(1915 – 1983)
“…O kalleş sokaklarda, lekesiz ve korkusuz bir adam yürümeli...”
Bu sözlerle Raymond Chandler 1944 yılında yeni bir detektif anlayışını tarif ediyordu. Ona göre, o zamanlar cinai romana hakim olan anlayış, İngiliz köşklerinde Singapur kokteyli içen kibar insanlar arasında geçen entelektüel oyunlar, yapay ve kuru mantık problemlerinden ibaretti.
Tarif ettiği bu yeni “sıkı detektif” anlayışını, o zamanlar sadece iki yazar sürdürebiliyordu: Dashiell Hammett’in detektifi Sam Spade yargısı ve polis teşkilatı çürümüş Amerikan şehirlerinde gangsterlerle mücadele ederken, Raymond Chandler’in detektifi Philip Marlowe California’nın soylu ailelerinin yetişkin kızlarının başlarına açtıkları sorunlarla uğraşıyordu.
Nihayet 1949 yılında Chandler’in tarif ettiği detektif çıkageldi. Adı Lew Archer, yazarı ise Ross Macdonald idi.
Üstelik bu yazar detektif romanını edebiyat düzeyine çıkaracak kadar güzel bir üslupla yazıyordu:
Ben dünyanın iyiler ve kötüler diye ikiye ayrıldığına, şerrin mesuliyetini belli insanlara yükleyip onları cezalandırabileceğimize inanırdım. Şimdilerde hala öyleymiş gibi davranıyorum. -- The Moving Target (Canlı Hedef)
“Senin gerçek motivasyonun bu değil. Senin gibilerini iyi tanırım. Sende gizli bir adalet tutkusu var. Niçin bunu kabul etmiyorsun?”
“Hayır, bendeki gizli bir merhamet tutkusu. Ama hep adalet öne fırlayıp hakkını istiyor.” -- The Goodbye Look
“Bu adam ne istiyordu?”
“Kocanızın parasını; diğer herkes gibi.”
“Ama sen istemiyorsun, öyle mi?”
“Hayır,” dedim. “Para çok pahalı bir şey.” -- The Goodbye Look
Bir kızla aynı odada uyumayalı çok olmuştu. Lakin, oda geniş ve aydınlıktı, ayrıca kızın kafasında benden farklı çok derdi vardı… -- The Blue Hammer
Bu yazar o zamanlar toplumun gündemine yeni girmekte olan çevre sorunlarına da duyarlıydı:
Mazatlan’dan kalkan uçağımız Los Angeles’e yaklaşıp da alçalmaya başlayınca denizdeki petrol sızıntısını görebildim. Pacific Point kıyısındaki mavi suyun üzerinde kilometrelerce genişlikteydi. Rüzgarın estiği yöne ters tarafta bir petrol sondaj platformu vardı; sanki yerkürenin kalbine saplanmış ve onun siyah kanını akıtan bir hançer gibiydi. …
Hafiften yükselen dalgaların arasında zifte bulanmış bir karabatak çırpınıyordu. Kuşun gözleri kızıl, sanki öfkeli gibiydi.
Beyaz gömlek ve pantolonlu bir kadın dizlerine kadar suya girip kuşu aldı, gagalamasın diye onun başını uzakta tutuyordu. Bana doğru geldiklerinde genç kadının gözlerinde kuşun öfkesinin aynısının yansıdığını gördüm. -- Sleeping Beauty
Yanan ormanın içine uzanan yol su tankerleri ve diğer ağır itfaiye araçlarıyla tıkalıydı. Görevliler sessiz ve mütevazi çalışıyorlar, böylece yangının, sanki istenmeyen bir Tanrı gibi, dağın tepesinden inmeyeceğini umuyorlardı. -- The Underground Man
Bugün pekçok eleştirmen ve yazar Ross Macdonald’ın detektif romanına psikolojik derinlik getirmekle, Hammett ve Chandler’den çok daha üstün olduğunda hemfikirlerdir:
Sue Grafton: “Dashiell Hammett detektif romanına sokağın ilkel gücünü kattıysa ve Raymond Chandler de hakim olan üslubu oluşturduysa, ona mevcut saygınlığını veren ve dünya çapında okur kitlesine kavuşturan ve ardından bizim gibi yazarların gelmesini sağlayan kişi Ross Macdonald’dır… Temel konusu suç ve cinayet olsa da, cinai romanın bir sonata gibi duyarlı, derin ve tutkulu olabileceğini ondan öğrendik.”
John Connolly: “Ross Macdonald detektif romanının ilk büyük empati ve merhamet şairidir; onun detektifi Lew Archer başkalarının ıstırabına duyarlı, insanlığın yükünü sırtında hisseden bir çeşit Hazreti İsa gibidir; bunu yaparken bir bakıma acı çekenlerin ve kendisinin kefaretini ödemektedir.”
Linwood Barclay : “Ross Macdonald bana cinai romanın eğlendirici olmaktan öte bir şey olduğunu öğretti. Onu, edebiyatın amaçlarına hizmet etmek, yaşadığımız dünyayı kavramak ve insanları düşündürmekte kullanabilirdik… Hiçbir yazar, mesleki ve bireysel açıdan, benim üzerimde onun kadar etkili olmamıştır.”
James Ellroy : “Ross Macdonald duygusal planda benim en büyük öğretmenim olmuştur.”
Ne tuhaftır ki Chandler başlangıçta Ross Macdonald’ı beğenmesine rağmen, daha sonra onun aleyhine döndü. Onun üslubunu ve kurguya daha fazla önem vermesini eleştiriyordu. Ross Macdonald bu konuda şöyle diyor:
“Chandler’den çok şey öğrendim, fakat aramızda temel farklar var. Bunlardan biri kurgu anlayışımız. Chandler’a göre bir kurgu havalı sahnelerden oluşuyorsa güzeldir, sanki parçaların toplamı bütünden daha büyükmüş gibi. Ben ise kurguyu bir anlam taşıyıcı olarak görüyorum. Kurgu modern hayat kadar karmaşık, fakat gerçek şeyler söyleyecek kadar dengeli olmalıdır. Hikayenin sonundaki sürpriz öyle olmalı ki tüm roman yapısını sarsacak trajik titreşimler doğurmalıdır.”
Hayatı
Asıl adı Kenneth Millar olan Ross Macdonald California’nın Los Gatos kasabasında doğdu. Kanada asıllı olan ailesi, o üç yaşındayken Kanada’ya geri döndü ve orada babası aileyi terkedip gitti. Akrabaların birinden diğerine aktarılarak büyüyen çocuk, bir aileye sahip olamamanın acısını derinden yaşadı. Bütün eğitimini Ontario’da yaptı ve 1938’de üniversitenin edebiyat bölümünden mezun oldu. Daha üniversitedeyken okul gazetesine şiir ve hikayeler yazıyordu. Sınıf arkadaşı Margaret Sturm’la evlendi. Karısı Margaret Millar adıyla cinai romanlar yazarak ün kazanmaya başlayınca, o da detektif romanları denemeye karar verdi.
2. Dünya Savaşı’nda Amerikan Deniz kuvvetlerinde askerlik yapıp döndükten sonra yazdığı romanları yayınlanmaya başladı. 1949’da The Moving Target adlı romanıyla Lew Archer adında bir özel detektifin maceralarını yazmaya başladı. Vasat giden birkaç romandan sonra 1959 yılında The Galton Case adlı romanıyla şöhrete ve paraya kavuştu. Daha sonraki romanları giderek çok satanlar listesinde yeralmaya başladı. Bu başarılardan sonra aile California’da Santa Barbara’ya taşındı. California onlara uğurlu gelmedi. Biricik kızları Linda, uyuşturucu batağında psikolojik sorunlarla heba oldu ve genç yaşta öldü.
Pekçok ödül alan ve romanları filme de alınan Ross Macdonald üç yıl Alzeimer hastalığıyla boğuştuktan sonra 1983 yılında evinde öldü.
Millar ailesi: Margaret, Linda ve Kenneth.
Lew Archer
Macdonald detektifine Lew Archer adını Hammett’e saygısını göstermek için vermişti (Hammett’in detektifi Sam Spade’in Miles Archer adında bir yardımcısı vardı). Lew Archer’ın özel hayatı pek gündeme gelmez, fakat değişik romanlarından derlenen bilgiler şöyledir: 5 yıl Long Beach emniyetinde polislik yaptıktan sonra, politika ve bürokrasiden bıkıp ayrılmış, özel detektiflik yapmaya başlamış. Düşük gelirli, hala Ford arabasının taksitlerini ödeyen ve gerçek dostu olmayan yalnız bir adamdır. Arada bir, babasının Long Beach plajında elinden tuttuğu çocukluk günlerini ve boşanmış olduğu karısını hatırlar.
Archer, California’nın zengin köşklerinde yaşayan zengin ailelerin ve onların hizmetlerini gören göçmen Meksikalıların yaşadıkları aile trajedilerini çözmekle meşgul olurken, bir yandan da insanın yeryüzündeki varlık sebebini düşünmeden edemez:
Eğer California bir haleti ruhiye ise, Holywood onun ateşini ölçtüğünüz yerdir. Ne tuhaf ki sadece film şeritlerinde varolan bu şehir sadece California’nın değil Amerika’nın da başkentidir. Burada çocuklarımız neyi ve nasıl düşleyeceklerini öğreniyorlar ve başımıza gelecek olanlar önce orada yaşanıyor.” -- Archer in Hollywood
Sinemada Lew Archer karakterini Paul Newman oynamıştı.
Babasını arayan çocuklar
“Geçmiş günümüzün anahtarıdır.” -- Zebra-Striped Hearse
Ross Macdonald’ın hikayelerinde, geçmişte işlenip üstü örtülmüş olan günahlar unutulup gitmiyor, bazan çocukların bilinçaltında muhafaza ediliyor ve sonra umulmadık bir şekilde ortaya çıkıp büyük felaketlere sebep olabiliyorlar. Bu, Macdonald’ın Freud’çü psikolojiye yatkın olduğunu gösteriyor.
Diğer bir tema, babasını arayan çocuklar. Ailesini terketmiş veya bilinmedik bir şekilde ortadan kaybolmuş babalar yüzünden ruhsal gelişmesi duraklamış çocuklar, yıllar sonra babalarını aramaya başladıklarında büyük facialara yolaçabiliyorlar.
(Evinden kaçan Tommy Hillman’ı aramakta olan Archer, suçlu çocukların kapatıldığı bir ıslahevinde Fred adlı ergen bir çocuğu sorgulamaktadır.)
“Yetişkinler her zaman doğru söylemiyorlar,” dedi Fred, çenesinde yeni biten kılları yolarken. “Babam beni askeri okula gönderdiğini söylemişti.” ….
“Tommy sana ne söyledi, Fred?”
“Evlatlık verilmiş olduğunu.”
“Gerçekten öyle miymiş?”
“Ne bileyim ben. Buradaki çocuklar hep evlatlık verilmiş olduklarını düşünürler. Çünkü onları buraya tıkanların gerçek ana babaları olduğuna inanamazlar.” -- Far Side of the Dollar
(Jean Trask 39 yaşında bir kadındır ve o 16 yaşındayken evden kaçıp giden babasını aramaktadır. Archer ona belki de babasının yaşlılıktan ölmüş olabileceğini söyler.)
“Niçin hayatta olmasın? Ben doğduğumda babam 24 yaşındaydı. Ben şimdi 39 yaşındayım…”
“Eder 63.”
“Artık 63 yaşlı sayılmıyor ki. Hem o, yaşına göre çok dinçti, dans edişini görmeliydiniz. Beni dizleri üstünde hoplatırdı.”
Bunları çocukluğundan beri tekrarlayıp durduğu anlaşılıyordu. Aklı hafızasının akıntısına kapılıp kimbilir hangi şelaleye doğru sürüklenecekti.
“Babamı bulacağım,” diye tekrarladı Jean. “Onu ölü veya diri bulacağım. Yaşıyorsa ona yemek pişireceğim, evini temizleyeceğim. Ve böylece hayatta hiç olmadığım kadar mutlu olacağım. Ölmüşse de mezarını bulacağım, orada onun yanına kıvrılıp derin bir uykuya dalacağım.” -- The Goodbye Look
(Babasını aramakta olan John sonunda annesini bulur. Kadın bir katille yaşamaktadır.)
John annesinin karşısına, suçlayıcı bir ifadeyle dikildi. “Niçin bunca zaman yalan söyledin? Babamı öldüren adamla evli kalmaya devam ettin?”
“Beni yargılamaya hakkın yok. Senin hayatını kurtarmak için onunla evlendim. Onun, babanın kafasını baltayla uçurup denize attığını gördüm. Bana, eğer konuşursam seni de keseceğini söyledi. Sen küçük bir bebektin ama onun gözü karaydı. Baltayı senin beşiğin üzerinde kaldırıp, onunla evlenmem ve sırrını saklamam için ant içirdi. Bugüne kadar sözümü tuttum işte.”…
“Hayatın boyunca onun yanında kalmak zorunda mıydın?”
“Başka çarem yoktu,” dedi kadın. “Onaltı yıl boyunca onunla senin aranda kalkan oldum. Sonra sen kaçıp gittin, beni onunla başbaşa bıraktın. Başka hiç kimsem yoktu. Yapayalnız olmak nedir bilir misin, evlat?”
Genç adam cevap vermek istedi ama boğazı düğümlenmişti. Kadın devam etti:
“Hayatta sadece bir kocam ve çocuklarım, bir ailem olsun istedim.” -- The Galton Case (Ölmek Yasak)
Macdonald cinai romanın eninde sonunda edebi romanla birleşeceğine, yani Charles Dickens ile başladığı yere döneceğine inanıyordu. Nitekim, o öldükten sonra bu iki tarz arasındaki sınırlar yıkılmaya başladı. Umberto Eco, Gabriel Garcia Marquez, Norman Mailer, Mario Vargas Llosa gibi edebi yazarlar da cinai roman yazmaya başladılar. Cinai romanın niçin ciddiye alınması gerektiğini bizlere Macdonald gösterdi.
Bu yazıda Ross Macdonald’ın halen zevkle okunabilecek ve günümüze ışık tutabilecek bir yazar olduğunu anlatmaya çalıştım. Birkaç eseri dilimize çevrilmişti, umarım tüm eserleri dilimize kazandırılır.
Lew Archer serisi (En iyi bulduklarıma yıldız verdim.)
1. The Moving Target (1949, Canlı Hedef)
2. The Drowning Pool (1950, Ölümcül Sır)
3. The Way Some People Die (1951)
4. The Ivory Grin (1952)
5. Find a Victim (1954)
6. The Barbarous Coast (1956)
7. The Doomsters (1958, Birinci Sınıf Cinayet)
8. The Galton Case (1959, Ölmek Yasak) ***
9. The Wycherly Woman (1961) ***
10. The Zebra-Striped Hearse (1962) ***
11. The Chill (1964) ***
12. The Far Side of the Dollar (1965) ***
13. Black Money (1966, Kara Para) ***
14. The Instant Enemy (1968) ***
15. The Goodbye Look (1969) ***
16. The Underground Man (1971) ***
17. Sleeping Beauty (1973, Uyuyan Güzel) ***
18. The Blue Hammer (1976) ***
Diğer romanları (Kenneth Millar adıyla):
The Dark Tunnel (1944)
Trouble Follows Me (1946)
Blue City (1947)
The Three Roads (1948)
Meet Me at the Morgue (1954, Son Durak Morg)
The Ferguson Affair (1960)
Yazı için teşekkür hocam. Ben de MacDonald'ı özellikle The Doomsters'tan sonra kendi sesini oluşturmuş, orjinal bir yazar olarak görüyorum. Yeni yazılarınızı merakla bekliyoruz.