"Katilin Şeyi" 2006 yılında yayımlandığında polisiyeseverlerin beğenisini kazanmış, ancak -hazır olduğu duyurulmasına rağmen- serinin ikinci kitabı olan "Katilin Meselesi" okuyucusuyla bir türlü buluşamamıştı. Belki de Kitap Fuarı münasebetiyledir, geçtiğimiz günlerde bu iki kitap arka arkaya yayımlandı. Sezgintüredi'nin sevimli detektifi de, gecikmenin farkındalığıyla benzer bir giriş yapmış zaten; " bilmeyenler, bilip de aldırmayanlar, basını, haberleri falan takip etmesine rağmen hafızası zayıf olanlar ve bir önceki romanı okumamış şanssızlar için araya bir parantez açayım, açarken de bu saydıklarım dışında kalanlardan, gereksiz göz yorgunluğu vereceğim için şimdiden özür dileyeyim diyorum –inceyiz ya… "
Kasabanın sırları
Hikayelerin anlatıcısı rolünü de üstlenen Vedat Kurdel ile arkadaşı ve ortağı Tefo orta sınıf ailelerden gelen, dürüst, terbiyeli, vicdanlı delikanlılar. İki arkadaşın seri cinayetler işleyen manyak katille mücadelesini "Katilin Şeyi"nde okumuştuk. Cinayet işlemekten aldığı hazla, her ne kadar “seri katil” nitelemesini hak ediyor olsa bile, katil aslında seri katil imgesinin peşine takılan zeki birisiydi. Ve cinayetlerin arkasındaki neden uluslar arası maddi çıkarlara dayanıyordu. “Katilin Meselesi”nde de benzer bir kurguyla karşılaşıyoruz. Bir yanda yine maddi çıkarların tetiklediği kötücül duygular var, diğer yanda “Hamlet”ten esinlenen bir cinayet oyunu.
Fiziği ve karakteri nedeniyle detektiflik bürosunun sokakları arşınlamak işini üstlenen Vedat, bu kez tatildeyken alıyor imdat çağrısını. Biraz askerlik arkadaşı Davud'un ricasını kırmamak biraz da Bordum atmosferinden kurtulmak için Ege kıyılarındaki küçük sahil kasabasına, Pınarkesen'e yollanıyor. Pınarkesen, yakın zamanlarda şaraplarıyla ve yakınlarında ortaya çıkarılan arkeolojik kalıntılar nedeniyle kendince ünlenmiş ve turist çekmiş, ama şimdilerde ıssız bir görünüm arzeden, bağlarıyla, zeytinlikleriyle, zamanın akışına ayak direyen ahalisiyle tipik bir Ege kasabası.
Kahramanımız yaz mevsiminin sıcak saatlerinde varıyor Pınarkesen'e; “Dükkânlar, park etmiş araçlar, meydanı oluşturan yarım, yok, üç bölü dörtlük çemberin sınırlarına dizilmiş, görünüşe göre en babası iki yıldızlı birkaç otel, pansiyonlar, postane, eczaneler, önlerinde bilumum şişme deniz eğlencesi malzemesi asılı marketler, hepsinin arasına sıkışmış gibi görünen bir banka şubesi, birbirine inat edermiş gibi meydanın her iki ucundaki iki binanın ikinci katlarına karşılıklı konuşlanmış, merkez sağ ve soldan iki partinin ilçe, nesi denir, büroları, muhtelif boyda evler, sokaklar… Kasabanın kıyısı, denizden gelene ‘Mini-Bodrum veya Marmaris’ havası verecek cinsten, kovboy filmlerinden bildiğimiz, sadece ön cepheden ibaret binalarla donanmış gibi geldi bana bir an. Hani, sağda solda, dükkânlarda birkaç kişi görmesem, terkedilmiş bir film seti diyebilirdim. Kasaba geliştikçe ilk halinden kalan evler gittikçe geriye itilmiş, hani derler ya, ‘Tepelere sürülmüş’ gibiydi. İşte bu ‘dekor’ havası veren sahil görüntüsü, yok, daha doğrusu sahilden kasabanın görüntüsü içinde Pınarkesen, tümüyle uyukluyordu sanki.”
Ne var ki bu dinginliğin arkasında büyük fırtınalar esmektedir. Yörenin neredeyse sahibi olan ailenin çevresinde sevilen reisi Şaduman Bey, tıpkı Danimarka’nın pek sevilen kralı gibi, bir öğlen vakti, kendi bahçesinde -kalp krizinden- ölüvermiştir. Bu ölüm, başlangıçta şüphe çekmez, ta ki aylar sonra, bir hayalet, hem de görenlere göre bizzat Şaduman beyin hayaleti ortaya çıkana kadar... İşte bu andan sonra kasabada yerli malı bir Hamlet temsil edilmektedir sanki. Şaduman beyin yerine kasabada pek sevilmeyen kardeşi Şahap Bey geçmiş, Şaduman Beyin oğlu Selçuk tahsil için ülke dışına gönderilmiş, Selçuk'un sevgilisi Filiz ağabeyisi tarafından Selçuk’tan uzak durması için öğütlenmiş ve kasabada Şahap Beyle Şaduman Beyin karısı hakkında dedikodular fısıldanmaya başlamıştır. Vedat'sa ABD'den dönen Selçuk'un amcasını öldüreceği kuşkusuyla çağrılmıştır kasabaya.
Vedat Kuryel(Philip Marlow), kendisine de görünene kadar hayalet söylentilerine elbette kulak asmayacak, görünürdeki olayların gölgede kalan nedenlerinin peşine düşecek ve kasabanın ve bu zengin ailenin geçmişten gelen sırlarını birer birer ortaya çıkaracak, başı derde girdiği anda yardımına koşan ortağı Teo(Hercule Poirot) ise eksik yerleri tamamlayacaktır...
Kasaba Aydınlanması
İlk macerada cinayetin ötesindeki ilişkilere göndermeler bulunmakla birlikte, cinayetler daha ön plandaydı. “Katilin Meselesi”nde polisiye edebiyata ayrıcalığını veren suç örgüsü ve merak duygusu yine yerli yerinde, ama bu kez yazar hikayesini toplumsal hayatla daha iyi harmanlamış. Kasabanın tarihinin bir ailenin zenginleşme süreciyle birlikte aktarıldığı bölümlerde, siyasal tarihimizin Anadoludaki seyrini, kasaba aydınlanmasını, zenginliğin kaynaklarını, tanrı kelamı gibi kabullenilen eşitsizliği, feodaliteyle karışmış kapitalizmi bulabiliyoruz. Kurgunun polisiyeyi oyun olmaktan çıkaran bir başka kolu özellikle bugünlerde daha da önem kazanan siyanürlü altın meselesine, acımasızca yağmalanan yer altı ve yer üstü zenginliklerimize kadar uzanıyor. Ancak Sezgintüredi edebiyatın ve polisiyenin sınırlarını zorlamak niyetinde değil; yakından tanıdığı anlaşılan kasaba hayatına ilişkin gözlemleriyle, kasabanın tarihiyle, siyasetiyle, ekonomisiyle ve pastoral mekanlarıyla hikayeye gerçeklik duygusu verecek bir atmosfer yaratmış.
Donuk bir kasaba resmi çizmiyor Sezgintüredi; kasaba hayatının karakteristiklerini insani ilişkilerden çıkarabiliyoruz. Önce zengin ve güçlü aileler, ailelerin yaşadığı Ege'ye özgü konaklar, konak çevresinde büyüyen yardımcılar, köylüler, jandarma komutanı, karakolda görevli erat, doktor, belediye reisi, öğretmen, imam, ahalinin buluşma mekanları olarak kahveler bir sahil kasabasının yerel renkleri. Öte yandan kasabaya turizmin kazandırdığı yeni iş, yeni şahıslar da var. Mesela kırık dökük kasaba otelinin yerini eğreti bir pansiyon almış Pınarkesen'de. İklimi ve coğrafyayı severek Pınarkesen'e yerleşen yabancı ailelerse yavaş yavaş yerlileşiyorlar. Sezgintüredi, bütün bu öğeleri polisiye bir kurgunun etrafında biraraya getirmek konusunda çok başarılı. Vedat'ın araya giren gönül macerası ise Philip Marlow misali sert detektiflerin olmazsa olmazı olarak hikayeyi şenlendiriyor.
Her iki romanın ilk ağızda bıraktığı tadın mizahla ilgili olduğunu söyleyeceğim. Ama polisiyenin değerin düşüren yavan bir mizah değil; tersine, hem heyecan ve gerilim hem de hikayenin temposu hiç düşmüyor. Sezgintüredi mizahla polisiye arasındaki dengeyi Vedat Kurdel'in uslubu sayesinde yakalamış. Öncelikle şu hatırlatmayı yapmak gerekiyor; Anlatılan olaylar günümüze dair, lakin Vedat Kuryel bu olayları aradan çok zaman geçtikten sonra, 2015 yılında kaleme almaya karar vermiş. Aradaki bu zaman farkı Vedat'ın geçmişe bakışında ve olayları yorumlayışında küçük ama şaşırtıcı etkiler yaratıyor. Bu etkiler sayesinde sıradan okuyucunun roman kahramanıyla özdeşleşme isteğini de geri çeviriyor Sezgintüredi.
Yazarın sesiyle anlatıcının sesi arasındaki farka dikkat edin. Vedat, anlatacağını bir türlü anlatamayan, lafı dönüp dolaştıran, araya gereksiz ayrıntılar sokuşturan acemi bir yazar. Sık sık konu dışına çıkıyor, ister malümatfuruşluk deyin ister böbürlenme, ya çocukluğundan ya bizim henüz bilmediğimiz maceralarından örnekler veriyor, bugünü 2015 yılının bilmişliğiyle yorumluyor. Ne var ki hikayenin asla dağılmadığını farkedeceksiniz. Sezgintüredi uslupbuyla dikkat çeken bir yazar; mesela sıcak bir yaz gecesinin dinginiğini bir hayalet silüetiyle canlandırmayı kolaylıkla, tefrika roman ustalarına özgü bir maharetle başarıyor.
Başka metinlere göndermeleri ve parodik öğeleriyle kurmacalığını sahiplenen ama toplumsal meselelere de sırtını dönmeyen, edebiyatı hiç ihmal etmeyen “Katilin Şeyi” ve “Katilin Meselesi”, polisiye dizi mantığının, seri üretim formatının çok dışında yazılmış, severek okuyacağınız iki roman.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları