Çok değil, 2000’li yıllara kadar Türkiye’de polisiye edebiyat çok cılızlaşmış, Kaktüs Kahvesi de bu edebiyatı teşvik amacıyla bir polisiye roman yarışması açmıştı. Yarışma birincisi Celil Oker’di ve kararın ne denli isabetli olduğunu birbiri ardına yazdığı polisiyeleriyle kanıtladı. Birol Oğuz, 1999 yılında yapılan yarışmada dereceye giremese bile dikkat çekmiş ve ilk romanı "Siyah Beyaz" “Bir Suat Erez Macerası” alt başlığıyla Oğlak yayınları tarafından yayımlanmıştı. Ardından “Siyah Mavi”(2001) geldi. “Siyah Kırmızı”, Suat Erez serisinin üçüncü macerası.
Sekiz yılda üç kitap -2000’li yıllarda Türkiye’de polisiye yazımının hayli yol kat ettiği göz önüne alındığında- seri mantığına pek uygun düşmüyor; hele ki serinin her bir kitabı ayrı bir yayınevinden çıkmışsa. Bu nedenle Suat Erez ve yaratıcısı Birol Oğuz, yeterince tanınmıyorlar. Önce Birol Oğuz’la başlayalım: Asıl adı Hugh Wyndram Bruel Hawes'ı telaffuzu zor olduğu gerekçesiyle Türkçeleştiren ve Birol Oğuz ismini kullanan yazar 1957 İngiltere doğumlu. Güzel sanatlar eğitimini İngiltere ve Amerika'da tamamlamış. 1980 yılında evlenip Türkiye'ye yerleşmiş. Türk vatandaşlığına geçmiş. Dergi editörlüğü, öğretmenlik, tercümanlık, reklam metni yazarlığı, gazetecilik yapan Birol Oğuz’un hikaye ve senaryoları da var. İngiltere'deki ITN televizyonu ile IRN radyosunun Türkiye temsilciliğini yapıyor.
Hafiyesi Suat Erez
Gelelim özel detektif Suat Erez’e… O, eski bir polis memuru. Üstelik de bir kadın. Birol Oğuz ilk kitabı “Siyah Beyaz”ın sonuna dek bir açıklık getirmemişti cinsiyet meselesine. Türkçede hem kadınlar hem de erkekler için kullanılan Suat adı nedeni ile, bu yeni kahramanımızı -cinsiyetinin apaçık ortaya döküldüğü bölüme dek- nedense kadın olarak algılamıştım. Her ne kadar son yıllarda detektifler arenasında bol miktarda kadın karakter tiplemesi olsa bile, anladım ki ben hala özel detektiflik mesleğini "erkeklere mahsus" olarak değerlendiriyormuşum.
Suat Erez, Cihangir semtinde, kedisi Tıkır ile birlikte Boğaz ve Haliç manzaralı bir evde ikamet ediyor. Beyoğlu ve İstiklal caddesi düşkünü. Polisliği babadan kalma, bir süre teşkilatta çalışmış, ordu istihbaratında görevli bir Amerikalı ile evlenmiş, bu nedenle işinden ayrılmış, ABD’ye yerleşmiş, bir de kızı olmuş. Ne var ki uzun sürmemiş evlilik; kocası çocuğunu alıp sırra kadem basınca, Suat Erez çaresizlik içinde Türkiye’ye dönmüş. Şans eseri de özel deteklifliğe başlamış Sekiz yıldır kızına kavuşmak umudu, kocasına duyduğu nefret, kriminal vakalar ve arada bir evine gelip giden marjinal arkadaşlarıyla sürdürüyor yaşamını.
Suat Erez, özel detektif tipinin hemen bütün özelliklerine sahip. Öncelikle yalnız bir kadın. Geçim sıkıntısı kendisini hep hissettiriyor. Buna rağmen burnundan kıl aldırmıyor, satın alınamaz bir karakteri var. Karşısındaki güçlü holdinglere, uluslararası –tekinsiz- kuruluşlara boyun eğmiyor, rüşvet kabul etmiyor, gerektiğinde fiziksel güç kullanmaktan çekinmiyor.
İlk macerası “Siyah Beyaz”da ABD Konsolosluğu aracılığıyla kendisiyle temasa geçen Amerikalı bir ailenin İstanbul’da kaybolan oğullarının izini sürmüş, yolu Türkiye'nin "güçlü" bir ailesiyle kesişmişti. İstanbul'un çeşitli semtlerinde, gece kulüplerinde, büyük otellerin lobilerinde ipucu peşinde koşan Suat Erez, kayıp gencin gay olduğunu, İstanbul'da ünlü gay sanatçı ve yazarların hayatı hakkında bir araştırma yaptığını, araştırılan yazarın James Baldwin olduğunu anlamış, meselenin çözümünün geçmişteki günahlarda gizlendiğini ortaya çıkarmıştı.
Maceranın Güney sahillerimize taşındığı “Siyah Mavi"de Suat Erez tarihi eser kaçakçılığı ile ilgileniyordu. Bu nedenle yanına bir de arkeolog verilmişti; Arif. Araştırma ilerledikçe batık denizaltının sırları aydınlanırken cinayetler de eksik kalmamış, Arif ile aralarındaki yakınlaşma sayesinde Suat'ın hayatı biraz olsun renklenmiş, ama kızına olan hasretinde değişen bir şey olmamıştı. Detektifin cinsiyetinin belirsizliği esprisi önemini yitirdiği için, Birol Oğuz “Siyah Mavi”de Suat Erez’in özel hayatını daha çok öne çıkarmış, kahramanına daha sevimli ve insani bir kimlik kazandırmıştı.
Renklerden Kırmızı
“Siyah Mavi”de olaylar sekiz gün içerisinde olup bitiyordu. Yeni romanı “Siyah Kırmızı”da bir günlük tasarrufta bulunmuş Birol Oğuz; Pazar günü öğlen vakti başlayan macera Cumartesi gecesi sonlanıyor. Aslında çözülmesi gereken bir değil iki ayrı macera var. Böylelikle her Suat Erez hikayesi gibi “Kırmızı Siyah” da çok hızlı akıyor.
İşin profesyonellikle ilgili bölümü, bir film çekimine düzenlenen sabotajlarla ilgili. Birol Oğuz, burada biraz mizaha kaçmış. Türk filmlerinin Hollywood prodüksiyonlarından daha fazla para getirdiği bir dünyadayız. Çekilecek film de Türk-ABD ortak yapımı. Üstelik sadece Türkiye'nin değil, aynı zamanda Avrupa'nın da 2002'den bu yana çekilen en yüksek bütçeli film. Gel gör ki film ilerledikçe ortaya çıkan terslikler prodüksiyonu yavaşlatıp bütçenin yükselmesine neden olmuş. Ekipman bozulmuş, bazı eşyalar kaybolmuş… Sonra sette garip şeyler bulunmaya başlamış; muskalar, ölü hayvanlar vesaire... Ama daha yakınlarda olaylar daha tehlikeli bir hale gelmeye başlamış; kurcalanmış ekipmanlar nedeniyle meydana gelen kazalar ve geçen hafta aktörlerden birinin ölüm tehdidi alması gibi. Senaryonun milliyetçi muhafazakar kesimleri kızdırmaması için özenle hazırlanmasına rağmen “Da Vinci Şifresi”nin İslami versiyonu sayılan bir romandan uyarlanan filmin İslam radikallerini kızdırdığından şüpheleniliyor. Yönetmen Mert Yayla’nın Suat Erez’den beklediği Amerikalı ortakları tedirgin etmeden bir çözüme ulaşmasıdır.
Suat Erez daha işe ısınmadan, eline geçen bir fotoğrafla alt üst olur; çünkü fotoğraftaki “arka masada gülen üç adamdan ikisini tanıyordu. İçlerinden biri Amerikan Konsolosluğu'nda Suat'a kızını bulmayı vaat eden Bay Carter'dı. Yanında oturan ve Carter'la gülüşen adamsa; kızını kaçırıp koskoca Amerika'da kaybolan, Türk ve Amerikan mahkemelerinin velayeti Suat'a verdiği kararları hiçe sayan, Türkiye'ye adım atar atmaz tutuklanması gerektiği halde, sanki resmi koruma altında olan, son sekiz senedir Suat'ın tüm zamanını harcayarak bulmaya çalıştığı eski kocasıydı...”
Kocasının Suat’ın açtığı davalarda verilen onca mahkeme kararına rağmen Türkiye'ye rahatlıkla girmesi kendisinden ne kadar emin olduğunu gösteriyor. Kocasının bu güveni güçlü bir istihbarat subayı olmasından. İşte bu noktada hikaye gerilere uzanıyor. Suat’ın kocası Rob’la tanışması, Rob’un İncirlik üssünden Orta Doğu ve Asya’ya düzenlediği operasyonlar, Suat-Rob ilişkisinin karanlık yüzü ortaya çıkıyor.
Hikayenin özel hayatlara fazla dalıp polisiyeyi ihmal ettiğini düşündüğümüz bir sırada, cinayetle karşılaşıyoruz. Yönetmen Mert Yayla, ofisinde parçalanmış bir halde bulunmuştur. Üstelik olay milli güvenlik boyutlarında olduğu için, soruşturma gizlilik içerisinde yürütülecek maktulün doğal nedenlerden dolayı ölmüş olduğu açıklanacaktır.
Suat Erez, hem kocasını hem de katili yakalamak için işe koyulur…
Gerilim Azalıyor
Suat Erez serisinin üç kitabına baktığımızda ortaklaşan bir yan görüyoruz. Hikayenin polisiye örgüsüne çok yüklenilmemiş. İlk iki romanda katilin kimliği ve kimler tarafından yönlendirildiği daha ilk sayfalarda belli oluyordu. Son romanda ise cinayet faslı ve katilin kimliği Suat’ın kocasıyla giriştiği mücadelenin yanında sönük kalıyor. Özel detektif hikayelerinin detektiflerin özel hayatlarına evrildiği bu tarz hafifletilmiş polisiyelerde, mesele beyin fırtınaları yapmak, olmadık ipuçlarını birleştirmek, "anahtar deliğinden Hindistan'ı görmek" değil. Önemli olan detektif ile birlikte gezip tozmak, karanlık alemlere, suç dünyasına dalmak, maceranın heyecanını duymak önemli olan. Birol Oğuz, ilk iki kitabında ama özellikle –Suat Erez’in mahremiyetini koruduğu- ilkinde böyle bir düzey yakalamıştı.
Uzun yıllar İstanbul’da yaşamışlığın ve Beyoğlu aşkının izlerini taşıyan mekan anlatımlarının zenginleştirdiği Suat Erez serisi, mekanlarla suç arasındaki ilişkiyi tesis ederken hafif de olsa eleştirel bir bakış taşıyor. “Kırmızı Siyah”ta uydu kent denilen zengin sitelerinden birine misafir oluyoruz. Güvenlik fikriyatından hareketle inşa edilen sitelerde kendisini en güvende hissedenler tekinsiz kişiler. Ve yerli polisiyelerde bu türden mekanlar giderek artan bir hızla suç mahalline dönüşüyorlar. Dikkate değer!..
İlk iki kitapta rahatsız etmemişti. Ama “Siyah Kırmızı”da, bilhassa miş’li geçmiş zaman kipiyle aktarılan bölümlerde dilin teklediği hissine kapıldım. Belki gerilim eksikliğindendir.
Siyah’ın yanına katılacak daha dört renk olsa bile, Suat Erez maceraları sanki sonuna gelmiş gibi görünüyor. Zaten renklerin hikayelerle organik bir ilişkisi de yok.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları