menu

Adı Senfoni Kalsın - Tahir Abacı

Yazan: A. Ömer Türkeş
Yayın Tarihi: April 01, 2012 15:49

Dış dünyayı model alan doğası gereği her romanda bir mahkeme kurulur. Yazar bir yargıçtır aslında, yarattığı kişilerin kaderlerine o yol verir; kimi zaman mükafatlandırır onları kimi zaman da farklı şiddetteki cezalara çarptırır. Bu hak dağıtımı yazarın dünya görüşüne, kişisel karar ve seçimlerine bağlıdır. Birey ve toplum için iyi ve kötünün ne olduğu ya da hangi suçların hangi cezalara çarptırılması gerektiği hakkındaki yargıları, o yazarın zihinsel yapısının, hukuk kavrayışını ve adalet duygusunun dışa vurumudur.

Sadece “yüksek edebiyat” içinde değil, her türden romanda, özellikle polisiyelerde öylesine sahneler yer alır ki, bu toplumun bütün bir hukuk algısı onu çevreleyen koşullarla birlikte, kimi zaman trajik, kimi zaman komik, ama en çok da traji-komik halleriyle canlanıverir zihnimizde, ama doğrudan hukuk dünya­sını anlatan pek az roman örneği gösterebiliriz; daha ön­ce mahkeme dosyalarından konu devşiren, kriminal konuları içeren, hatta avukatların özel hayatlarını anla­tan romanlar yazıldı belki, ancak, “Adı Senfoni Kalsın”  doğrudan hukuk dünyasına odaklanışı, tamamen o dünyada geçmesi ve hemen bütün roman kişilerinin hukukçu olmalarıyla farklılaşıyor.

Yakın gelecekteki birkaç günün hikayesi

Kendisi de hukukun içinden gelen bir yazar olan Tahir Abacı, zamanımızdan pek uzak sayılmayacak bir gelecekte, 2023 yılında kurgulamış romanını.  Bilgisayar tabanlı teknolojik gelişmelerin hikayede kapladığı ağırlıklı yer nedeniyle bilimkurgu edebiyatına, gelecekteki hayat tasarımıyla ütopyalara yaklaşsa da, her iki türden de farklı o; “Adı Senfoni Kalsın”, geleceğe yansıtılımış hukuk dünyası üzerinden gündelik yaşama yöneltilmiş toplumsal bir taşlama…

Otuz üç parti tarafindan kurulan koalisyonun başbakanının iki hafta içinde görevini bıraktığı, yeni hükümet kurma çalışmala­rının meclisteki yetmiş yedi partiden elli birinin katılımıyla sürdüğü, Avrupa Birliği konusundaki görüşmelerin yine ertelendiği bir sırada, uzun sürmüş üniversite eğitimini tamamlayıp İstanbul Barosuna kayıt olan ve ilk davalarını kovalayan Sinan isimli genç bir adamın bakış açısından anlatılıyor hikaye. Yıllardır süren bir miras davasını üstlenen Sinan, gerekli tapu belgelerini araştırmak amacıyla “B…” ili sınırlarındaki  bir ilçeye trenle yaptığı yolculuk sırasında tuhaf olaylarla karşılaşacak, belgelerin izini sürmekte ısrarcı olunca da kendisinden önce aynı davayı üstlenen diğer avukatlarla tanışacaktır. İşte bu iz sürmenin hikayesini anlatıyor roman. Öyle tuhaf bir bir iz ki bu, kimi zaman doğunun ücra bir köyüne götürüyor Sinan’ı, kimi zaman İstanbul’un en görkemli hukuk bürolarına. Ruhunu yitirip salt biçime dönüşmüş hukuk müessesesine ve geçimini o müessese etrafından kazanan insan tiplerine temas ediyor hikaye; şanslı günündeyse eğer, eski kuşak hukukçularla tanışıp hukuk ve adalet tartışmasına giriyor Sinan, ama çoğu kez kurtlar sofrasında pay kapma savaşı veren gözü dönmüş “saygın” ve “semirtik” avukat tipleriyle köşe kapmaca oynuyor.

Sevgilisi Romans’tan ayrılmanın aşk acısını genç ve güzel avukat Senfoni ile dindirmeyi düşleyen Sinan, belki de mesleğe yeni atılmışlığının temizliği ve adalete olan inancıyla attığı her adımda biraz daha hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kimi yerde -mesela Kafka’nın “Şato”su gibi- romanlara yapılan göndermelerle zenginleşen, kimi yerde en gelişmiş müzik aletlerinden yükselen senfonik müzik parçaları eşliğinde ilerleyen “Adı Senfoni Kalsın”, ana hikayenin akışını kesen yan hikayecikler ve insan tipleriyle hukuk dışı alanlara da temas ediyor. Böylelikle kentteki devrimci gençlik hareketlerinin, doğu kırsalındaki gerilla mücadelelerinin, cezaevlerindeki kötü koşulların, insan bedenleri üzerinden yapılan ticaret ve fuhuşun varlıklarını bugünden sadece biçimsel farklılıklar taşıyan içerikleriyle sürdürdüklerini anlıyoruz.

İnsani ilişkilerden uzaklaştıkça

Romanın ısrarla vurgu yaptığı nokta, teknolojinin ve ağırlıklı olarak bilgiişlem alanındaki gelimelerin gündelik hayat ve hukuk üzerinde yaratacağı değişimler… Yazar, eleştirisini ironik anlatımıyla belli etmiş. Öyle ki, helikopter ya da uçakların gündelik ulaşım araçlarına dönüştüğü, davaların bilgisayarlar aracılığıyla yürütüldüğü bir zamanda hayat hiç de daha mutlu etmiyor insanları; yoksulluğu yok etmiyor, teknolojinin nimeleri eşit oranda paylaşılmıyor. Bir avukatın taşınabilir bilgisayarıyla bir yandan bulunduğu kentteki duruşmalarını izlerken arada Erzurum’daki bir boşanma davasına katılması, Ağrı dağındaki bir villanın tahliyesini istemesi ya da Bafa gölündeki bir cinayeti koğuşturması adaletin daha iyi işlemesini de sağlamıyor; tersine, eski ile yeni arasında henüz bir denge tutturamadığı bir zamanda bilgisayarların kapladığı ağırlıklı yer hukukla adaleti birleştiremediği gibi hukuksal işleyişi gülünç bir hale getiriyor. Bir alıntı yapalım örneklemek için; “Süruroğlu, dönüp aceleyle cübbesini giydi, masasının başına otur­du. “İzin verirsen şu duruşmayı da aradan çıkaralım. Kısa sürer.” Masa üstü bilgisayarına dokundu. Ekranda İstanbul 127. Sulh Hu­kuk Mahkemesi’nin mübaşiri Şevket Konmaz’in yüzü belirdi. ‘Tamam abi, şimdi alıyoruz sizi. Avukaaaaaaat Ahmet Yusuf Süruroğlu, avukaaaaaaat Senfoni Kuğuuuuuuuu’… Ekranda yargıç ile her iki tarafın avukatlarının yüzleri belirdi”.

Teknolojinin gündelik hayata bu denli dahil olması, insanlararası ilişkileri zayıflatırken hukuksal alanın insani niteliğini biraz daha yitirmesine yol açmış, müşteri ilişkilerinin bile teknolojik aygıtlar üzerinden yürütüldüğü böyle bir çağda hukuk bürolarına duyulan ihtiyaç ortadan kalkmış, güzel bü­rolar döşemenin yegane getirisi “statü” olmuştur. Ancak bu bir geleneğin yitiminden başka bir şey değildir. Çünkü romanda eski bir avukatın ağzından dile getirildiği gibi, o eski büroları kültürel işlevleri de vardır. Nitekim “her biri bir kültür tapınağı gibi idi” diyecektir yaşlı kurt; “bin tane beyiti ezbere bilen meslektaşlar bilirim. Öyle bü­rolar vardı ki, her akşam musiki meclisleri kurulurdu. Kimi mes­lektaşların büroları, avukat bürosu gibi değil, yayınevi bürosu gibi çalışırdı. Şiir dergisi bürosuna gidiyorum sanırdın, hop karşına a­vukat bürosu çıkardı. Şimdi ne öyle avukatlar var, ne doğru dürüst bürolar. Siz gençler hukuku salt hukuk olarak yaşadığınızı sanıyor­sunuz. Hukuk sadece hukuktan ibaret olmadığı için de hukuku bilmiyorsunuz”.

Böylelikle hukuk alanına geçiyoruz. Abacı, hukuk sistemindeki çözüleyi ele alırken birinciliği meslektaşlarına, avukatlara vermiş, ama binlerce hukuk öğrencisi mezun eden eğitim sistemini de ihmal etmiyor. Sonuçta kastik bir yapının doğuracağı tehlikeleri hissedebiliyoruz. Kendilerini kalabalıktan ayırt ettikleri ölçüde düşünce ve tercihle­rinde aristokratik bir yönelim görünecek, mesleklerinde zirveye tırmandıkça muhafazakar ve antidemokratik bir tavır takınacaklardır. Nitekim mesleğin ruhunu bilen bir meslektaşı “hukuk artık gösteri kabilinden bir şey oldu” diyecektir Sinan’a; “insanlar, hukuk sorunlarını çözünce, haklarını güvenceye a­lınca değil, onları eğlendirince mutlu oluyorlar. Kılı kırk yararak adaleti arayan yargıç değil, davaya törensel boyut katmasını bilen yargıç makbul. Benim zamanımda görkemli fakülte binaları değil ama işin ilmini yapan hocalar vardı.” İkeler yozlaşmıştır bir kere. Ve her sisitem yozlaşması ilkelerdeki yozlaşmayla başlar. İşte bundan sonradır ki, hukuk profesyonelleri için hakkını, adaleti arayan insanlar görünmez olur; geriye kalansa bir dizi yasa, bir dizi sözleşme, senet ve poliçedir­ artık...

“Adı Senfoni Kalsın”, barındırdığı pek çok komik olayla ilk bakışta neşeli bir roman. Ama bütün bu cümbüşün arkasında, insan ilişkilerine ve kurulu düzene karşı büyük bir güvensizlik, geleceğe ilişkin karamsar bir bakış da hiç eksik olmuyor. Abacı, olup bitenleri sahnelerken yarattığı atmosferle en ciddi, en heyecanlı ya da en dramatik anları bile birer durum komedisine çevirerek olayların ardındaki saçmalıkları, insan ilişkilerindeki ikiyüzlülüğü ve çıkarcılığı teşhir etmesini bilmiş. İilk bakışta okuyucuya basit gibi görünebilecek bir hikayeyi zaman zaman benzetmeler, tezatlar ve metaforlarla zenginleştirilmiş ironik bir dille aktaran yazar, yakın bir gelecek üzerinden günümüze yöneltiyor eleştirisini.

Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları
Etiketler:
Adı Senfoni Kalsın
Tahir Abacı

Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ KİTAPLAR

Nopic

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic