İstihbarat servislerinin operasyonlarını konu edinen romanların bir kısmında, yazarın devletin bu en derin kuruluşlarına duyduğu sempatiyi gizlemediği görülür. Roman sanatının bütün türleri arasında ideolojinin en çıplak haliyle salındığı metinlerdir bunlar. Konu, olay ve kahramanlarıyla arasıa mesafe koymak niyeti hiç taşımayan pek çok casusluk romanı yazarının edebi alanda bir yer kapmak beklentisi de yoktur. Hele ki türün Türkçe’de üretilenleri, bir zamanlar adı fısıltıyla anılan kontr-gerillanın “beyaz kitap”ına taş çıkartacak cinstendir. Hacı da onlardan biri işte...
Yakın tarihte tanık olduğumuz olaylardan çıkarılan Hacı’nın hikayesi, Kayserili müslüman bir işadamı ve ailesinin karıştığı cinayetler üzerine kurulmuş. Hacı’nın kardeşi Ankara’da uluslararası şirketlerin temsilciliğini yapan –aynı zamanda sevgilisi olan- bir kadını ve ihaleyi onların şirketlerine kazandırmayan bir bakanı öldürmüştür. Kayseri’deki Albay, Hacı’yı bu işte parmağı olabileceği ve islamcı hareketlere yardım ettiği iddialarıyla sıkıştırmakta, Ankara’daki soruşturma ise bambaşka bir yönde seyretmektedir. Zaman geçtikçe öldürülen kadının kirli ilişkilerinin yanı sıra Hacı’nın aile tarihi de ortaya çıkacak, dürüst emniyet görevlileri ve subayların sürdürdüğü soruşturma, devlet içindeki kimi karanlık yapılanmalara, ucu güneydoğudaki savaşa uzanan derin güçlere uzanacak, ancak mesele demokratik teammüllere ve hukuka hiç de uygun olmayan bir biçimde çözülecektir.
Ne var ki bu hukuksuzluğu yargılamak niyetinde değil yazar; sevgisini gizlemediği sorusturmacılarla soruşturulanların vatan aşkları ya da hukuk anlayışları birbirinden farksız. Tarafları ayıran kurtuluşçu ideolojileri sadece. Ülsever ise, merkeze daha yakın duran soruşturmacıları “Asenacılar” adlı örgüte tercih ediyor. Hacı ve ailesi ise Anadolu kaplanlarının inandırıcılıktan uzak, mekanik bir temsili. Sonuçta, yazarın çalıştığı Hürriyet gazetesinin yayın çizgisinde yazılmış bir yakın dönem “siyasi” polisiyesi...
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları