John Escott – Agatha Christie, Woman of Mystery
Çeviri: Fatma Sıdıka Yücel
Birçok insan cinayet romanları okumaktan hoşlanır zira bunlar bir çeşit bilmece gibidir. Kitabın sonunda detektif açıklamadan önce katil tahmin edilebilir mi? Sandalyenin kırılması bir kaza mı yoksa bir ipucu mudur? Katil eve nasıl girmiştir? Anahtarla mı? Masadaki üç kahve fincanı ne anlama gelmektedir?
Agatha Christie’nin esrarlı cinayet hikayeleri tüm dünyada meşhur olmuştur. Her biri milyonlarca satmış olan yetmişten fazla kitabı vardır. Hikayeleri defa’atle film yapılmış ve tiyatro oyunu olarak sahnelenmiştir. Romanlarında kurguladığı detektif tipleri; kısa boylu,topluca ve siyah bıyıklı Belçikalı, Hercule Poirot ve etrafında olan biten herşeyi gören ve duyan, sevimli, ufak tefek, yaşlı kadın, Miss Marple bir hayli ünlüdür.
Bu kitap Agatha Christie’nin hayatı üzerine bir hikayedir. Nasıl biriydi? Onu ne kadar tanıyoruz? Zengin, şöhretli ve iki kere evlenen bu kadının hayatında da bir esrar vardı…
NEDEN BİR HİKAYE YAZMIYORSUN?
Agatha Mary Clarissa Miller’ın canı sıkılıyordu. 1908 yılında bir kış sabahı, hasta olduğu için yatıyordu.
“Bugün daha iyiyim.”dedi annesi Clara’ya.”Yataktan çıkabilirim.”
“Hayır,hâlâ hastasın.”dedi Clara.”Doktor dinlenmen ve kendini üşütmemen gerektiğini söyledi. Sen de bu denilenlere uymalısın.”
Agatha onsekiz yaşına gelmişti fakat o devirde kızlar annelerinin sözünden çıkmazlardı.
“Ama sıkılıyorum.”
“O halde bir şeyler yap.” diye cevap verdi annesi. “Kitap oku. Ya da bir hikaye yaz. Evet, neden bir hikaye yazmıyorsun?”
“Hikaye yazmak mı?” dedi Agatha, şaşırmıştı.
“Evet, Madge’in yazdığı gibi.”
Madge, Agatha’nın kendisinden on bir yaş büyük ablasıydı, zaman zaman bir takım dergilere kısa hikayeler yazıyordu.
Agatha,”Hikaye yazabileceğimi sanmıyorum.” dedi
Annesi ısrarlıydı, “Nereden biliyorsun?” dedi. “Hiç denemedin ki.” Kağıt ve kalem getirmeğe gitti.
Bir süre sonra Agatha yatağında oturdu ve bir hikaye yazmaya başladı. İsmi Güzelliğin Evi olan bu hikaye hayallerden bahsediyordu.
Ancak o iyi yazılmış bir hikaye değildi. Agatha hikayeyi Madge’in daktilosundan geçirerek bir dergiye gönderdi. Yazdıkları, bir mektupla beraber ona geri geldi:
“Hikayenizi bize yolladığınız için teşekkür ederiz. Maalesef onu yayınlayamıyoruz…”
“Yeniden yazmalısın.” dedi annesi. Clara kızlarının yeteneğinden emindi.
Böylelikle Agatha hikayeler yazmaya ve onları dergilere yollamaya devam etti, fakat hepsi de geri gönderiliyordu. Hayalkırıklığına uğramıştı.
Sonra bir roman yazmaya karar verdi, aklına bir fikir gelmişti. Clara ile Mısır’a gittikleri zaman, Kahire’deki otelde gördüğü genç ve güzel bir kızı hatırlamıştı. Kız her yerde yanında iki erkekle geziyordu. Bir gün Agatha, “Bu kız yakında iki adam arasında tercih yapmak zorunda kalacak.” diye düşünmüştü.
Agatha’nın ihtiyacı olan fikir bundan ibaretti, yazmaya başladı. Bu bir detektif romanı değil, Kahire’de yaşayan bir genç kızın hikayesiydi, adı da Karlı Kaçış’tı. Aslında bir kitapta birleştirilecek iki uzun hikayeden oluşuyordu. Agatha romanını üç-dört yayınevine gönderdi ama kitap hepsinden geri geldi.
“Ah, anne!…” dedi Agatha.”Şimdi ne yapacağım?”
“Niçin romanını bir de Eden Phillpotts’a göstermiyorsun?” dedi Clara.
Eden Phillpotts, Millers’ların yakınlarında ikamet eden bir yazardı. Yüzün üzerinde meşhur olmuş romanı ve birçok tiyatro oyunu vardı. Agatha bu ünlü yazara romanını göndermeye çekiniyordu fakat sonra cesaretini toplayarak kitabını yolladı.
Mr. Phillpotts iyi bir yazar olmasının yanısıra nazik bir adamdı. Agatha’nın romanını dikkatle okudu ve ona bir mektup yazdı.
“Yazdıklarının bazı bölümleri gayet iyi, sana danışmanım Hughes Massie’ye ulaşmanı sağlayacak bir tavsiye mektubu gönderiyorum…”
Agatha -ki henüz onsekiz yaşındaydı- Torquay, Devon’daki evinden trenle Londra’ya gitti. Bu, o zamanlar pek te hızlı olmayan trenlerle hayli uzun süren bir yolculuktu.
Agatha çekingen bir kızdı. Hughes Massie ise iriyarı, heybetli bir adamdı. Agatha, Eden Philpotts’un tavsiye mektubunu ona verdi. Massie mektubu okudu, Agatha’yla bir miktar konuştu ve okumak için romanını alıkoydu.
Agatha beklemek üzere evine döndü.
Birkaç ay sonra Massie Karlı Kaçış’ı geri gönderdi. “Kitabın için bir yayınevi bulabileceğimi sanmıyorum.” diye yazmıştı. “En iyisi onun üzerinde fazla durma ve yeni bir roman yaz.”
Agatha’nın morali bozulmuştu. Yeni bir kitap yazmadan önce hayatında başka mühim hadiseler husule geldi.
UTANGAÇ BİR GENÇ ADAM
1901 yılında, Agatha henüz on bir yaşındayken babası Frederick ölmüştü. Clara’dan on yaş büyüktü, Amerikalıydı. Onun ölümünden sonra Clara yurtdışı gezilerini daha da sıklaştırdı, çoğunlukla Agatha’yı da yanında götürüyordu.
1911′de, Agatha 21 yaşındayken, Clara hastalandı.
“İyileşebilmen için sıcak ve güneşli bir yerlere gitmen gerek.” dedi doktor ona.
Bunun üzerine Clara tekrar Mısır’a gitmeye karar verdi ve Agatha da onunla gitti. Kahire’de bir otelde kaldılar. Etrafta bulunan İngiliz askerleri de otelde verilen balolara iştirak ediyorlardı.
Agatha çekingen bir genç kadın olmasına karşın dans etmekten çok hoşlanıyordu. Kahire’de bulundukları süre boyunca elliden fazla baloya katıldı.Bir sürü ilginç genç adamla tanıştı ve iyi vakit geçirdi.
İngiltere’ye döndüğü zaman, bahçe ve tenis partilerine, danslara ve hafta sonları için gidilen kır evlerine davetler almaya başladı. Reggie Lucy adında genç bir subay Hong Kong’tan yeni dönmüştü. Agatha Reggie’nin kızkardeşleriyle arkadaştı, onlarla sık sık tenis oynardı ancak Reggie’yi tanımıyordu. Zira o pek fazla dışarı çıkmayan, utangaç bir genç adamdı. Golf oynamayı severdi, fakat partilere ve balolara katılmazdı.
“Golfü severim ama oynamakta pek iyi değilim.” dedi Agatha onunla karşılaştığında.
Reggie çekinerek, “Ben… Ben sana bu konuda yardımcı olabilirim.” dedi. Koyu renk saçları ve kahverengi gözleri Agatha’nın hoşuna gitmişti.
Reggie’nin İngiltere’de bulunduğu süre boyunca o ve Agatha hemen her gün golf oynadılar.
Çok sıcak bir günde biraz golf oynadıktan sonra Agatha “Çok sıcakladım, Reggie!” dedi.”Biraz dinlenelim mi?”
Gölgelik bir ağacın altına oturarak sohbet etmeye başladılar. Birden Reggie Agatha’ya döndü. “Seninle evlenmek istiyorum, Agatha. Bunu biliyor musun? Belki de anlamışsındır. Fakat sen hâlâ çok gençsin ve…”
“Hayır, değilim.”dedi Agatha. “O kadar da genç değilim.”
Reggie “Hem senin gibi tatlı bir kız evlenmeyi aklından bile geçirmez herhalde.” dedi.
“Kimseyle evlenmek istemiyorum.” dedi Agatha. “Ama… Evet, seninle evlenmek hoşuma giderdi.”
“On gün içinde Hong Kong’a geri dönmem gerekiyor.” dedi Reggie. “İki yıl orada kalacağım ama geri geldiğim zaman, eğer hayatında başka biri olmazsa…”
“Kimse olmayacak!” diye konuştu Agatha.
Sonra Reggie Hong Kong’a döndü.
Agatha ona mektuplar yazdı, o da cevaplar gönderdi. Herşey kararlaştırılmıştı. Reggie eve döndüğü zaman evleneceklerdi.
TREN İSTASYONUNDAKİ ÇAY
1912 yılı, Ocak ayının 12’sinde, Agatha yirmi iki yaşındayken, Lord ve Lady Clifford’ların evinde verilen bir partiye katıldı. Cliffordlar Torquay’dan yirmi mil uzaklıktaki Chudleigh yakınlarında oturuyorlardı, partide Agatha’nın akranı pek çok genç vardı.
O akşam genç bir subay yanına gelerek “Benimle danseder misiniz?” diye sordu Agatha’ya.
“Ben mi?” dedi Agatha. “Ah, tabii, olur.”
Adı Archibald Christie olan bu genç adamın dostça bakan mavi gözleri vardı, uzun boylu ve yakışıklıydı. Agatha ona hemen ısınmıştı. O akşam birçok sefer dansettiler ve Archie planlarından bahsetti.
“Uçmak istiyorum.” dedi.”Kraliyet Uçuş Birlikleri’ne girmeye çalışıyorum.”
“Heyecan verici!” dedi Agatha.
Bir hafta sonra, komşularından birinde arkadaşlarıyla çay içerken Agatha’ya bir telefon geldi. Annesi arıyordu.
“Eve geliyor musun Agatha?” dedi Clara. “Genç bir adam geldi, ona çay ikram ettim. Kim olduğunu bilmiyorum, sanırım seni görmek istiyor.”
Arkadaşlarından ayrılıp eve gitmek durumunda kaldığı için Agatha’nın canı sıkılmıştı ancak Ashfield’e gittiğinde Archie Christie’yi kendisini bekler buldu.
“Merhaba,” dedi.”Torquay’a gelmiştim ve seni tekrar görmenin hoş olacağını düşündüm.”
Yüzü kıpkırmızıydı ve gözlerini yerden kaldıramıyordu. Agatha gülümsedi.
Archie tüm öğleden sonrayı orada geçirdi ve akşam yemeğine de kaldı. Gitme zamanı geldiğinde Agatha’ya bir teklifte bulundu. “Benimle Exeter’deki konsere gelmek ister misin? Sonra da Redcliffe Oteli’nde çay içebiliriz.”
“Bu hoşuma giderdi.” dedi Agatha annesine baktı. “Gidebilir miyim anne?”
“Konsere gidebilirsin Agatha.” dedi Clara. “Ama otelde çay içmeniz uygun olmaz.”
“O zaman Agatha’yı çaya Exeter İstasyonu’ndaki lokantaya götürebilirim!” diye atıldı Archie.
Agatha güldüğünü göstermemeğe çalıştı, ancak annesi bunu kabul etmişti. Böylece Agatha ve Archie konsere gittiler, ardından da Exeter İstasyonu’nda çay içtiler!
Archie onu eve bırakırken, “3 Ocakta Torquay’da yeni yıl balosu var.” dedi Agatha. “Sen de gelir misin?”
Genç adam gülümsedi.”Elbette,”dedi.”Seni mümkün olduğunca çok görmek isterim.”
Fakat Archie yeni yıl balosuna geldiği zaman çok sessizdi ve mutsuz görünüyordu. Bir şeylere üzüldüğü belliydi ama Agatha hiçbir şey sormadı.
İki gün sonra 1913, Ocak ayının 4′ünde birlikte başka bir konsere gittiler. Archie’de hâlâ bir durgunluk vardı, konserden sonra Agatha ona neyi olduğunu sordu.
“Kraliyet Uçuş Birlikleri beni kabul etti.” dedi Archie. “İki güne kadar Exeter’den ayrılıyorum. Salisbury’e gitmem gerekiyor.” Ona baktı. “Agatha, benimle evlenmelisin! Benim için yalnızca sen varsın! Cliffordların evinde karşılaştığımız ilk akşamdan beri bunu düşünüyorum.”
Agatha çok şaşırmıştı. “Fakat… fakat seninle evlenmem imkansız çünkü Reggie’ye onunla evleneceğime dair söz verdim.” Reggie Lucy’nin kim olduğunu anlattı.
“Onunla gitmeden evvel evlenmedin.” dedi Archie. “Neden peki? Çünkü onu gerçekten sevmiyorsun!”
“Biz… düşündük ki beklemek daha iyi olur-” diye söze başladı Agatha.
“Beklemek istemiyorum.” diye lafını kesti Archie. “Seninle hemen evlenmek istiyorum, gelecek ay ya da ondan sonrakinde.”
“Bunu yapamayız!” dedi Agatha. “İkimizin de parası yok. Nasıl yaşarız?”
Aslında Archie’yle evlenmeyi o da istiyordu.
“Archie benimle evlenmek istiyor ve ben de istiyorum bunu. Hem de çok istiyorum!” diye konuştu annesiyle.
Clara şaşırmıştı. “Beklemelisiniz.” dedi her ikisine de. “Seni takdir ediyorum Archie, ancak henüz yirmi üç yaşındasın ve ikinizin de hiç parası yok.”
Böylelikle Archie Salisbury’e gitti, o ve Agatha beklediler. Agatha, Reggie Lucy’e mektup yazarak olanları anlattı. Bu mektubu yazmak bir hayli güç olmuştu ama Reggie’den gayet kibar bir yanıt aldı. “Bunun için üzülme.” diyordu. “Anlıyorum.”
* * *
Ağustos 1914′te İngiltere umulmadık şekilde Almanya’yla savaşa girdi. Archie Kraliyet Uçuş Birlikleriyle Fransa’ya gitti ve Agatha da Torquay’daki Torbay Hastanesi’nde gönüllü hemşire olarak çalışmaya başladı.
Archie Aralık ayında beş günlüğüne İngiltere’ye geldi ve Agatha Londra’da onu karşıladı. Birlikte Archie’nin annesinin yaşadığı Bristol’e geçtiler. Daha fazla beklemeye tahammülleri yoktu, evlenmek istiyorlardı.
Archie’nin annesi buna taraftar değildi ama Clara farklı düşünüyordu. “Evet, hemen evlenin.” dedi. “Savaş devam ediyor. Ne olacağı belli olmaz. Elinizdeyken mutlu olun.”
Clara’nın desteğiyle Agatha ve Archie 1914 yılı Aralık ayının 24 ünde nihayet evlendiler. İki gün sonra Archie orduya geri döndü ve Agatha altı ay boyunca onu göremedi.
* * *
1915 yazında Agatha hastalandı ve bir kaç hafta hastanedeki işine devam edemedi. Geri döndüğünde hastanenin eczanesinde çalışmaya başladı. Orada detektif hikayeleri yazan birinin çok işine yarayacak şeyler öğrendi. Zehirler hakkında bilgi sahibi oldu.
BİR DETEKTİFLİK HİKAYESİ
Savaş başlamadan bir süre önce, bir gün, Agatha ile ablası Madge detektif hikayeleri üzerine konuşuyorlardı. İkisi de bu tarz kitapları okumaktan hoşlanırdı.
“Ben de bir detektif hikayesi yazmak isterdim.” dedi Agatha.
Madge, “Beceremezsin.” dedi. “Bence onları yazmak çok zor.”
“Olsun, bir gün denerim belki.” dedi Agatha.
Bu fikir Agatha’nın aklına yatmıştı, yazabileceğini Madge’e göstermek istiyordu. Yıllar sonra hastane eczanesinde çalışırken, bunun üzerine düşünmeye başladı.
“Hikayede bir katil olmalı tabii.” diye fikir yürüttü. Sorular hızla kafasını meşgul etmeye başlamıştı. “Fakat nasıl bir katil? Ölüm zehirlenme sonucu mu olmalı? Kim ölecek? Katil kim çıkacak? Ne zaman? Nasıl? Neden? Nerede? Ve tabii bir de detektif…”
Belçika’daki savaş sebebiyle bir kısım Belçikalı Torquay’a gelmişti. Clara, kasabadaki diğer yerli halk gibi, göçmenlere iyi davranmış ve yardım etmişti. Onlara evlerini döşemeleri için yatak ve sandalyeler vermiş, memnun olmaları, rahat etmeleri için uğraşmıştı. O zaman, Agatha birden onları anımsadı.
“Detektif bir Belçikalı olsa?” diye düşündü ve karakteri zihninde şekillendirmeye başladı. ” Çok zeki ve düzen tutkunu, ufak tefek bir adam… Fakat bir ad gerekiyor. Buldum, ona Hercules diyeceğim!” güldü. “Küçük bir adam için büyük bir isim bu. Ve soyadı? Poirot. Hercules- hayır Hercule Poirot! Evet işte bu.”
Agatha eczanede her boş kaldığında bu detektif hikayesini düşündü. Zehirler hakkında bir çok şey öğrenmişti. Hangilerinin ne kadar sürede etki ettiğini, ne kadar verilmesi gerektiğini, zehirlerin tatlarının ve kokularının neye benzediğini… İnsanların zehirlenme sonucunda ölürken yüzlerinin nasıl morardığını, uykularında ya da acıdan kıvranarak öldüklerini biliyordu. İyi bir detektif, ve tabii detektif hikayeleri yazan biri bu gibi şeyleri bilmeliydi. Evde Madge’in eski daktilosunu kullanarak hikayesini yazmaya başladı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Clara bir gün.
“Bir detektif romanı yazıyorum.”dedi Agatha. “Bitirmek istiyorum ama vakit bulmak zor.”
“Neden tatildeyken onu yazmıyorsun?” dedi Clara. “Yazdıklarını al ve sessiz, hoş bir yerlere git. Nereye gitmek istersin? Dartmoor olur mu?”
“Evet!” dedi Agatha. “Dartmoor!”
Dartmoor, Devon yakınlarında güzel, tenha bir kır kasabasıydı. Agatha Madge’in daktilosunu aldı ve Hay Tor’daki Moorland Oteline yerleşti. Moorland birçok odası olan büyük bir oteldi ama pek fazla müşterisi yoktu. İki hafta boyunca her sabah odasında kitabını yazdı, öğleden sonraları da kırlarda tek başına yürüyüşe çıktı. Her şey çok iyi gidiyordu. Karakterler kafasında gittikçe belirginleşiyor,yürüyüşleri sırasında ertesi gün neler yazacağını planlıyordu.
Tatili boyunca kitabının kalan yarısını bitirdi ve onu bir yayıncıya yolladı. Kitap geri gönderildi, ama Agatha buna şaşırmadı. Tekrar gönderdi, yine önceki gibi geri geldi. Üçüncü kez gönderdiğinde de aynı şey tekrarlandı. Sonunda kitabı Bodley Head Yayınevi’ne yolladı ve onu aklından çıkardı.
İki yıl geçti. Savaş sona erdi, Archie Londra’ya dönerek çalışmaya başladı, Agatha’nın bir kızı oldu- Rosalind. 1919 yılında, ailesiyle Londra’da bir apartman dairesinde yaşıyorlarken bir sabah Agatha bir mektup aldı.
Mektup Bodley Head’den geliyordu. Agatha çabucak mektubu açarak okudu: …bize gelebilir misiniz? …sizinle kitabınız hakkında konuşmak istiyoruz…
“Kitabımdan bahsediyorlar- ‘Styles’taki Esrarengiz Vaka’” diye Archie’yle söyledi bunu. “Sanırım onu basacaklar.”
“Hemen gitmeli ve onlarla görüşmelisin!” dedi Archie.
Agatha yayınevine gitti ve beyaz saçlı, küçük bir adam olan John Lane’le tanıştı.
“Oturun.” dedi adam. Sesi gayet kibardı. Mavi gözleri Agatha’ya dikkatle bakıyordu. “Bazı okuyucularım kitabınızın basılabileceğini düşünüyor. Fakat son bölümün biraz değiştirilmesi lazım. Bazı küçük ayrıntılar…”
Agatha heyecanla dinliyordu. Kitabı yazmış olmaktan memnundu. Styles’taki Esrarengiz Vaka onun ilk detektif hikayesiydi, onu kitapçılarda görmeyi hayal ediyordu. Bir iki yeri değiştirdi, farklı bir son yazdı ve sonunda John Lane’i hoşnut etmeyi başardı.
İYİ BİR DETEKTİF HİKAYELERİ YAZARI
İlk kitabı Styles’taki Esrarengiz Vaka 1920′de basıldı. Ama bundan evvel, Agatha başka bir kitap yazdı.
Bunu Archie önermişti.
Agatha ona annesinin Ashfield’in masraflarını ödemekte zorlandığını söylemişti.
“Neden Ashfield’i satmıyor?” demişti Archie Agatha’ya. “O ev bir kişi için fazlasıyla büyük. Daha ufak bir yer satın alabilir.”
“Ashfield’i satmak mı?” dedi Agatha. “Hayır, olmaz. O evi seviyorum, orası bizim yuvamız”
“O halde neden onun için birşeyler yapmıyorsun?” diye sordu Archie.
“Bir şey yapmak mı? Ne demek istiyorsun?”
“Neden yeni bir kitap yazmıyorsun? Belki onunla ev için gereken parayı kazanabilirsin.”
Agatha bu konu üzerine düşündü. Ashfield onun ailesine aitti. ve elden çıkarılmamalıydı. Bunu önlemek için hiç bir şey yapamaz mıydı?
“Yeni bir kitap yazabilirim herhalde.” diye düşündü. “Fakat ne üzerine yazacağım?”
Bu sorusunun cevabı bir kafede çay içtiği bir günde geldi. Yan masada iki kişi konuşuyorlardı. Agatha bir isim duydu- kulak kabarttı. Jane Fish adındaki birinden söz ediyorlardı.
“Ne enteresan bir isim,” diye düşündü Agatha. “Öte yandan… Bir hikaye için iyi bir başlangıç olabilir! Biri bir kafede ilginç bir isim işitir. Ve sonra…? Hımm, belki “Jane Finn” daha uygun bir isim olur. Evet, şimdi düşünelim…”
Agatha cafeden ayrılmadan önce, bir hikaye taslağı kafasında dolanmaya başlamıştı. Eve giderek hemen onu yazmaya koyuldu.
Kitaba Gizli Düşman adını verdi, bu kitap 1922′de basıldı.
Bu hikayesinde Belçikalı detektif Hercule Poirot yoktu, ama sonraki kitabı Cinayet Zinciri’nde yine mevcuttu. Okuyucular onu sevmişti. O kısa boylu, düzen tutkunu, ufak tefek bir adamdı, yeşil gözleri, siyah saçları ve gür bıyığı vardı. Ve diğer ünlü bir detektif olan Sherlock Holmes gibi, çok çok zekiydi. Bu özelliğini saklamazdı, ne kadar zeki olduğunu hikayedeki diğer kişilere her zaman söylerdi.
Diğer kitaplar basılmaya devam etti, bazıları Poirot’lu ve bazıları da onsuzdu- Kahverengi Elbiseli Adam, Poirot’nun İncelemesi ve Bacadaki Sır.
Danışman Hughes Massie, şimdi Agatha ile çalışıyordu. “Sana yeni bir yayıncı lâzım.” dedi ona. “Bodley Head’den daha fazlasını ödeyecek bir yayınevin olmalı. Sen iyi bir detektif hikayeleri yazarısın Agatha, kitapların gayet iyi satmaya başladı.”
Böylelikle Massie Agatha’nın bir sonraki kitabı Roger Ackroyd Cinayeti‘ni William Collins’in yayıncısına gönderdi. Bu Agatha için farklı önemi olan bir kitaptı.
Roger Ackroyd Cinayeti 1926 yılının ilkbaharında yayınlandı ve insanlar hemen onu konuşmaya başladılar. Onların ilgisini çeken kitabın büyük bir sürprizle bitmesiydi.
Bazıları kitabın sonuna gelip katilin adını öğrendiklerinde.”Burada bir hile var!” diyordu.
“Hayır, yok,” diyordu diğerleri. “Bu çok zekice yazılmış bir hikaye.”
“Herkesin nesi var?” dedi Agatha Archie’ye. “Hile yapmadım. Böyle söylemeleri doğru değil. Hikayeyi dikkatle okumaları gerekiyor sadece.”
Agatha doğru söylüyordu. Bütün ipuçları hikayede mevcuttu, zeki bir okuyucu katilin adını tahmin edebilirdi. Birçoğu ise bunu beceremiyordu.
(Sondaki sürprizin ne olduğu ve katilin adını öğrenmek için tek yol bu kitabı okumak!)
Roger Ackroyd Cinayeti yayınlandıktan sonra, birçok insan Agatha’nın kitaplarını almaya başladı ve Agatha çok para kazandı.
Christie’ler Londra’dan otuz mil uzakta, Sunningdale’de bir ev satın aldılar.
“Eve ne isim vereceğiz?” diye sordu Agatha.
“Styles,” dedi Archie, “O senin ilk kitabındı.”
Styles’taki Esrarengiz Vaka kitabının kapak resmini de evin duvarına astılar.
Ancak Sunningdale’le taşınmalarının ardından kısa bir süre sonra Agatha’nın ismini İngiltere’deki bütün gazetelerin ilk sayfalarına çıkaracak bir olay oldu.
Agatha kaybolmuştu.
İnsanlar, o sıralar çok mutsuz olduğu için böyle bir şeyin olduğunu düşündüler. Önce annesini kaybetmişti. Ve ardından Archie’nin Nancy Neele adında genç bir kadına aşık olduğunu öğrenmişti.
AGATHA KAYBOLUYOR
1926 yılının bir cuma gününe denk gelen 3 Aralık sabahı, Archie Styles’dan ayrıldı ve haftasonunu arkadaşlarıyla geçirmeye gitti. Misafir olduğu eve gelenler arasında Nancy Neele de vardı. Agatha bunu biliyor muydu, bundan emin değiliz.
O karanlık kış gecesinde Agatha’nın neler düşündüğünü kimse bilemez. Henüz yedi yaşında olan Rosalind uyuyordu. Christie’lerin iki hizmetçisi mutfaktaydı. Bilinen tek şey, o akşam saat sekiz sularında Agatha dışarı çıktı ve arabasına binerek oradan uzaklaştı.
O gece bir daha eve dönmedi.
* * *
Cumartesi sabahı, Yorkshire,Harrogate’deki Hydro Oteline taksiyle bir kadın geldi. Hydro, kasabanın merkezinde, Harrogate’in en büyük ve en iyi otellerinden biriydi.
“Bir oda istiyorum.” dedi kadın. Küçük bir bavulu vardı ve yorgun görünüyordu.
Resepsiyondaki adam “Tabii, efendim.” dedi.”Birinci kat numara beşte güzel bir odamız var. Sıcak ve soğuk suyu mevcut, haftalık ücreti de yedi paund.”
“Teşekkürlere, onu tutuyorum.” dedi kadın.
“İsminiz, lütfen.”dedi adam.
“Bayan Teresa Neele,” diye yanıtladı bavuluyla gelen kadın.
* * *
Aralık ayındaki o soğuk Cumartesi sabahı, onbeş yaşlarında bir çocuk Silent Pool denilen bir gölün kıyısında yürüyordu. Burası Sunningdale’den 14 mil uzaklığında, Newlands Corner civarıydı. Çocuğun adı, George Best idi.
Birden George bir araba gördü. Göl yamacında yoldan çıkmıştı, farları yanıyordu.
“Ne tuhaf,” diye düşündü. “Bu araba niye yoldan aşağı gitmiş, niye farları açık?” Sonra arabaya daha yakından bakmaya gitti.
Araba boştu, sürücü kapısı da açıktı. George içeri baktığında bir palto ve kapağı açık bir bavul gördü. Çantadakilerin yarısı dışarı dökülmüştü; üç elbise, bir kaç ayakkabı ve üzerlerinde “Mrs.Agatha Christie” yazan kağıtlar…
George hemen bir polis getirmeye gitti.
* * *
Bütün gazeteler olayı yazıyordu, ön sayfalarda Agatha’nın resimleri vardı. Detektif hikayeleri yazarı neredeydi? Ölmüş müydü? Cinayet mi işlemişti? İntihar mı etmişti?
Yedi Aralık’ta Daily News gazetesi bu soruların cevaplarını bulacak kişiye yüz paund vereceğini vaadetti. Bundan sonraki günlerde yüzlerce polis ve halktan binlerce kişi onu aramaya devam etti.
Daily Mail’in bir muhabiri “Karınız kaybolmaktan hiç bahseder miydi?” diye sordu Archie’ye.
“Evet,” dedi Archie. “Bir süre önce kızkardeşine, ‘Canımın istediği bir zaman kaybolacağım. Bunu dikkatle planlayacağım, ve hiç kimse beni bulamayacak.’ demiş. Belki bunu yaptı. Belki de hasta ve kim olduğunu hatırlamıyor.”
Polis Archie’yi sorguya çekti, evini gözetim altına aldı ve onu takip etti.
“Agatha’yı öldürdüğümü düşünüyorlar,” dedi Archie bir arkadaşına.
* * *
Hydro Oteli’nde kalan kadın kahvaltısını odasında yapıyor ve öğleden sonralarını otelin oturma salonunda sessizce okuyarak geçiriyordu. Otelde kalan diğer kişilere ‘İyi sabahlar’ ve ‘İyi günler’ den başka bir şey demiyor ve ona hiç mektup gelmediği için üzgün görünüyordu.
Bir gün otelin oda hizmetlilerinden biri, müdürün karısı Mrs. Taylor’ı görmeye gitti.
“Mrs Neele Daily Mail’de resmi çıkan şu kadına benziyor.” dedi oda hizmetlisi. “Onu tanıyorsunuz- Agatha Christie!”
Mrs. Taylor bunu kocasına aktardı, bu konuda hiçbir şey söylememeye karar verdiler. Otelde olay çıkmasını istemiyorlardı.
Ancak Hydro Otelindeki başka iki kişi de ‘Mrs. Teresa Neele’i göz hapsine almışlardı.
Otelde akşamları müzik çalan Bop Tappin ve Bop Leeming’in dikkatini bir köşeye çekilip sessizce oturan bu kadın çekmişti, bunun üzerine konuşmaya başladılar.
Bir akşam, “Bu Neele denen kadının Agatha Christie olduğundan eminim.” dedi Bop Tappin arkadaşına.
“Doğru söylüyorsun.” diye onu onayladı Bop Leeming. “Ne yapmamız lâzım?”
Ertesi gün polise gittiler.
Polis bu bilgiyi Agatha’nın kocasına aktardı ve Archie Christie 14 Aralık akşamı saat 6.45 te Hydro Oteline gitti. Karısını oturma odasından çıkarken gördü ve onun arkasından gitti.
“Merhaba Agatha,” dedi.
Agatha kocasına dikkatle baktı, fakat onun kim olduğuna karar verememiş gibiydi.. “Merhaba,” dedi.
* * *
Otel kısa süre içinde gazetecilerin istilasına uğradı.
Sonra Archie onlara açıklama yaptı,”Karımın hafızasını kaybettiğini sanıyorum. Beni tanımıyor, nerede olduğunu bile bilmiyor.”
O ve Agatha ertesi gün otelden ayrıldılar. Her yer gazetecilerle doluydu. Christie’leri istasyona kadar takip ettiler, ürkmüş Agatha’nın resimlerini çekmeye çalıştılar, o ise yüzünü ellerinin arasında saklıyordu. Zayıflamış görünüyordu ve yüzü bembeyazdı.
Ve Londra’da, yüzlerce insan King’s Cross istasyonunda Harrogate’den gelecek treni bekliyorlardı. Herkes ‘Sırların Kadını’nı ve kocasını görmek istiyordu. Onların hayatları da şimdi, Agatha’nın detektif hikayelerinden çıkma bir şeyler gibi görünüyordu.
Archie suskun duran, ürkmüş Agatha’nın kalabalığın arasından geçmesine yardım etti. Muhabirler onlara sorular sorup resimlerini çektiler ama ne Archie ne de Agatha tek kelime konuşmadı.
Hayatının geri kalanında da, Agatha Harrogate, Hydro Oteli ve ‘Teresa Neele’ hakkında hiç konuşmadı. Fakat o ayrıldığı gece Styles’ta gerçekten neler olmuştu? Niçin arabasını bırakmıştı? Harrogate’e nasıl gitmişti? Bütün bunlar bir sırdı.
Hâlâ da öyle.
GENÇ BİR ARKEOLOG
1927 yılının ilk günlerinde, Agatha, dostları Madge ve kocasıyla birlikte Manchester yakınlarındaki Cheadle’a kalmaya gitti. Archie Styles’ta kaldı, Nancy Neele ile evlenmek istiyordu, Agatha’ya ayrılmalarını teklif etti. Agatha önce bunu kabul etmedi, ama sonunda peki dedi ve 1928 Nisan’ında boşandılar. Kızları Rosalind Agatha’yla kaldı.
“Bundan sonra ‘Christie’ ismini kullanmak istemiyorum.” dedi Agatha yayıncısına. “Başka bir isim kullanacağım.”
“Onu şimdi değiştiremezsin.” dedi yayınevi sahibi. “Okuyucuların ‘Agatha Christie’ ismini tanıyor, bu yüzden O’nun kitaplarını alıyorlar. İsmini değiştirecek olursan, kimse kim olduğunu bilmez.!”
Sonunda, Agatha ‘Christie’ soyadını değiştirmemeği kabul etti, fakat bundan hiç memnun değildi. Fakat William Collins haklıydı. İngiltere ve Amerika’da binlerce insan Agatha’nın kitaplarını okuyordu.
Sonra, 1928 sonbaharında, Agatha Batı Hint Adaları’na gitmeye karar verdi. Rosalind okula başlamıştı ve Agatha güneşli bir tatil yapmak arzusundaydı, böylece Jamaica’ya giden bir gemiye bilet aldı.
İngiltere’den ayrılmadan iki gün önce, Agatha arkadaşlarıyla yemeğe çıkmıştı. Akşam boyunca, Bağdat’dan yeni gelmiş bazı insanlarla sohbet etti. Onlar Mr. ve Mrs. Commander Howe’du.
“İnsanlar Bağdat’ın kötü bir yer olduğunu söylerler,” dedi Mrs. Howe. “Ama biz orayı sevdik.”
Kadın şehir hakkında konuştukça, Agatha büyük bir ilgiyle dinledi. Kısa süre içinde kendisinin de Bağdat’a gitmek istediğine karar verdi.
“Oraya nasıl gidebilirim?” diye sordu. “Deniz yoluyla?”
“Trenle gidebilirsin.” dedi Mrs. Howe. “Doğu Ekspresiyle.”
“Doğu Ekspresi!” dedi Agatha. “Bu ünlü trenle yolculuk etmeği hep istemişimdir. West İndies’e değil, Bağdat’a gideceğim!”
Howe’lar buna memnun olmuştu, Agatha’ya gidebileceği ilginç yerlerin isimlerini yazıp verdiler. “Ur’a da mutlaka gitmelisin,” dedi Commander Howe.
Ertesi gün, Agatha Batı Hint Adaları biletlerini İstanbul üzerinden Bağdat’a giden Doğu Ekspresi’nin biletleriyle değiştirdi.
Bu onun için heyecan verici bir yolculuktu, ilk defa yalnız seyahat ediyordu. Ve bu yolculuk ona o ünlü kitabı için ilham kaynağı oldu: Doğu Ekpresi’nde Cinayet.
Bağdat’da kalırken, Commander Howe’un söylediklerini hatırladı “Mutlaka Ur’a gitmelisin.”
Arkeoloji Agatha’nın hayli ilgilendiği bir konuydu, ve arkeolog Leonard Woolley ve karısı Ur’da çalışıyorlardı.
Katherine Woolley Agatha’yla tanışmaktan çok memnun olmuştu.
“Kitaplarınıza bayılıyorum!” dedi Agatha’ya. “Roger Ackroyd Cinayeti‘ni daha yeni bitirdim. Harika bir kitaptı!”
Agatha Woolley’lerin özel ziyaretçisi oldu. Ur hoşuna gitmişti, arkeologları seyretmeyi sevmişti. Yavaş ve yorucu bir işti bu, çok dikkatli kazı yapmak zorundalardı. Bazen saatlerce hiçbir şey bulamıyorlardı, zaman zaman da eski toprak kaplar ve bıçaklar buluyorlardı. İşçilerden birinin binlerce yıllık bir parçayı bulması çok heyecan verici oluyordu.
“Önümüzdeki yıl buraya tekrar gelmeliyiz.” dedi Katherine Woolley.
Böylece Agatha da onlara katıldı. 1930 Mart’ında yurt dışına çıktı, Woolley’lerin İngiltere’ye dönmeyi planladıkları haftaya denk geliyordu. Planladıklarına göre Agatha onlarla Suriye’yi ve Yunanistan’ı gezecekti.
Woolley’lerle birlikte çalışan Max Mallowan isimli bir arkeolog vardı. 25 yaşlarında sessiz bir genç adamdı.
“Sana Necit(Nejef)’i ve Kerbela’yı göstermesini Max’dan rica ettik.,” Katherine Woolley dedi Agatha’ya. “Necit ölümün kutsal şehridir ve Kerbela’da harika bir cami vardır. Biz buradan ayrılıp Bağdat’a giderken o sana oraları gezdirecek. Yolda Nippur’u da görebilirsin.”
“Ah, ama Max sizinle Bağdat’a gitmek istemez mi?”dedi Agatha. “İngiltere’deki evine gitmeden önce oradaki arkadaşlarını görecektir.”
“Hayır,” dedi Katherine. “Max seni gezdirmekten memnun olacak.”
Genç arkeolog Agatha ile ilgilenmekten memnundu. Ondan hemen hoşlanmıştı, Agatha da onu sevmişti. Birlikte oldukları süre boyunca konuştular, güldüler, eğlendiler.
Bağdat’da Woolley’lerle karşılaştılar ve dördü birlikte Yunanistan’a gittiler. Ancak Atina’da kalacakları otelde, Agatha’yı yedi adet telgraf bekliyordu. Bütün telgraflarda aynı haber vardı. Rosalind hastalanmıştı. Agatha’nın derhal eve dönmesi gerekiyordu.
“Seninle geleceğim,Agatha,” dedi Max.
“Oh, teşekkürler,Max,” dedi Agatha. “Fakat senin planların yok mu?”
Max sukunetle “Planlarımı değiştirdim,” dedi,. “Seninle geliyorum.”
Bunun üzerine birlikte seyahat ettiler. Eve vardıklarında, Rosalind’i daha iyi buldular, bu bir mutlu sondu. Ve çok yakında bir diğer güzel şey oldu.
Agatha Max’dan on dört yaş büyüktü ama İngiltere’ye dönüş seyahatleri sırasında Max ona önemli bir soru sormaya karar vermişti. Ve İngiltere’ye geldiklerinde, Agatha’ya evlenme teklif etti.
1930′un 11 Eylül günü İskoçya, Edinburgh’da evlendiler.
* * *
1930 Agatha’nın diğer ünlü detektifinin ilk ortaya çıktığı yıldı: Papaz Evinde Cinayet. Adı Miss Marple’dı- İngiltere’nin sakin köylerinden St. Mary Mead’da yaşayan ufak tefek yaşlı bir kadın. Miss Marple tipik bir büyükanneydi, yemek pişirip, çiçeklerle ilgilenmekten hoşlanan sevimli bir kadın. Ancak çok keskin gözleri ve kulakları vardı. Her şeyi, duyar, görür ve hatırlardı -adları, yüzleri, tren ve otobüs tarifelerini, bir tişortun rengini, bir kapının kapanırken çıkarttığı sesi. Ve daima polisten önce katilin kim olduğunu keşfederdi.
Okuyucular Miss Marple’ın bulunduğu öyküleri sevdiler, ve o da en az Hercule Poirot kadar ünlü oldu. Fakat o gerçek bir insan mıydı? Karakter için ilham nereden gelmişti?
“Nerden? Hatırlayamıyorum.” derdi Agatha her zaman.
LADY AGATHA
Sonraki yirmibeş yıl boyunca, Agatha Max’ın arkeolojik kazılara gitmeye devam etti. Seyahat etmeği seviyordu, bunlar onun hayatının en mutlu yıllarıydı. Yazmak için de en verimli dönemiydi.
“Hoş ve sessiz burası,” derdi Agatha. “Telefon filan yok!”
Gezdiği ilginç yerler ona en iyi kitapları için ilham veriyordu: Nil’de Ölüm, Ölümle Randevu, Gece Gelen Ölüm, Bağdat’a Geliş. O şimdi dünyadaki en meşhur detektif hikayeleri yazarlarından biriydi.
İngiltere kraliçesi Mary de pekçok insan gibi onun kitaplarından zevk alıyordu. 1946′da birgün, Agatha Londra’daki İngiliz Radyosu’ndan bir mektup aldı.
“Kraliçe Mary’nin 80. doğumgünü için bir oyun yazmamı istiyorlar!” dedi Max’a. “Bir radyo piyesi.”
“Bunu mutlaka yapmalısın.” dedi Max.
Agatha’nın radyo için yazdığı oyunun adı Üç Kör Fare idi. Sonra bir Londra tiyatrosu için oyunu tekrar yazdı. Bu defa daha uzun yazmıştı, ona yeni bir isim verdi, Fare Kapanı.
Bu çok ünlü bir oyundu. 1952′de ilk kez oynandı, ve hâlâ Londra tiyatrolarında oynuyor. 1997′de, 45 yıl sonra bile insanlar hâlâ oyunu görmeye gidiyorlar.
Niçin? İyi bir cinayet bilmecesi, evet, ama Fare Kapanı‘nda bir diğer hikaye var. Her gece, oyunun sonunda, oyunculardan biri tiyatrodaki seyircilere diyor ki,”Lütfen arkadaşlarınıza oyundaki katilin kim olduğunu söylemeyin. Tiyatroya gelip kendi gözleriyle görsünler!”
Böylelikle herkes katilin ismini saklar ve böylece daha çok insan oyunu görmeye gider.
1971′de, Kraliçe Elizabeth Agatha’ya kadınlara mahsus bir kraliyet nişanı (dame) verdi, bu bir İngiliz kadını için büyük onurdu.
Agatha Christie neden bu kadar meşhur olmuştu? Bunun sebebi onun harika bir hikayeci oluşu olabilir. Cinayet bilmecelerini büyük bir dikkatle planlardı, oraya buraya birkaç ipucu bırakırdı. Bunlar zekice ipuçlarıydı, bu yüzden katilin adını tahmin etmek zordu. Bunu kim yapmıştı? Bilmek istiyoruz ve kitabın sonunda herşey ortaya dökülüyor, cevabı buluyoruz. Ve hikayelerin tamamı cinayet ve ölümden oluşmuyordu -bilmeceler, güzel sonlar, detektifin daima suçluyu yakaladığını okumak da hoş bir şeydi. Birkaç saat için düzeni ve rahatı olmayan gerçek hayattan uzaklaşabiliyoruz.
Agatha Christie 1976 yılının 12 Haziran’ında öldü. Hayatı boyunca altmış yedi detektif romanı, on kısa hikaye kitabı, on üç oyun ve Mary Westmacott takma adıyla yazdığı cinayetle ilgisi olmayan altı roman, hayatı hakkında iki kitap. Kitaplarından birçok film yapıldı, en ünlülerinden biri 1974 yılında çekilen Doğu Ekspres’inde Cinayet’tir.
Bugün kitapları kırk farklı dile çevrilerek milyonlarca basıldı, Çin’den Nikaraguay’a dünyanın her yerinde okundu. Agatha Christie belki de dünyanın gelmiş geçmiş en iyi detektif hikayeleri yazarıydı, hayatında da kitaplarında da büyük bir sır vardı.