Martin Beck'e yeniden kavuştuk çok şükür. Üstadın maceraları yıllar önce Milliyet Yayınları'ndan çıkmıştı, sanırım altı tane. Tamamı da on tanedir zaten. Türkçeye Aydın Arıt çevirmişti. Yayımlandığı dönemde bayağı heyecan yarattı. İsveçli gazeteci yazar bir karı kocadan, Maj Sjöwall ve Per Wahlöö'den oluşan iki kişilik ekibin elinden çıkma kitapların epeyce meraklısı vardı. Ben yıllar sonra, iki tanesini sahafta bulmayı başarmıştım. Bir yıldır bir arkadaşın sözünü tutup geri kalanını bekliyordum ki, Martin Beck'in maceraları İnkılap'tan çıkmaya başladı.
İsveç'te polisiye 1940'lı yıllardan beri hayli popüler. Türkçede ise, İsveç polisiye örnekleri, sanırım Martin Beck dizisi ve eşsiz Henning Mankell'in beş kitabıyla (Altın Kitaplar) sınırlı. Mankell ve dedektifi Kurt Wallander de, tıpkı Ruth Rendell'in Müfettiş Wexford'u, Simenon'un Maigret'si ve Donna Leon'un Commissario Brunetti'si gibi, birer 'polis soruşturması' üstadı. Martin Beck de öyle. Ayrıca, yurttaşları Wankell ve İtalyan Brunetti gibi, sosyal duyarlılığa sahip. Ama Brunetti ve Wexford'un, hatta Maigret'nin aksine, başarısız bir evliliği var. Hepsinin ortak noktaları ise, işlerini yaparken disiplinli, özenli davranmaları ve insani özellikleri elden bırakmamaları.
Stockholm'ün en fedakar polisi
Stokholmlu polis Martin Beck, İnkılap'tan çıkan ve dizinin ilk kitabı olan 'Kanaldaki Ölü/Roseanna' ile ikinci kez karşımıza geliyor. Memnuniyetle öğrendiğimize göre, yayınevi dizinin geri kalan kitaplarını da yayımlayacakmış. Umarız ne kadar çok sayıda polisiye meraklısının duasını aldıklarının farkındadırlar. "Hani balkonda kalmış biri vardı," ('Balkonda Bir Adam Vardı'/Mannen Pa Balkongen) "İtfaiye arabalı bir şeydi" ('Uçtu Uçtu İtfaiye Arabası Uçtu' /Brandbilen Som Försvann) gibi umarsız hafıza yoklamaların ardından, bir sahaf seferinde bu iki kitabı buldum. 'Roseanna'yı hatırlıyordum ama, onun da hangi adla çıktığını bilmiyordum. Şimdi böyle kaygılarımız kalmadı, şükür. Stokholm'un en fedakar polisi, sorgulama üstadı Beck'e kavuştuk. Üstelik, İnkılap da Sjöwall ve Wahlöö'nün dizisini, tıpkı Milliyet Yayınları gibi, Aydın Arıt'ın tertemiz Türkçesi'yle yayımlıyor.
'Kanaldaki Ölü'de, elbette kanalda bulunmuş bir ceset var. Genç bir kadın cesedi, ne var ki hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Soruşturma ilerledikçe, Martin Beck, cesedin bulunduğu taşra kenti Motala'daki meslektaşı Gunnar Ahlberg ve sonunda adının Roseanna McGraw olduğu anlaşılan kızın memleketi Lincoln-Nebraska'dan Amerikalı dedektif Komiser Kafka (evet, Kafka), bilgilerini bir araya getiriyorlar. Kızı, yanında bir adamla gösteren bir fotoğraf bulunuyor. Beck'e göre, katil kesinlikle bu adam. Ancak, Sjöwall ve Wahlöö, sorgulamalarını hiç eksiksiz kurgularken, tesadüfün de büyük bir rol oynamasına izin veriyorlar. Aslında Beck'in de talihin yardımına ihtiyacı var, çünkü hem elindeki cinayet hayli esrarengiz ve zorlu bir olay, hem de komiserimiz, işini çok iyi yapsa da, sonuçta sıradışı bir kahraman değil, normal bir insan.
Martin Beck, polis teşkilatına 1940'ların ortalarında katılmış. Müstakbel karısı İnga ile de 1951 yılında bir kano gezisinde karşılaşmış. Evlenince, Kungsholmen'e taşınmışlar. Beck, karısına tahammül etmekte güçlük çekiyor. Onlarınki tam anlamıyla mutsuz bir evlilik, ancak bu konuda bir şey yapmayı düşünmüyor. Ne de olsa, kızıyla oğlu artık büyümüş olsa bile, düzeni bozmamak gerek. Gerçi zaman zaman onların annelerine çektiklerini düşünüyor ama, çocuk işte, atsan atamazsın, satsan satamazsın. Bu durumda en iyisi dört elle işine sarılmak. Beck de öyle yapıyor, ama yükselme adına değil, sadece işini iyi yapma adına. "Martin Beck Cinayet Masası şefi değildi ve olmak için de bir hırs beslemezdi. Arada Başkomiser bile olacağından kuşkuya düşerdi ki, gerçekte ancak ölüm ya da görevinde çok büyük yanılgılara sapması onu bu yolda köstekleyebilirdi. Ulusal Polis kadrosunda Başdedektif rütbesinde bir Komiserdi ve sekiz yıldır Cinayet Masası'nda çalışıyordu. Onu ülkenin en başarılı sorguya çekme ve ifade alma uzmanı olarak gören kişiler vardı."
Maj Sjöwall ile Per Wahlöö'nün Martin Beck dizisinin ilk kitabı 'Roseanna', 1965 yılında yayımlandı. Onuncusu 'Terroristerna/Teröristler' ise 1975'te. Demek, hemen hemen her yıl bir kitap yazmışlar. Dizinin sona ermesinin nedeni ise, Per Wahlöö'nün vakitsiz ölümü. Eşi Maj Sjöwall, o olmadan Martin Beck kitaplarını sürdüremeyeceğine karar vermiş. Anavatanları İsveç'te kitapların altı tanesinden TV filmi, iki tanesinden de sinema filmi yapıldı. Bu filmlerin ikisinin senaryolarını Per Wahlöö yazdı. Stuart Rosenberg ise 'Gülen Polis'ten aynı adlı (The Laughing Policeman, 1973) bir Amerikan filmi çekti ama hem Walter Matthau'nun oynadığı dedektifin adı Jake Martin'di, hem de olaylar Stokholm yerine San Francisco'da geçiyordu. İşin tadı kaçmıştı yani.
1935 doğumlu Maj Sjöwall, halen gazeteci/yazar olarak çalışmakta. Eşi Wahlöö ise 1926'da doğmuş, öğrenimini tamamladıktan sonra gazetecilik yapmaya başlamıştı. İkisi 1961 yılında, aynı şirketin yayımladığı dergilerde çalışırken tanıştılar. Ertesi yıl evlendiler. Büyük bir itinayla planladıkları polisiye dizilerini de akşamları, çocukları yatırdıktan sonra yazmaya başladılar. Wahlöö, niyetlerinin "polisiye romanı, ideolojik olarak yoksullaşmış, ahlâki durumu tartışılır nitelikteki burjuva tipi sözümona refah devletinin karnını açmak için bir neşter olarak kullanmak" olduğunu söylerdi. İlk üç kitabı, dört dörtlük birer polis soruşturması/police procedural olarak gelişen Martin Beck dizisinde, önceleri biraz kenarda kalan sosyal olaylar, sorunlar, daha sonra kitapların ön planına gelip yerleşir.
İhmal edilmeyen ayrıntılar
Yazarlara göre, kitapları İsveç'ten çok A.B.D. ve Fransa'da popüler olmuş. Eh, başka birinin ülkesinin eleştirildiğini görmek daha keyif verici, tabii. Ne de olsa, 1960'lı yıllarda bile bu türden bir radikalizm pek hoş karşılanmıyordu. Öte yandan, yazarların siyasi anlayışının olaylara ve kişilere sonradan eklenmiş gibi durmaması, insanda 'sosyalist bir yama' hissi uyandırmaması da, kitapların olumlu puanlarından biri. Hem polis soruşturması alt türü büyük bir inanılırlıkla, titizlikle kurup geliştirilmiş, hem de toplumun aksaklıklarıyla sorunları, bunlar sanki kişilere özgü kabahatlermiş gibi ön plana getirilmiş. Ne var ki, arkadan arkaya korkutucu bir toplum fonu da yaratılmış. Tedirginlik duygusu, sıradan polisiyeyi (yazar Michael Dibdin'in deyişiyle) "nihayetinde ideolojik olduğu kadar varoluşçuymuş gibi de görünen" bir mertebeye yükseltiyor. Martin Beck'in yaratıcıları, gazetecilik deneyimlerinden de yararlanarak lafı uzatmıyor, buna karşın ayrıntıları da ihmal etmiyorlar.
Huzurumuza 'Kanaldaki Ölü' adıyla gelen 'Roseanna'nın, kimi 'En İyi 100 Polisiye' listelerine girmişliği vardır. Dizinin kitaplarından 'Den Skrattande Polisen/Gülen Polis' (1968) ise 1971'de, Amerikan polisiye yazarlarının verdiği saygın Edgar ödülüne layık bulunmuştu. Yazarlar, inandırıcı heyecan uyandırıcı olay örgülerinin yanısıra, sağlam karakterler yaratmayı da başarmış. Beck'in ekibini, şiddetten nefret eden, sabık paraşütçü ve gurme Lennart Kollberg, yüksek sosyetenin karakoyunu, 1.90 boyunda, 120 kiloluk, "motosikletçi suratlı herif" Gunvald Larsson, İsveç'in kuzey köylüklerinden Einar Rönn (Wahlöö en çok onu severdi), bir filin hafızasına sahip ama idrar kesesinden şikayetçi olduğu için ikide bir tuvalete giden Melander, iki devriye: Krastiansson ve Kvant tamamlıyor.
Umarız, bütün maceralar birbiri ardınca basılır. Çevirilerin çoğu hazır nasılsa. Polisiye seven okurlar Martin Beck'i de severse, gözbebeğimiz Brunetti'de olduğu gibi kitapları açık arayla okumak zorunda kalmaz, hasretimizi çabucak gideririz.
Bence bu yazarları Stieg Larsson gibi modern benzerlerinden ayıran sosyalist ideale bağlılıkları (ki bu durum S.Larsson için de geçerlidir.) Fakat onları Larsson dan asıl ayıran durum ise; Larsson gibi kitaplarında sosyalizm adına küçük burjuva sözcülüğü yada egemenler ile mücadelede (sadece sınıflar değil) sanki ezilenlerin tek silahının fiziksel intikam almak olduğu yönündeki yanlış propaganda tuzağına düşmemeleridir. Bence bu kitaplarda çoğu yerde bulamaycağimız sosyal eleştiri ve tespitleri bulabiliriz. Bana göre sadece bu nedenler değil, daha başka bir çok neden dolayısıyla da okunması ve okutulması gereken kitaplar olarak, benim için, özel bir yere sahip olacaklardır.