Ayşe Akdeniz, Istanbul doğumlu. Yuksek ogrenimini guzel sanatlar dalinda Ingiltere’de tamamlayıp ABD’ye yerlesen Akdeniz, bir sure Yeni Gundem Gazetesinde ABD hakkında yazılar yayımlamıştı. Casuslar dünyasındaki bir aşkı anlattığı ve kendisinin “karalama” olarak nitelediği ilk romanı 1999 tarihini taşıyor.
Ayşe Akdeniz, kendisi gibi İngiltere’de –ama arkeoloji bolumunde- egitim yapan bir kadının, Rüzgar’in başından gecen bir dizi olay üzerine kurmuş hikayesini. Polisiyeden cok pembe edebiyata dahil edilebilecek romanın kahramanı elbette guzel ve cekici bir kadın. Erkekler, zengin ve yakışıklı, polislere ise adaleler ve yine kadınlari celbeden fiziksel ozelliklerle donanmış. Ayse Akdeniz, yasadığı ulkedeki Best-Seller’lerin etkisiyle surduruyor hikayesini. Zengin bir Suudi ailesinin oğlu öldürülüyor, adam Rüzgar’in eski sevgilisi Usame’nin erkek kardesi ve bir haritanın peşinde. Ancak bu Usame bildigimiz şahsiyet değil, ama hikaye ilerledikçe bildik olan da –adamları aracılığıyla- olaya karışıyor ve roman, “okuyucunun ilgisini cekebilecek ne varsa kullanmalı” mantığından hiç taviz vermiyor. Mesela, aranan hazinenin tarihini nakletmekle yetinmiyor, onun yerine M.Ö 500’lü yıllara sıçrıyor, o dönemdeki bir aşkı anlatıyor Akdeniz. Ustelik bu askın okudugumuz roman kahramanlarıyla metafizik bir ilgisini de kurmuş.
Hikayenin bir başka popüler teması ise cok kulturluluk ve Türk Yunan dostluğu uzerinden işlenmiş. Daha baştan Rüzgar kendisini Ayestafenos’lu olarak tanıtıyor Rüzgar’ı. Dogrusu halkların kardeşliği, kültürler buluşması gibi meselelere karşı değilim, ama acaba kahramanın yaş gurubundaki kaç kişi semti için Yeşilköy yerine Ayestefanos sözcüğünü kullanmıştır diye dusunmekten kendimi alamadım. Elbette Rüzgar’in –günümüzde- yaşadığı pansiyonun Rum sahipleri de pek eğreti. Tarihi eser kaçakçılarına Yunan ve Türk polisinin ortak operasyonu hepsinden daha inandırıcı, ama onun da dostlukla bir ilgisi yok elbette...
Romanda yer alan ana karakterlerden Zeyyat, araştırmacı gazeteci gorunumunde, ama aslinda “teşkilattan” biri. Ruzgar’la aralarında bir yakınlaşma olması kacınılmaz belki, ama daha goz goze gelirgelmez, az evvel bir cinayete tanık olmanın şokunu atlatamamış bir kadının “son derece biçimli, seksi, öpülesi dudakları vardı! Karnıma sıcak bir dalganın yayıldığını hissettim. Derinlerimde bir bebeğin varlığı gibi, özlemini duyduğum bir hareket vardı... Oysa Tilbe’yle buluştuğumuzda ne kadar anlamsız başlamıştı bu gece...” şeklinde düşünmesi biraz tuhaf kaçmış(bu arada Tilbe isimli ilk roman kişisine de kavuştuğumuz fark etmişsinizdir).
Aslında Ayşe Akdeniz’in Türkiye’den uzak yaşadığı belli;. mesela arkeoloğumuza “kazılarda çekilen resimleri, araştırmaları dergilerde, gazetelerde yer almaya başlayınca, Atatürk Kültür Merkezi’ndeki konserler için, hem de ön sıralardan davetiyeler almaya” başlıyor ya da komiser Nevzat, Wrigley marka bir sakız çiğniyebiliyor.
Rüzgar’ın kaçırılıp önce Rodos, sonra Antalya yakınlarındaki Kelebekler Vadisi’ne goturulmesi, esrarengiz bir pilot, Rüzgar’ın eski sevgilisi orkestra şefi Suphi, Zeyyat ve Nevzat’la birlikte derinliksiz bir maceraya doğru ilerlerken, gaipten gelen sesler de çınlıyor kulaklarımıza.
Rüzgar, Kan ve Kelebek, polisiyenin en hafifini sevenler icin bile pek hafif kalabilir. İyisi mi onu popüler aşk romanlarından hoşlananlara tavsiye edelim.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları