Altay Öktem’in üçüncü romanı “Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak”, Boris Vian polisiyelerini hatırlatan vaatkar ismiyle, çok sayıda cinayet vakasıyla karşılaşacağımızı işaret ediyor. Kitabın daha ilk sayfalarında anlıyoruz yanılmadığımızı. Kısaca özetleyelim: Kendisi de tanınmış bir yazar olan Yeşim Miraç, dokuz ayrı yazarın kendi ölümlerini nasıl tahayyül ettiklerine dair dokuz hikayesinden oluşan bir seçki hazırlamıştır. Ancak kitabın yayımlanmasının üzerinden çok geçmeden tuhaf bir biçimde ölüverir. Tuhaftır, çünkü kaşkolüyle asılı bulunan Yeşim’in ölümü tıpkı hikayesinde anlattığı şekilde cereyan etmiştir. Soruşturmayı yürüten Komiser Nevzat, henüz ne olup bittiğini anlayamadan ikinci yazarın ölüm haberi gelecek, onu teker teker diğerleri izleyecektir. Banyoda elinde şarap kadehiyle gideninden yıldırım çarpmasına maruz kalanına kadar her ölüm kitaptakiyle neredeyse benzerdir.
Eh, hal böyleyken, memleketin ve medyanın ilgisiz kalması elbette beklenemez. Editör de olacakların farkında: “Tam da üçüncü sayfalara uygun bir haberdi bu. Kitap, sağ çıkamamaktan söz ediyordu, yazar da sağ çıkamamıştı işte. Genç bir yazar olmasına karşın ilgi çekici bir konu yakalamış, dikkatleri üstüne çekmişti. Ustelik güzeldi. Kadın yazar olmak, üstelik güzel bir kadın yazar olmak, hem de bu özelliklere sahipken aşk kitapları yazmak yerine ölümü konu edinmek, sonra da şaka falan değil, bu gençliğe, güzelliğe, yeteneğe ve hızla yaklaşmaya başlayan şöhrete rağmen evinde ölü bulunmak... Bu haber, üstünden çok zaman geçmeden, bir-iki gün içinde üçüncü sayfa haberi olmaktan çıkar, gazetelerin baş sayfalarına taşınır, haftalık dergilere kapak olur, bütün televizyon kanallarında tartışılır durur artık” diye düşünmekten alamıyor kendisini.
Ama aceleci olmayın; ölümlerin kitap satışlarını arttırmak için tezgahlandığı yargısına varırsanız yanılırsınız. Roman giderek tekinsizliğin sularına dalarken, nicedir ölmüş yazarlar bir yana, hikaye karakterleri bile ete kemiğe bürünecekler. Üstelik ölenler yazarlarla sınırlı kalmayacak; komiser Nevzat, yardımcısı Kerim, diğer komiser Levent Caner, Ünlü polisiye yazarı Taner Yılgın, Sıla Türel, Sakine, Elem, Ziya, kahveci, editör, yani kitapta adı geçen herkes sapır sapır dökülmeye başlayacak. Kalan sağlar felaketlerin müsebbiplerinin bizzat kendi yazdıkları olduğunu fark ettiklerinde ise iş işten geçmiştir artık…
Altay Öktem, başdöndürücü bir hızla başlamış anlatmaya. Hikaye daha ilk sayfalarda okuyucuyu meraklandırmayı da başarıyor. Tam “nasıl çıkacak bu işin içinden” dediğimiz bir sırada, niyetinin polisiye ile sınırlı kalmadığını fark ediyoruz. Çünkü kısa zamanda karmaşık ve esrarengiz bir hal alan muammayı metinsel oyunlar üzerine kuran Öktem, kullandığı fantastik öğelerle, –Lovercraft’tan romanlarında sözünü ettiği Ölüler Kitabı Nekronomikon’a kadar- başka roman kahramanlarına ve yazarlara yaptığı göndermelerle kurmaca metin ve gerçeklik ilişkisini, bizzat yazma eyleminin kendisini sorgulamaya yöneliyor. Ama kuru bir sorgulama değil bu, tersine, neşeli bir uslupla kalem alınmış meraklı ve oyuncaklı bir hikaye ile, yani yine kurmaca dünyanın içinden yapmış sorgulamasını. Bu nedenle, o hızlı girişin ardından frene basmış, gerçeklikten taammüden kopmuş ve parodik bir yaklaşımla yazarın yaratma gücüne ve özgürlüğüne uzanmış. Kurmaca ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi, yazarı, metinler arasında gezinen roman kahramanlarını tartışmaya açarken küçük kalem darbeleriyle toplumsal zihniyet biçimlerini iğnelemeyi de ihmal etmiyor Altay Öktem.
Polisiye motifleri “kullanan”, ama son tahlilde polisiye diyemeyeceğimiz bir roman olmakla birlikte, Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak türün kalıplarını bilen bir yazarın kaleminden çıktığını hemen belli ediyor. Altay Öktem’in niyet farklılığı nedeniyle ham haliyle bıraktığı polisiye kurgusu aslında çok vaatkar. Romanı bitirdiğimde, keşke edebiyatın meselelerini tartışmayı bir deneme kitabına bıraksaydı da okuyucuya çözülecek bunca düğümü olan meraklı bir polisiye sunsaydı diye düşündüm.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları