ABD’de özellikle ellili yıllarda başlayan şiddet patlamasının en çarpıcı sonuçlarından birisi faili meçhul ve nedensiz cinayetlerdeki artıştır. Hiç şüphesiz daha öncesinde de – mesela Karındeşen Jack gibi- çıkar gözetmeden cinayet işleyenler vardı. Ama sokağa çıkıp gördüğü herhangi bir kadını bastıramadığı bir istek sonucu öldüren “seri katiller” çağı henüz başlamamıştı. Bu çağ sözünü ettiğim şiddetin yaygınlaşmasından sonra, özellikle 70’li yıllardan sonra açıldı. Mekan beklenileceği gibi ABD olmuştu. Seri katiller kısa zamanda sinemaya ve polisiyelere aktarıldılar. Türkiye’de pek az benzer vak’a görülmesine rağmen, sanat ve edebiyat sayesinde, “seri katil”ler bizim zihnimizde de kalıcı ve ürkütücü bir imgeye dönüştüler. Neyse ki şimdilik sadece sanat hayatı taklit ediyor ve söz konusu imgeye yerlilik yine romanlarlarla katılıyor.
Aslında psikopat katilleri konu edinen çok sayıda yerli polisiye roman var diyemeyiz. Aklıma gelenleri şöyle sıralayabilirim. Aziz Nesin’in “Düğümlü Mendil”(1955), Emel Dilman’ın “Henry Luther Katil Mi?”(1965), Ali Karakurt’un “Salacak Canavarı”(1971), Ahmet Karcılılar’ın “Akrep Ve Semender”(2002), Mehmet Söztutan’ın “Bu Gece Randevum Var”(2002), Armağan Tunaboylu’nun “Yıldız Cinayetleri”(2004), Orhan Yıldırım’ın “Çoruh Seni Lanetliyor”(2004), Aydın Arıt’ın “Siyamlı İkizler”(2006), Çağan Dikenelli’nin “Kör Fahişe Bıçağı”(2006) ve Algan Sezgintüredi’nin “Katilin Şeysi”(2006)… Görüldüğü gibi seri katillere ilgi 2000’li yıllarda artış gösteriyor. Artışta çeviri roman, sinema ve TV dizilerinin etkisi aranabilir. Polisiye edebiyatından yaptığı rekor sayıda çevirisiyle tanıdığımız Gülten Suveren de ilk telif polisiyesi “Makasçı”da(2006) bir seri katil yaratmış. Hem de gelmiş geçmiş en üretkenini…
Olaylar İstanbul’da geçiyor. Polislerimiz bir zamanlar karakol şimdilerde ilçe emniyet müdürlüğünde görevli memurlar. Ancak “esas oğlan” Murat için memur sıfatı biraz tuhaf kaçacak. Pek çok polisiye roman kahramanı polis gibi o da aileden zengin, tahsilli, kültürlü, yakışıklı, malikanesinde hizmetçileriyle yaşayan bir genç. Her ne kadar Suveren’in kurgusu zengin bir detektif tiplemesi gerektirse bile, bunu ilçe emniyet amirliğinden bir memura atfetmesi gerçeklik duygumuzun hikayenin daha başından yitip gitmesine yol açıyor. Neyseki komiser Adil, yardımcısı Hikmet ve diğer polis memurları yeterince inandırıcı çizilmiş.
Neyse, biz bu gerçeklik meselesine fazla takılmadan olaylara eğilelim; Önce birkaç sarışın kadın saldırıya uğruyor. Her seferinde “Sarışınlara Güvenilmez” diye fısıldayan saldırganın asıl hedefi kadınlar değil bir tutamını kestiği saçlardır. Ancak bir süre sonra öldürmeye de başlayacaktır “makasçı” lakabı yakıştırılan saldırgan. Kadınlar arasında saç renkleri dışında ortak bir nokta bulunmaması polislerin iz sürmesini zorlaştırır. Eldeki tek ipucu çok pahalı bir erkek kokusudur. Tam bu sırada Murat mahallede dükkan açmış güzel bir antikacı kızla tanışır. Kızın antika meraklısı zengin eniştesi doktorluk eğitiminden gelen bilgisiyle katilin profilinin çıkarılmasına yardımcı olacak, ancak zengin kulüplerine, gay barlara, luks semtlere sıçrayan kovalamaca bir türlü sonuca bağlanamayacaktır. Ta ki Murat’ın yakınındaki birinden şüphelenmesine kadar. Elbette cinayetlerin ardında geçmişin ruhsal travmaları vardır…
Doğrusunu söylemek gerekirse “Makasçı”nın seri cinayetlerle ilgili bölümleri bana eski tarz polisiyelerinin biçimsel kalıplarının tekrarı geldi. Gulten Suveren’in çevirilerinin etkisinde kaldığını düşündüm; dahası çevirilerdeki uslubu bile tutturamadığını… Ne var ki hikayenin karakol bölümleri abartısız ve gerçekçiydi: Murat’ın arka planda kalıp işi Emniyet Amiri Adil ve ekibinin üstlendiği bölümlerde her türden yerli suç vakasıyla karşılaşıyoruz. Hırsızlar, dolandırıcılar, kadın satıcıları, tecavüzcüler, gençleri uyuşturucu tuzağına düşürenler, kötü polisler, kısacası af yasalarına “kader kurbanı” olarak geçenlerin türlü çeşidi düşüyor emniyet amirliğine.
“Makasçı”, ithal cinayetler, caniler ve detektiflerin adapta edilmeye çalışılmasındansa bize özgü suçlar üzerinde durmanın daha doğru bir tercih olacağını hatırlatıyor.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları