Polisiye dünyamıza bir özel detektif daha katıldı; Vedat Kurdel. Aslında bir de ortağı var Vedat Kurdel’in. Ancak ikilinin akıl yanını temsil eden Tefo’nun pek öyle ünde vitrinde gözü yok. Vedat’sa işin bu yönünü sevdiği için, yaklaşık on yıl önce başlayan meslek yıllarından seçme parçaları hikaye etmeye karar vermiş. On yıl öncesi bugüne karşılık geliyor. Çünkü Vedat Kurdel, 2015 yılında yazıyor polisiye romanlarını.
Algan Sezgintüredi, bu ilk polisiye romanında iki sevimli arkadaşın heyecanlı maceralarını kahramanı Vedat’ın ağzından aktarırken mizah öğesine de yer vermiş. Ama polisiyelerin izin verdiği miktarda. “Katilin Şeyi”, daha ilk sayfalarından başlayarak merak duygusunu sürekli tutan ve temposunu düşürmeyen bir roman.
Seri Cinayetler
Detektiflik bürosunun açılmasının da özzetlendiği bu ilk macerada Vedat Kurdel, otuz beş yaşlarında, üniversite bitirmiş ama bir baltaya sap olamamış, yakışıklı ama IQ’su ile övünemeyeceğini bilen bekar bir adam. Arkadaşı Tefo ise onun tam tersine ufak tefek, liseden terk, ama zekası parlak biri. İkisi de orta sınıf bir aile yapısından geliyorlar. İkamet adresleri de Kadıköy.
Vedat ve Tefo, Tefo’nun babası emekli başkomiser Nezih Beyin önerisiyle bir detektiflik bürosu açarlar. Onları ülke çapında meşhur eden işi bir gece sinema çıkışında rastlantıyla bulacaklardır. Vedat, Kadıköy’de, altmışlı yılların sonlarından kalma, beş katlı, geniş cepheli ve geniş pencereli bir apartmanın demir parmaklıklı kapısını itip girdiği bahçede ilk kez bir cesetle karşılaşır. İlk izlenimlerini şöyle nakledecektir kahramanımız; “ne kadar kanlı film seyretmiş, vahşet dolu kitap okumuş olursanız olun, ömür boyu kanunsuz ıvır zıvıra bulaşıp bolca cesetle karşılaşmamışsanız (kanunsuz olması gerekmiyor; doktor, polis, ölü yıkayıcı, morg görevlisi ya da evlerden uzak, hani felaketzede falan da olur elbette) çakmağın titrek ışığında o an gördüğümüzü görseydiniz sizin de altınıza yapasınız gelirdi, eminim”.
Buldukları kadının son üç ay içinde aynı şekilde bulunan üçüncü kurban olması polis teşkilatını ve medyayı ayağa kaldırır. Yani ortada seri cinayetler, dolayısıyla bir seri katil vakası vardır. Fırsat Tefo ve Vedat’ın ayağına gelmiştir. Nezih amcanın teşkilattaki saygınlığının sayesinde içerden de yardım alarak İstanbul sokaklarını arşınlamaya başlarlar. Ama katil de boş durmayacak, bir cinayet daha işleyecektir.
Sokakları arşınlamak işi daha çok Vedat’a düştüğünden kahramanımız güzel kızlarla yakınlaşma fırsatı da buluyor. Ama hakkını da yemeliyim; bütün dikkatini işine veriyor Vedat. Bir kez dikkatsizlik ettiğinde ise katilin eline düşecek, iplerinden kurtulup canını kurtarmak için soğuk terler dökecektir:
“İplerden kurtulmamın bir yolu yoktu… ya da vardı belki ama ben bulamıyordum. Âlicenap katilin bana bahşettiği yarım saat doldu mu dolmadı mı diye düşünürken, etrafımda bir hareket hissettim. Ayak sesi ya da başka bir şey değil; sadece bir hareket. Satırın gelişini hisseden kurbanlık misali, kafamı sağa sola çevirdim telaşla. “Duyularınız keskin,” dedi müstakbel katilim. Gelmişti. Korkum biraz daha arttı; kalbim gümbürdemeye başladı… ne zaman boğazlanacaktım acaba?”
Çenesi Düşük Bir Detektif
Çok şükür gerçek hayatta pek az karşılaştığımız “seri katil”lerden yola çıkarak kurgulanan “Katilin Şeyi”, ABD kaynaklı bu toplumsal olguyu bizim toplumumuza adapte etmeyi başarıyor. Sayfalar ilerledikçe gerilimi de tırmandırmasını bilmiş Sezgintüredi. Ama bana kalırsa polisiye hikayesine asıl tadını veren Vedat Kurdel’in uslubu. Vedat, anlatacağını bir türlü anlatamayan, lafı dönüp dolaştıran, araya gereksiz ayrıntılar sokuşturan acemi bir yazar. Mesela ilk ise çıktıkları günü şöyle ankatrıyor okuyucuya.
“İlk işimizin, ilk işimiz olması dışında anlatılacak fazla bir şeyi yok. On gün, on gece boyunca, tabii heves ve heyecanla, adamın peşinde dolaşıp pavyonlu-kadınlı-kumarlı bir araba resmini çektik. Bir yıllık müthiş gece hayatı tecrübemiz ve Tefo’nun Kapalıçarşı’dan edinilmiş çenebazlığı sayesinde bu yerlere girip adamı çaktırmadan izlemek dert olmamıştı; tabii fotoğraf makinesiyle girme işlerinde sorun oldu –ikimiz de moda meraklısı değildik; kameralı cep telefonlarından edinmemiştik o sıra; ben telefonu sadece konuşmaya yarayan bir araç olarak diye gördüğümden, Tefo da o zamana dek telefonla resim çekmeye gerek duymadığından; gereğini gördükten sonra hemen birer adet aldık tabii– ama neyse ya, uzatmayayım, gece vakti herifin girdiği kimi yerlerin yakınında, girerken ve içeride olduğu gibi, çıkarken de resmini çekebilmek amacıyla bekleyip arabada çay içmek dışında sözü edilecek bir şey olmadı çünkü. Çay, çünkü ben kahve sevmem. E, görev başında alkol alınmaz, malum: sabah ayazında sadece sigarayla da ısınılmayacağına göre geriye bir tek çay kalıyordu: biz de, takibe başlamadan evvel termosu dolduruyorduk; gayet de güzel oluyordu… yerli dedektifiz ne de olsa, plastik bardakta –ki o sıralar bizde de moda olmaya başlamıştı o rezillik– kahve içmek, sevmemem bir yana, kahveye hakaret gibi geliyordu bana… ‘Çay içilen memlekette, çay içilir,’ deyip termosla işe çıkıyorduk.
Vedat’ın acemiliği, gerçek yazarın yani Algan Sezgintüredi’nin işini kolaylaştırmış. Tempoyu hızlandırıp yavaşlatmasını, sözün uzadığı yerlerin ardından ani sıçramalar yapmasını başarıyor Sezgintüredi. Bir ilk roman olmasına rağmen anlatma konusunda hiç zorluk çekmemiş.
“Katilin Şeyi”, tadında bırakılmış parodik öğeleriyle güzel bir polisiye roman.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları