, Vietnam savaşı öncesini anlatırken, ABD toplumun savaşa neden karşı çıkamadığını tartışmıştı. “Çevrelerini kuşatan, yaratılmasına yardımcı oldukları şiddete kayıtsız kalan” roman kişileri, belirsizlik korkularının yarattığı düzen arayışıyla itaatkar insanlardı. “Köpek”te savaş sonrasına gidiyor, insanların bu şaşkın ve çaresiz durumundan yararlanarak kendi iktidarlarını pekiştirmek isteyen muktedirlerin savaşını izliyoruz. Şirketleşen bir devlet, devletleşen gizli teşkilatlar ve doymak bilmez bir kazanç hırsı… Dellilo modern toplumun karanlık yüzünü gösteriyor.
Romanda medyadan siyasete, kadın-erkek ilişkilerinden sanata kadar değinilecek çok fazla malzeme var. Ben bugüne ve bizim coğrafyamıza denk düşenleri seçtim. Bu konuyu artık burada noktalayıp kısa da olsa edebi özelliklerine değineceğim: “Köpek” romanında, çarpıcı bir konu hızlı ve heyecan dozu yüksek bir tarzda, yer yer satirik bir üslupla işlenmiş. Postmodern edebiyatçıların sevdikleri gödermeler de var. Glen Selvy’nin yaratılış ve yaratıcısı tarafından yok edilmek istenmesi, Selvy’nin doğaya kaçışı Romantik akımın temsilcilerinden Mary Shelley’in “Dr. Frankenstein” romanına bir selam mahiyetinde. Diğer yandan arkasındaki takipçileriyle uzun bir mesafe kat ederek düelloya hazırlanan Selvy’de Western sinemasının silahşör tiplemesini de bulmak mümkün.
Romana hız kazandıran en önemli özellik sürekli değişen sahneler ve ritmik bir tınıyla paralel akan kurgu. Böylelikle olayları değişik bakış açılarıyla izleyebiliyor ve olayların arkasındaki gerçekleri bir araya getirme şansı buluyoruz.
Hikayeyi çekici kılan en önemli unsurlardan birisi olarak Glen Selvy’i ve yolculuğunu göstereceğim. Selvy’nin iç dünyasına ve düşünce tarzına ağr ağır nüfuz eden bir anlatımla, kahramanının trajedisini açığa çıkaran Selvy, bir yol hikayesinin imkanlarını da çok iyi kullanmış.
Nobal ödülü adaylarından demiştim Don Dellilo için; bugüne kadar neden kazanmadığını anlamış değilim. Dellilo’nun saygınlığı Nobel ödülü sayesinde artmayacak elbette, tersine değer görüldüğü ödüle saygınlık kazandıracak bir yazar o….
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları