Pek çok komplo teorisi gibi, “bizde de Arap ülkelerindeki kadar çok petrol varmış, ama Amerikalılar çıkartmıyorlar, ihtiyaç duyacakları zamanlara saklıyorlarmış” tezlerini de sıklıkla işitmişizdir. Yetkililer çıkarılmama gerekçelerini bıkmadan tekrarlasalar bile, özellikle ekonominin dibe vurduğu her dönemde vatandaşın iştahını kabartacak biçimde yeniden pişirilip önümüze getirilen bu ünlü şehir geyiğinin edebiyatımıza mal edilmesi Mine G. Kırıkkanat’a nasip olmuştu. Can Giray’ın Bor Büyüsü’nde kurguladığı komplo teorisi de pek farklı değil; yegane fark petrolün yerini bor cevherinin alması.
Hikaye 1964 yılında Balıkesir’in Bigadiç kasabası yakınlarındaki bir bor madeninde başlıyor. Bir gece vakti yerin metrelerce altında çalışan mühendis ve işçilerle karşılaşıyoruz. “Ülkelerine faydalı olabilecek her şeyi canlan pahasına yapabilecek kadar idealist yetiştirilmişlerdi. Modem Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün vermeye çalıştığı ideolojiyi eksiksiz alabilmiş bir nesil olarak kabul ediyorlardı kendilerini ve yapamayacakları hiçbir şey yoktu güzel ülkeleri için. Birkaç politikacının bunu anlamalarını ne bekliyorlardı ne de politik oyunlara alet olmaya niyetleri vardı”. Bir edebi metine pek de uygun düşmeyen bu ifadeler, madendekilerin silahlı bir saldırıya uğrayıp öldürülmeleri ve Türkiye'nin ekonomisini kökünden değiştirecek buluşlarının üzerinin örtülmesiyle noktalanıyor. Sonra 2008 yılına atlıyor, Amerika’da devletin derinliklerinde kümelenmiş bir gurup yetkilinin petrolün yerine bor madeninden yararlanma stratejisini geliştirdikleri toplantıya kulak misafiri oluyoruz. Bu durumda yeni hedefleri Türkiye’yi ele geçirmektir...
Türkiye’deki konjonktür de ABD’nin planları için çok elverişli. Mesela, “Halk, artık tüm bu olan biten politik oyunlardan bıkmıştı” diye başlamış memleketin siyasi tablosunu çizmeye Can Giray, şu cümlelerle sürdürmüş; “son zamanlarda, meclisteki milletvekilleri, eski büyük siyasi partilerin bölünmesi ile ortaya çıkan birçok küçük partilere dağılmış ve bu nedenle iktidar olabilecek çoğunluğa sahip bir parti kalmamıştı. Sürekli, koalisyon hükümetleri kuruluyor, kısa zamanda koalisyon dağılıyor, ardından bir koalisyon daha kuruluyor ve siyasi karmaşa böyle sürüp gidiyordu”.
Neyse ki politikacılara ayak uydurmayan bir kurumumuz var; TSK. Bir de roman kahramanlarımız var; Amerika’dan yeni dönüp şans eseri Türkiye’de bu karanlık işi tezgahlayan şirkette çalışmaya başlayan Su, onun gazeteci arkadaşı Damla, komployu engellemeye çalışan genç subaylar Batukan ve Serdar… İşin içine uluslararası iktidar emelleri olan Kutsal Armada Tarikatı da katılıyor.
Edebi teamüllere uygun olarak esas oğlanlar yine kültürlü, yakışıklı, atletik vücutlu, esas kızlar yine güzel ve etkileyici. Yani yine “iyi tüketmeye/güzel yaşamaya, ekonomik mucizeler ve ‘markalar’ yaratmaya muktedir beyaz Türkler”in hikayesidir anlatılan. Çin lokantalarında gezen, Kurt ismini taktığı Land Rover’iyle adrenalin salgılayacak maceralı sürüşler yapmayı seven Batukan, yine “aileden zengin” bir roman kahramanıdır…
Amerika ve Türkiye’de eş zamanlı olaylarla ilerleyen maceranın gidişatı seçimi kazanan yeni bir partiyle, yeni hükümetimiz ve idealist başbakanımızla değişiyor. Romandaki ifadelerle; “inanılmaz bir durum söz konusuydu, tüm bu gelişmeler sadece iki-üç gün içinde olmuştu. Yıllardır istikrarsızlıktan bıkmış olan halk, bu gelişmeleri memnuniyetle izliyordu. Sanki bir mucize olmuş gibi, Silahlı Kuvvetler, halk, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, kısacası tüm Türkiye birbirine sarılmış, bir şeyler yapmak için çalışıp duruyorlardı”. Bu güzelliklere, “sevinç yumağı” olmuş millete Amerikan başkanının dirayetli devlet adamlığı da eklenince çıkar guruplarının hesapları bozuluyor. Kandırıldığını, Türkiye ile başa çıkılamayacağın anlayan Başkan, Türk hükümetine yardım etmeye karar verecek, kötüler cezalarını çekeceklerdir. İyileri sorarsanız; onlar da muradlarına eriyorlar elbette. Size de kerevitlerine çıkmak kalıyor…
Sadece içerik açısından değil, -alıntılardan da anlaşılacağı gibi- biçimsel açıdan da doyurucu olmayan Bor Büyüsü, polisiye ile peri masalı arasında kalmış, ama her ikisinden de nasibini almamış bir roman.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları