Casusluk sanatı üzerine kurulu romanlarda iki ana akım hemen farkedilir. Popüler casus romanlarında, her yönden donanımlı süper kahramanlar çıkar ortaya. Diğer tarafta yer alan türün yaratıcıları ve bugünkü ustaları daha gerçekçidir. Maugham, Greene ve Ambler'in kahramanları, bazen sıradan insanlar, bazen eğitilmiş devlet memurlarıdır. Herşey uluslararası ilişkiler –diplomasi- kuralları içinde olup biter. Osman Aysu'nun "Çöl Akrebi", sıradışı eylemleri, süper teröristleri ve şiddeti ele alışıyla, popüler casusluk romanı klişelerini tekrarlıyor.
İstanbul'da geçen bir öykü anlatmış yazar. Paravan bir Türk firması aracılığıyla Arap teröristlere silah satan bir İngiliz firmasının dolandırdığı "Kızıl Cihad" örgütünün, sorumluları cezalandırmak için yolladığı militanlar, bu militanların peşindeki Mossad ajanları, olayları izleyen MİT ve istekleri dışında olaylara karışan Türk vatandaşlar arasında gidip geliyor roman. Öylesine hızlı gidip geliyor ki, bir anlatım metnine estetik kazandıran zaman uyumu paramparça olmuş. Aysu, öykü zamanı, olay zamanı ve okuma zamanı arasında hiçbir yakınlık kuramamış. Bir çok casus romanında ve polisiyelerde, mekan olarak seçilen yerler öykünün atmosferine katkıda bulunur. Ama, tasvir cümlelerine çok az yer verilen, kahramanların sürekli hareket halinde olduğu bu "hızlı" macerada, doğal olarak mekan önemini yitiriyor.
"Çöl Akrebi" romanına itirazım, yalnızca hızlı tempoda anlatılan bir öykü üzerine kurulu olmasına değil. Sorun, bütün karakterlerin, bütün sıfatların, bütün değer yargılarının beylik kalıplarla, klişelerle, üstelik kulakları tırmalayan bir dille anlatılmış olmasında. "Biraz şaşırmakla beraber, kızın bu açıksözlülüğüne hayret etmekten kendini alamadı" tarzındaki tutarsız ifadeler üzerinde fazla durmak istemiyorum, ama, basit, kısa ve çoğunlukla di'li geçmiş zamanla yazılmış cümleler, elbette karmaşıklaşmış bir dünyanın ilişkilerini yansıtamıyor. Hem cinsellik, hem şiddet içeren sahneleri, iyi Mossad ajanları, kötü Arap teröristleri, kocasına "dersini almış, uysal söz dinler bir kadın" olma vaadleriyle geri dönen ideal kadın tiplemesi ve İstanbul sosyetesinden insan karikatürleri ile, bu roman, yetişkin "beyaz Türk" erkeklerine mahsus. Yazarın tiplemeleri, iyinin ve kötünün taşıyıcı olan kuklalar. Onların derinlikli tahlillerinden ziyade, ideal vücut ölçülerindeki bedenlerini tanıyoruz. Erkek klişesi, "sırım gibi adaleli vücutlu", kadın klişesi, "bir mankeninki kadar mütenasip ve bir kadında olması gerekli tüm yuvarlaklara sahip". Teröristler de kurtulamıyor klişe tanımlardan. Dişi terörist, güzel, şehvetli ve acımasız. "Yüzünde adam vurmanın şehevi ifadesiyle yaralıyı" süzecek, öldürdükten sonra kendini "vahşi bir orgazma ulaşmış hissedecek" kadar kötü.
Öykü boyunca nefret uyandıran bu kötülerin, öykünün herhangi bir yerinde öldürülmesinin okuyucuda bir rahatlama duygusu yaratacağını bekliyor yazar. "Halid Zeyd'in kalbi aynı anda parçalanmış, buharlar tüten bağırsakları yerdeki kıymetli acem halısının üzerine saçılırken, havaya yükselen bedeni hızla kırılmış camdan fırlayarak bahçedeki havuza düştü. Patlama sırasında kopan bir kolu, çalışma odasındaki kitaplığın dibine, diğeri ise bahçedeki bodur gül ağacının dallarına takılı kaldı" biçimindeki kanlı tasvirlerle etkilenmeye çalışılıyoruz. Oysa, estetik bir yaşantı olarak sanat ve edebiyatın, insan yaşamları üzerine bu denli ilkel duygular uyandırmak için kurgulanmış olması, edebiyat eleştirisinden çıkıp ahlaki bir tartışmayı gündeme getirmeyi bile gerektiriyor. Kitabın ele alış biçimiyle, İsrail-Filistin ilişkileri üzerine yapılabilecek siyasi ve ideolojik bir eleştiri de ayrı bir yazı konusu olabilir. Estetik kuramcılarından Colinwood'a göre, kötü bir sanat eseri bir insanın duygusunun anlatımını yapmaya çalışan fakat başaramadığı bir eylemdir. Sözde sanatta böyle bir başarısızlık sözkonusu değildir, çünkü anlatma teşebbüsü yoktur, başarılı ya da başarısız başka bir şey yapma teşebbüsü vardır. Ne yazık ki, Osman Aysu'nun "Çöl Akrebi" romanı, başka bir şey yapma teşebbüsünde bulunup, bu teşebbüsünde bile başarısız kalan bir kitap.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları