Ruh Hastası’nın hikayesi sosyal gruplaşmanın siyasal bir eksende belirlendiği yıllara henüz gelinmediği, büyük kentlerde, haritalarda yeri gösterilmeyen kasabalarda, kışın yolları kapandığında ada halkları gibi yalnızlaşıveren köylerde, gazetelerin büyük önem, değer ve inandırıcılık taşıdığı zamanlarda, 60’lı yıllarda, olayları hem yaşayan hem de aktaran genç gazeteci Kürşad Oğuz’un ustası saydığı Burhan Hoca tarafından sansasyonel bir haberin peşine koşulması ile başlıyor. Gazetenin genel yayın yönetmeni Burhan Hoca, o dönemin iki ünlü yazarı arasındaki rekabeti kışkırtmayı amaçlamaktadır.
O ana dek birbirleri hakkında tek olumsuz söz söylemeyen Selim Özkul’la Edip Us’u konuşturmak için yol çıkan Kürşad, yaşları, fiziksel yapıları, politika ve edebiyata yaklaşımları birbirine hiç benzemeyen ama romanları arasında tuhaf benzerlikler kaydedilen bu iki yazarla ilişkiye geçecek ve onları yapmak istediği habere uygun tarzda konuşmaya yöneltecektir.
Ne var ki, haberi yönlendirenin kendisi olmadığı kapısını birkaç yıl sonra çalan Ayhan’ın ifadesiyle ortaya çıkacak ve her iki yazar hakkında hiç bilmediği sırları keşfedecektir Kürşad. Konutuğu herkesin anlatacağı farklı bir hikayesi vardır ki, her hikaye yazarlar arasındaki ilişkiyi biraz daha karmaşıklaştıracak, işin içine cinayet şüpheleri de karışacaktır. Arka planda ise ülkenin şiddetle dolu tarihi sürüp gitmektedir…
İsmail Güzelsoy, ilk kitabı Seni Seziyorum’daki son öyküsünde polisiye ile post-modern edebiyatı çok iyi birleştirmişti. Ruh Hastası’nda da aynı yöntemi kullanmış. Üstelik o hikayedeki Horge ve Edip Us gibi isimleri de farklı kişilikler halinde katmış romanına. İsimlerle oynamayı çok seviyor Güzelsoy. Mesela bazı roman kişilerine -gerçek hayattaki kimliklerine gönderme yapmaksızın- Deniz Gezmiş, Yılmaz Güney, Kemal Sunal, Adile Naşit, Aliye Rona, Hulusi Kentmen gibi tanıdık isimler vermiş. Böylelikle hem bir mizah duygusu yaratıyor hem de gerçekle kurmaca arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıveriyor.
Romandaki muammanın çözümü için yazarların romanları arasındaki ilişkilere dikkat etmelisiniz. Bir de İsmail Güzelsoy’un edebiyat anlayışının, Ruh Hastası’nın yazım serüveninin sırları var elbette. Yazar bu konudaki ip uçlarını da serpiştirmiş aralara. Mesela gerçek ve kurmaca isimler arasındaki içiçe geçmişliği anlayabilmek için Selim Özkul’un “kitabın son üçte birlik bölümünde, eğer dikkat ettiyseniz, sık sık tekrarlanan cümleler, kelime grupları bulunuyor” cümlesiyle başlayan açıklamasına kulak vermeniz gerekiyor; “bir anda cümleler uzamaya, öznesini kaybederek genişlemeye başlıyor… Ünlü kişilerin isim ve soyadları iki ayrı paragrafta söylenerek kahramanların belleğimizde belli, somut kişilere benzetilmesi sağlanıyor. Kısacası, bunun gibi bir yığın bellek oyunu, görsel etkiler, söz oyunlarından oluşmuş soyut bir labirentin göbeğinde buluveriyor okur kendisini. Ancak çok dikkatli olursa... Bütün bu oyunlarla ortaya çıkan gizli mesajlar zihnin karanlık dehlizlerindeki başka bilgilerle harmanlanıp yeni sonuçlar peydahlıyor”.
Polisiyelerin rasyonelliğine yine post-modernin kurmacası ve oyunuyla karşılık veren, dikkatsiz okuyucuların içinde kolaylıkla kaybolacakları bir labirent kuran, Doğu-Batı sorunsalından edebiyatın anlamına kadar pek çok meseleyi esprili bir dille romanına taşırken metnini Binbir Gece Masallarından Borges’e, salon polisiyelerinden özel detektif maceralarına, Holywood’un korku filmlerinden Yeşilçam avantürlerine ve en çok da Oğuz Atay’a yaptığı göndermelerle zenginleştiren İsmail Güzelsoy, ilk kitabındaki kadar etkileyici bir dille çıkmış karşımıza.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları