Amerikan ‘kara roman’ının en üretken ve önemli temsilcilerinden Jim Thompson, Vahşet Gecesi’nde bir kiralık katil hikâyesi anlatıyor. Katilin gerilimli ruh halini Amerikan taşrasının bunaltısıyla birleştiren Vahşet Gecesi, hem çok başarılı bir roman hem de bu usta yazarla tanışmak için büyük fırsat.
James Myers Thompson, 1906 yılında Oklahoma eyaletinin küçük bir kasabasında doğdu. Babası kasabanın şerifiydi. Şeriflikten ayrılan babasının iş hayatında da başarısızlığa uğraması üzerine Thompson’ın gençlik yılları sıkıntılı geçti. Yeraltı âlemiyle tanışması bir yana sigara ve alkol bağımlısı haline geldi. Bu güç durumdan kurtulmayı başardı, üniversiteye girdi ve gazeteciliğe başladı. 1930’larda çeşitli dergilerde suç hikâyeleri yayımladı. 1942’de ilk romanı Now and On Earth’ü yazdı. Roman pek ses getirmese bile yılmadı Thompson. Geçinmek için gazeteciliği, tutkuları için yazmayı sürdürdü. Nihayet 1952 yılında yayımladığı İçimdeki Katil (The Killer Inside Me) ile başarıya kavuştu. Üretken bir yazardı. 1940’ların sonlarından 1950’lerin ortalarına kadar 29 roman yazdı. The Killer Inside Me, Savage Night (Vahşet Gecesi), A Hell of a Woman, After Dark, My Sweet, The Kill off (Öldür Gitsin) ve Pop. 1280 Thompson’ın en iyi eserleri arasında gösterilir. Stanley Kubrick’in daveti üzerine katıldığı sinema endüstrisinde başta Kubrick’in The Killing (Son Darbe) ve Paths of Glory (Zafer Yolları) filmlerinin de bulunduğu pek çok senaryoya imza attı. Yaşadığı yıllarda –aldığı olumlu eleştirilere rağmen– çok fazla öne çıkmayan Thompson, ölümünden sonra –1980’lerin sonlarında– yeniden keşfedildi ve dünya çapında ünlendi. Aralarında François Truffaut, Bernard Tavernier, Coen Kardeşler’in de yer aldığı pek çok yönetmenin hayranlık duyduğu bir yazar olması sayesinde birçok romanı sinemaya uyarlandı. Ne yazık ki Jim Thompson’ın Türkiye’de hak ettiği karşılığı bulduğunu söyleyemeyiz. Romanlarının sinema uyarlamalarını izlemiş olanlar bile Jim Thompson isminin farkına varmamış olabilirler. Kitap çevirileri ise -beş romanla- kısıtlıdır. Umarım Mephisto Yayınları'nın Öldür Gitsin (2016) ile başlayıp Vahşet Gecesi’yle sürdürdüğü Thompson edisyonu yazarın hatırlanmasına/tanınmasına bir nebze olsun katkıda bulunur. “Küçük” Daha Büyük Charlie Vahşet Gecesi’nde hikâye Carl Bigelow’un Peardale kasabasına gelmesiyle başlıyor. New York City’ye 100 mil uzaklıkta, halkın geçimini tarımdan sağladığı, iç karartıcı bir kasaba... Bigelow iki bavulunu anacaddeden yukarıya güçlükle sürüklerken Peardale’i şöyle bir tartacak ve burayı, orta yaşlı başarısız insanların, çıplak kafalarını yarım yamalak saçlarıyla örtme çabalarına benzetecektir. Bigelow’un insan bedenine gönderme yapan benzetmesi boşuna değil. Zira kendisi de 150 cm boyunu çifte ökçeli ayakkabısıyla örten, göz rengini lenslerle değiştiren, dişlerinin dökülmüşlüğünü protezle gizleyen bir adam. Böylelikle yaşını göstermiyor. Soranlara kasabadaki yüksekokula yazılarak öğretmenlik diploması almaya geldiğini söylemekle birlikte öğrencilik yaşını çoktan geçtiğini, asıl isminin Charlie ‘Little’ Bigger olduğunu birazdan öğreneceğiz. Charlie ‘Little’ Bigger, bugüne kadar yakayı hiç ele vermemiş, polisiye dergilere ‘suç tarihinin en amansız ve en anlaşılamaz katili’ sıfatıyla konu edilmiş acımasız bir tetikçi. Kasabaya gelme nedeni New York’ta ‘Adam’ diye bilinen yarı işadamı, yarı siyasetçi, daha çok da mafyöz bir adamın isteğini yerine getirmek. Yani bir cinayet daha işleyecektir Charlie, ne var ki yorgundur, yıpranmıştır, trenden indiği anda kan tükürmüştür. Öldüreceği adamın –Jake Winroy’un– karısıyla birlikte işlettiği pansiyona yerleşen Charlie, olup bitenlerin ardında Adam’ın olduğu anlaşılmasın diye cinayeti kaza gibi göstermeyi planlamıştır. Kısa zamanda evdeki diğer insanlarla, kasabanın şerifiyle tanışır. Her şey yolunda gibi görünmektedir. Ne var ki kocasının zavallı halinden nefret eden Fay Winroy ile kurduğu ‘yakın’ ilişki, işleri çığırından çıkaracaktır... Kötülüğün Anatomisi Thompson birinci tekil şahıs bakış açısından anlatmayı tercih eden yazarlardan. Bu nedenle hikâyeyi bizzat katilin ağzından dinliyoruz. Charlie, tipik bir Thompson karakteri; görünüşüyle eylemi, düşünceleriyle gerçeklik arasında uyum yok. Sanki her şeyi biliyor, her şeyi ayarlamış gibi görünmekle birlikte aslında anlattıklarıyla hayalleri birbirine karışmış durumda; ki gerçeğin onun bakış açısından farklı olduğunu yavaş yavaş seziyoruz. Şimdiye dek ele geçmediyse eğer, bu becerisinden ziyade paranoyak ruh halinin eseri. Biraz daha altını kazıdığımızda bu âlemlerde olmaktan hiç de mutlu olmayan bir adamın dramına ulaşıyoruz. İşte Thompson’ı Amerikan ‘kara roman’ının popüler örneklerinden ayıran yan da bu... ‘Dudaklarıyla Dövüşen, Yumruklarıyla Sevişen’, sert, yakışıklı, cool roman kahramanlarına hiç benzemiyor Thompson’ın karakterleri. Onlar hayatta kalmak için suça bulaşan, şiddete başvuran, işledikleri suçun bedelini ödeyen, kendi uyguladıkları şiddetin yıkıcılığından en çok kendileri nasiplenen kişiler. Kaybedenlerin, çaresizlerin, alkol ya da uyuşturucu bağımlılarının, toplumun kıyısında kalanların, bunların yanı sıra sosyopat ve psikopatların hikâyelerini dinliyoruz. Belki akıl sağlıkları bozuk, zekâ düzeyleri düşük, belki kötülüğe de bulaşmışlar ama Thompson romanlarında anlatılanlar hayata ve insana dair bir gerçekliğe karşılık geliyorlar. Ucuzcu Dükkânların Dostoyevskisi Kötülüğü deşmeyi iş edinmiş bir yazar olarak Jim Thompson roman kişilerini suç işlemeye iten dürtü ve fırsatları didikliyor. İşte burada Jim Thompson’a neden ‘Ucuzcu dükkânların Dostoyevskisi’ dendiğini daha iyi kavrayabiliriz. Tıpkı Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’da yaptığı gibi, suç kurgusunu psikolojik, ahlaki veya felsefi düşüncelerini açıklamak için kullanıyor Thompson. Thompson 1935’te Komünist Parti’ye katılmış, takibata uğraması üzerine 1938’de ayrılmıştı. Ancak muhalif bakış açısını hiç yitirmedi. Pek çok romanında olduğu gibi ‘Vahşet Gecesi’nde de ekonomik sıkıntılar ve toplumsal çerçeve kişilerin kaderlerini etkileyecek bir derinlikte, daima işin içinde. Bir yandan polisiye kurgu ilerlerken diğer yandan kasabanın ekonomik, toplumsal ve insani açıdan içler acısı tablosu ağır ağır tamamlanıyor; hüzünlü, trajik, komik, yüz kızartıcı, ürkütücü, çarpık çurpuk insanlık hallerini sergileyen karanlık bir tablo... Bu karanlık görüntüyü Thompson’ın ustalığı aydınlatıyor. Jim Thompson’ın yazarlık kariyerinin en seçkin örneklerinden Vahşet Gecesi, hem çok başarılı bir roman hem de bu usta yazarla tanışmak için büyük bir fırsat.
Jim Thompson, Vahşet Gecesi, Çeviren: Sunay Hamitovalı, Mephisto, 2018, 239 s.
Kaynak: https://oggito.com/icerikler/kasabaya-gelen-adam/60310
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları