menu

Eflatun Koza - Cahide Birgül

Yazan: A. Ömer Türkeş
Yayın Tarihi: November 19, 2011 12:26

Cahide Birgül, uzun bir aranın ardından dördüncü romanı “Eflatun Koza”sı ile yeniden aramızda. “Gölgeler Çekildiğinde”(1998), “Geceye Uyananlar”(2000), “Ah Tutku Beni Öldürür müsün”(2004) romanlarında karakterlerinin iç dünyalarında dolaşan, onların travmalarıyla “ruhsal bilmece”ler kuran Birgül, “Eflatun Koza”da hayli karışık ve karanlık bir labirente davet ediyor okuyucusunu.

Cahide Birgül’ün roman kahramanlarının pırıltılı hayatları yoktur. Hatta sessiz, gösterişsiz, silik insanları anlatır. Anlatısı da insanları gibi gösterişsizdir, dingindir. Ama bir anda ufukta bekleyen fırtına aniden patlar, hayatlar alt üst olurken hikaye bir girdap gibi içine çeker bizi. “Eflatun Koza”da da kurgu ve anlatımını değiştirmemiş. “Gölgeler Çekildiğinde” romanında babasıyla yaşayan bir kadının hayatındaki alt üst oluşları izlemiştik. Bu kez annesiyle yaşayan genç bir kadının iç dünyasına yolculuk yapıyoruz.

Etrafımızı Saran Ağlar
İsmini sonlarda öğrendiğimiz anlatıcı karakter, Evrim, iletişim fakültesini bitirip bir gazetede işe başlayan genç bir kadın. Babası yıllar önce ölmüş, annesi yıllardır terzilik yapıyor. Mekan, diğer romanlarındaki gibi, kişilerin iç dünyalarındaki sıkıntıya eşlik edecek biçimde klostrofobik bir atmosferde. Evleri “Şişli’de, Yeni Karamürsel’in hemen arkasındaki uzun sokakta, gri boyalı eski bir apartmanın giriş katında, az ışık alan, iki oda, bir salon, sıradan bir daire. Ne rengârenk çiçekler vardır pencere önlerinde, ne göz alıcı perdeler, ne de yaz günlerinde içerden taşan neşeli bir müzik.” Yani yolumuz düşer de sokaklarına girersek eğer, kapısının önünden fark etmeden geçip gideceğimiz evlerden biri. Evrim de tam öyle bir kadın; içindekileri dışa vuramayan, söyleyemeyen, göz göze gelmekten kaçınan, fiziksel güzellikten nasiplenmemiş, çocukluğunda anne ve babasının bile ilgisini çekememiş, kardeşi Ece’nin gölgesinde kalmış.

Hikaye anlatım zamanında hiç ortaya çıkmayan Ece’yi Evrim’in geriye dönük anımsamaları aracılığıyla tanıyacağız. Güzel, akıllı, saldırgan, bencil, istediklerini elde etmek için yalan söylemekten çekinmeyen, hayatı oburca yutan bir genç kız. Kısacası sanki Habil ile Kabil gibi birbirine zıt iki kardeş. Ece, Evrim’in ilk ve tek aşkı Gürdal’la birlikte kaçmış, o günden beri annesiyle Evrim’in yalnızlıkla kuşatılmış hayatlarında adı bir daha anılmamıştır.

Evrim’in meslekteki ilk işi, kayıp kişiler hakkındaki yazı dizisine bir dosya hazırlamak. 2003 yılında evlerinden çıktıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamayan iki kadın hakkında bir şeyler yazması istenir Evrim’den. İki kadın arasındaki ilişki hakkında bir takım dedikodular yapılmış olmakla birlikte, ekonomik sıkıntıları olmayan bu iki kadının neden ve kimden kaçtıkları açıklığa kavuşmamıştır. Aslında yazı dizisinin meseleyi çözmek ya da kadınları bulmak niyeti yoktur. İstenilen okuyucunun ilgisini çekecek bir hikaye çıkartmak. Ne var ki Evrim farkında olmadan kapılacaktır kayıp kadınların hayatlarına. Eflatun Kadınlar adını verdiği dosyayı hazırlarken kayıp kadınların yakınlarına, eski sevgililerine ulaşacak, daha önce hiç bilmediği mekanları dolaşacak, farklı insanlarla tanışacak, hayatındaki tek düzelik bir süreliğine de olsa kırılacaktır. Ama hazırlayacağı yazıya değil kayıpların akibetine yoğunlaştıkça hem gazetedeki işi sallantıya girmiş hem de zaten sürdürmekte zorlandığı dış dünya ile olan ilişkisi iyice karmaşıklaşmıştır. Etrafını saran ağların giderek içinden çıkılmaz bir hal aldığını hissetmeye başlar Evrim;

“Neslihan, Irmak, Selçuk, Çağla ve bu olayın içinde yer alan ve henüz karşılaşmadığım, ama hayatıma girmeleri kaçınılmaz olan diğerleri beni bu büyük çilenin başına oturtuyor, hiç de gönüllü olmadığım bir işi yapmaya zorluyorlardı. Bir çileye bir kendime bakıyor, onunla başa çıkamayacağımı sanıyordum zaman zaman. Hangi ipi çeksem çile biraz daha düğüm olacak, iyice açılamaz hale gelecekti sanki. Şimdilik mesafemi koruyordum. Onu elime alıp alıp bırakıyordum. Ama biliyordum; yakında çilenin içine dalacak, o karmaşada ben de kaybolacaktım”…

Gerçekten de kaybolacak, roman sürpriz bir finalle noktalanırken şimdi her şeyi sondan başa doğru yeniden değerlendirmek, doğrularla yalanları ayıklamak gerekecektir.

Anlatıcıya Güven Olmaz
Roman kahramanının bakış açısıyla birinci tekil şahıs ağzından anlatılan hikayelerde okuyucu roman kahramanı ile kolaylıkla özdeşleşebilir. Tehlikeli bir birlikteliktir bu. Olay aktarımlarının, kişiler hakkındaki değerlendirmelerin, iyi ve kötü yargılarının sorgusuzca benimsendiği anlarda anlatıcı ile yazar, yazar ile okur arasındaki mesafe kaybolmaya başlar. Kendisini çirkin bulan Evrim’e başkalarının neden “çok güzelsin” dediğini, korku ve takıntılarını, okuldan sonraki kayıp iki yılını, örümcek ısırığının yarasının nasıl kapandığını, ayağındaki aksamanın düzelmesini, annesinin hiç ortada görünmemesini ve muhtemelen dikkatinizden kaçmış başka küçük ayrıntıların nedenlerini anladığınızda hikayenin düğümleri çözülmüş olacak. Ama huzursuz bir çözüm. Evrim ve Ece’nin geçmişini, ortaya dökülen sırları, ve anlatıcının akıbetini öğrenmek hikayenin hüznünü daha da arttırıyor.

Anlatıcının peşine takıldığınız için aldatıldığınız duygusuna kapılabilirsiniz, ama yazarın suçu yok; bu, kendisini yazara teslim eden okuma alışkanlığının neden olduğu bir durum. Etkin bir okuma yapmak için hem yazarın sözü ile kahramanın sözü arasında bir ayrım yapmak hem de anlatıcının gerçeklik algısına bir şerh koymak gerekir. Cahide Birgül, okuyucuya bu fırsatı vermiş aslında; kendi sesi ile kahramanın sesi arasındaki ayrımı, yani Evrim’in algısı ile dış gerçeklik arasındaki çatışmaları, kısacası anlatıcısının güvenilmezliğini sezdiriyor. Bu güvenilmezliğin yarattığı tekinsiz bir havası var romanın. Gerilim öğesi kadınların kaybolmasının izini sürmekten değil, onların izini sürerken Evrim’in içi dünyasındaki dengelerin bozulmasından kaynaklanıyor. Yan yana akan ama birbirini sürekli kesen bu ikili kurgu Cahide Birgül romanlarının karakteristiklerinden. Bir diğer karakteristik ise birlikte yaşarken yalnızlığı çoğaltan mekanlar olarak mutlu zamanları çoktan geride kalmış kasvetli aile evleri. Baba ile kızının, iki kardeşin ya da anne ile kızının biraradalıklarını sevgiden değil zorunluluktan sürdürdükleri tekdüze hayatlar, bunların yarattığı ruhsal sıkıntılar.

İlk bakışta dış koşullardan yalıtık gibi görünmekle birlikte, Birgül’ün roman kişilerinin ruhsal travmalarını dış dünya ile, diğer insanlar ile olan ilişkileri tetikliyor. Kıskançlık, tuku, hırs, öfke ve diğer duyguların, sıkıntı ve patalojilerin asıl kaynağı ahlaki, tıbbi ve toplumsal boyutların birbirinden ayrılmaz bütünlüğü. Öteki üzerinden dolayımlanan, kırbaçlanan maddi ve manevi arzuların karmaşık ilişkileri bireyin iç dünyasında kötücül bir koza örüyor. Ailede başlayan, arkadaş ve iş çevresinde büyüyen ve önce bireyi ardından toplumu kaplayan büyük bir koza. Evrim, hepsinden daha naif olduğu için belki de, yarılmayı doğrudan yaşıyor, ama romandaki diğer kişiler de o kötücüllükten nasiplenmiş kişiler. Özetleme söylemek gerekirse, Cahide Birgül’ün roman kişilerinin ruhsal çöküntüleri basitçe kişisel rahatsızlıklar denilip geçiştirilemez. İnsan psikolojisi ile sahip olma, kazanma, kendini gerçekleştirme arzusu arasındaki ilişkiyi açığa çıkarırken yalnızlık duygusunu, sevgi açlığını, toplumsal durumun yarattığı çarpıklıkları çok iyi kullanıyor. Bu türden duyguların ortaya döküldüğü anlarda iç monologlar çok başarılı;

“Bazıları, bana benzeyenler yani, yenilginin acısını çoğaltarak yaşarlar da hasbelkader bir zafer kazandıklarında tadını çıkartamazlar. Çabucak, hafif bir esinti gibi gelip geçer galibiyetin sevinci. Gerçekten kazanıp kazanamadığımızdan hiç emin olamadığımız için olabilir mi bu? Kendimize küçük de olsa bir zaferi yakıştıramadığımızdan ya da? Bir adım sonrası belki de; kazanmaktan zevk almadığımızdan, bizi asıl mutlu edenin mağlubiyet olmasından mı yoksa? Emin olduğum tek şey, son değişmiyordu hiç; her kazandığımı sandığımda acı bir tat kalıyordu geriye. Şimdi olduğu gibi…”

Anlatısının dinginliğinden söz etmiştim. Ayrıntılarla zenginleşen iç konuşma ağırlıklı, incelikli, kırlgan, ağırlığını hissettirmeyen bir dili var Birgül’ün. Bireyin iç dünyasına ilişkin değişimleri basit bir yüz ifadesi, basit bir sözcük ya da bir suskunluk anıyla ortaya seren dingin ama çarpıcı bir üslubu var. Benzer temaları her biri gerilim yüklü farklı hikayelerle anlatan Cahide Birgül, çağdaş romanımızın en önemli yazarları arasında yer alıyor.

Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları
Etiketler:
Cahide Birgül
Eflatun Koza

Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ KİTAPLAR

Nopic

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic