Uzun süre, radyodaki 'Cinayet Masası' programı için Türkçeye çevrildiği iddia edilen üç kitabını aradım Peter Straub'un. Bulmak nasip olmadı. Ama ona bakarsanız, Dick Francis'in de gene Türkçeleştirildiği iddia edilen üç kitabını bulamamıştım ve kendim çevirmiştim. Peter Straub'da ise kurtarıcım, Stephen King'le birlikte yazdıkları ikinci kitap (ilki Talisman/Tılsım) Kara Ev oldu. Kendisi, yer yer birbirlerinin üslubunu taklit ettiklerini iddia ettiği hâlde, çok belirgin şekilde, King kitabı olmaktan çok Straub kitaplarıdır onlar. Bilmiyorum, o sözde Türkçeye çevrilmiş olan üçlemesi 'Blue Rose' üçlemesi midir? Yani, Koko, Mystery ve The Throat. Ama nihayet Yitik Oğlan Yitik Kız geldi. Üstelik, İthaki yayınları bütün Straub'ları dilimize çevirtmeyi planlıyor.
Ben onu 'Cinayet Masası'nın çerçevesi içine sokmaya çalışsam da Peter Straub aslında bir korku yazarı. Çok incelikli, ölçülü cinsinden. Kan gövdeyi götürse, cesetler birbirini izlese de o sizi, sahiden de fısıltıyla korkutur. İzini bırakan, unutulmaz bir korku.
Bram Stoker 2003 Ödüllü Yitik Oğlan Yitik Kız'ın esas kahramanı, gene yazar Tim Underhill. Onu 'The Blue Rose' üçlemesinden tanıyoruz ama, bu hikâyeyi daha sonra anlatalım. Şimdilik, yeni kitabın özetine bir göz atalım: Korku romanları yazarı Tim Underhill, 'gıcık' ağabeyi Philip'in sessiz karısı Nancy'nin intihar ettiğini haber alır. Nedeni bilinmez. Tim'in çok sevdiği on beş yaşındaki yeğeni Mark da (merhumenin oğlu), annesinin intiharından bir hafta sonra ortadan kaybolur. Tim, işin esrarını çözmeye çalışınca, dikkati yıllar önce bir seri katilin sığınağı olmuş, metruk ev üzerinde yoğunlaşır. Mark bir gün aniden bu evin varlığını fark etmiş ve artık başka bir şey düşünemez olmuştur. En yakın arkadaşı Jimbo'nun gönülsüz yardımıyla, bu lanetli eve girmeyi kafasına koymuş; dahası, bu evle kendi aile tarihi arasında bağlar kurmuştur.
Bir seferinde de, Michigan Caddesi'nin yukarısında dikilen bir adam görür. "Sırtı dönük bu gölgeden habis bir his yayılıyordu. Mark adamın yakasından aşağı inen dağınık, kıvırcık saçlarını ve dizlerine dek demir bir levha gibi sarkan siyah paltosunun örttüğü geniş sırtını gördü. Adamdan dışarı azimli, güçlü bir kötülük buhar misali püskürüyordu." Sonraları, bu iri kıyım gölgenin karanlıkların içinden onu gözlediğini düşünür. Bu arada, onun ve Jimbo'nun yaşıtları erkek çocuklar, birer birer ortadan kaybolmaya başlamıştır.
Mark belki durumun farkında değil ama biz Mill Haven'ın tekinsiz bir yer olduğunu biliyoruz zaten. Milwaukee, Wisconsin'lı Peter Straub'un, Milwaukee'ye çok benzeyen bu kurmaca kenti, seri katil yatağı. Örneğin, Pigtown doğumlu, vaktiyle St. Alwyn Oteli'nde (o da bilinen bir Straub mekânıdır) çalışmış Bob Bandolier, oğlu Fielding (Fee) Bandolier, hayattaki başarılarını anlatmaya bayılan Walter Dragonette, Timothy Underhill'in çocukluk arkadaşı John Ransom, karda yürüyüp izini belli etmeyen ve bizim de şu an adını vermek istemediğimiz bir başka seri katil ile usta marangoz, psikopatın hası Joseph Kalendar.
Bunlar genellikle, 'sır'sız katiller değil; karanlığın, meçhulun, içine girip de kaybolunan ama yok olunmayanın varlıkları. Sizinle bağlantı kurmak istedikleri zaman bir anda somut bir hâl de alabiliyorlar. Varlığından bihaber olduğun insanları (hatta canavarları) böylelikle görüyorsun, yıllardır burnunun dibinde durmuş metruk eve bir kere bile göz atmamışken, bir daha unutmamacasına, peşini bırakmamacasına farkına varıyorsun.
Straub'un Fısıltıları
Sadece korku edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olmakla kalmayan, aynı zamanda çok iyi bir yazar olan Peter Straub (bu ayrımları yapmaktan, böyle mazaretlerde bulunmaktan nefret ediyorum ama 'ciddi' edebiyatın muhafazakâr yandaşları elimizi ayağımızı bağlıyor işte), ustası Henry James'in etkilerini, mesleğinin bu olgunluk döneminde de reddetmiyor. O esrarını, atmosferini daha çok üstadın Turn of the Screw'undaki gibi bir korkuya borçlu. Kimsenin olmadığını, olamayacağını bildiğiniz bir yerde, hayatınızın en sıradan, küçük mekânlarından birinde, tercihen karanlıkta, birden sizi buz gibi donduran bir fısıltı duyuyorsunuz. Ne dediği önemli değil. Peter Straub okuyucusunu işte bu tür fısıltılarla korkutuyor.
Peki, ya Tim Underhill? Straub gibi yazar; onun aksine, Vietnam'da savaşmış. Eski kitaplarda Vietnam hikâyeleri de ağırlığını hissettirir zaten. Yazarının favori alterego'su. Straub'a göre, kendisinden yüzde yirmi daha yakışıklı ama bu orantının kayda değer bir orantı olmadığını düşünüyor. Yazarı kadar çok kitap yazmamış. Straub onun filmlerdeki yardımcı erkek oyunculara benzediğini söylüyor. Hani birden belirir de, 'Haa, o adam' dersiniz. 'Bunun adı neydi yahu, dilimin ucunda...'
Koko'nun gizli, The Throat'un ise açık kahramanı Tim Underhill, Peter Straub için bir ölçüde gerçekliğe sahip, ondan hoşlanıyor. Yazdığı kitapları ona mal etmekten de. Tim'in Koko'da ortaya çıkışını ise şöyle anlatıyor. "Kitabın temelinde, iyice yoldan çıkmış eski yoldaşlarını hizaya getirmek için Uzakdoğu'ya dönen adamlar var. Tim Underhill de geri kalanıyla birlikte ortaya çıktı. O sırada harıl harıl kitap üstünde düşünüyordum, böyle bir görevi üstlenecek adamları gözümün önüne getirmeye çalışıyordum. Çoğunun adlarını düşündüğümde olduğu gibi görüyordum onları. Tim Underhill'i ise göremedim. Ancak Michael Poole sonunda Bangkok'ta onu yakalayınca bütünüyle görebildim. Hayalet gibiydi; uzun boylu, zayıf, kır saçlı, sakallı bir adam, at kuyruğu var. Fevkalade düzgün bir insan olduğunu hemen anladım. Aşırılıklarına rağmen, ahlâklı bir hayat sürdürüyordu. Sonunda, bıraktım konuşsun. Ona anahtarı verdim ve 'Kapıdan geç' dedim."
Bir Başka Muamma
Tim o gün bugündür yürüyor. Hatta Straub'un Yitik Oğlan, Yitik Kız'dan sonra yazdığı, onun devamı niteliğindeki In the Night Room'un da kahramanı. Burada Tim'in, bir önceki kitabı yazmaya çalışıp bir türlü yazamayışına da tanık oluyoruz. Onun hikâyesine paralel akan bir başka hikâye daha var. Gene e-postalar, bu sefer ölülerle haberleşmeler, vesaire...
Nedir peki Yitik Oğlan, Yitik Kız? Bir hayalet hikâyesi mi, bir tür aşk macerası mı, esrar mı, gerilim mi, düpedüz korku mu? Aslında, bu da bir başka muamma. Öyle bir muamma ki, kitabın ne kadar iyi yazıldığının gözümüzden kaçmasına yol açabilir. Kitap, soruşturmacı Tim Underhill'in bakış açısından anlatılıyor. Ama bazen de genç ve kayıp kahramanımız Mark'ın açısından görüyoruz olayları. Straub kitabın finalini de bir başka ve en büyük muamma ile mühürlemiş. Herkes kendi sonucuna varmakta serbest. Bu arada yazarın, Yitik Oğlan, Yitik Kız ile gotik geleneği seri katillerin üstüne ne kadar ustaca örttüğü de işin bir başka yanı.
Yazar bizi, dünyanın yekpareliğini de, romanın güvenilirliğini de sorgulamaya, yüzeyin arkasına bakmaya itiyor. Böylece romana olan güvenimiz tazeleniyor. Bir kez daha, eğlenceden başka şeyler de sunduğuna inanıyoruz. Kitaplar kapaklarıyla değerlendirilmezmiş. Peter Straub bize onların türleriyle de değerlendirilmemesi gerektiğini gösteriyor. Ama kitaplar onları satmaya çalışanların ve okuyanların klişeleriyle de anlatılmamalı. Yüzeyi kazımama alışkanlığı edinmiş kişi, layığını bulur. Bu arada kurunun yanında yaş yanmasa, keşke. Henry James damarından, esas karanlığın efendisi bir yazarın, Peter Straub'un layık olduğu ilgi ve saygıyla karşılanmasını diliyoruz. Umarız İthaki Yayınları sözünü tutar ve kitaplarının hepsi artık Türkçe olarak da bulunur.
Kategori: Sevin Okyay Yazıları