menu

Temiz eller

Yazan: A. Ömer Türkeş
Yayın Tarihi: December 26, 2023 22:23

Alfa Yayınları’nın yeni edisyonu sayesinde Michael Dibdin’in yeni bir ‘Komiser Zen’ macerasını daha okuma fırsatı bulduk; ‘Ölü Lagün’ hem Zen dizisinin dördüncü kitabı hem de yazarın bütün eserleri arasındaki en başarılı üç romanından biri. ‘Zen’ polisiyeleri, ‘Siyasi polisiye nedir?’ sorusuna net bir yanıt veriyor.

 

İtalya’nın -her yanı kriminalleşmiş, siyasetinden sermayesine her kesimi mafyalaşmış- gündelik hayatını bir polis müfettişinin gözünden çok gerçekçi biçimde yansıtan ‘Zen’ dizisinin yazarı Michael Dibdin, aslında bir İngilizdi. 1988 yılında başlayan dizi 2007’de -yazarın ölümü üzerine- sonlandığında 11 kitaba ulaşmış, ne yazık ki Türkçeye sadece ilk üç kitap çevrilmişti. Alfa Yayınları’nın yeni edisyonu sayesinde yeni bir Zen macerası daha okuma fırsatı bulduk; ‘Ölü Lagün’ hem Zen dizisinin dördüncü kitabı hem de yazarın bütün eserleri arasındaki en başarılı üç romanından biri.
Michael Dibdin, 1947’de Wolverhampton’da doğmuştu. Yedi yaşına geldiğinde ailesiyle Kuzey İrlanda’ya yerleşti. Edebiyata ilgisini ünlü İrlandalı şair James Simmons’un öğrencisi olmasına borçludur. Böylece Sussex Üniversitesi’nin İngiliz dili bölümüne girdi. Kanada’nın Alberta Üniversitesi’nden yüksek lisans derecesi aldı. İlk romanı ‘The Last Sherlock Holmes Story’nin (1978) yayımlanmasının ardından İtalya yerleşti ve dört yıl Perugia Üniversitesi’nde ders verdi. İtalya’dan ayrıldıktan sonra yazdığı ‘Fare Kral’ın 1988 yılında Altın Hançer Ödülü’nü kazanması ve gördüğü ilgi üzerine yazarlığı meslek haline getiren Dibdin’in bu dizi dışında -hepsi de polisiye türde- yedi romanı daha bulunuyor.

EVE DÖNÜŞ
1992 yılı. Bosna’da kirli savaşın, İtalya’da temiz eller operasyonunun sürdüğü günlerdeyiz. Roma’da kıdemli bir emniyet görevlisi olan Aurelio Zen, zengin bir Amerikalı işadamının ortadan kayboluşunu araştırmak için Venedik’e ayak basar. Ne var ki böyle bir dava için resmi olarak görevlendirilmemiş, kaybolan adamın yakınlarının teklif ettiği yüksek ücreti kabul ederek, bir bakıma özel dedektiflik görevini üstlenmiştir.
Açıkçası vicdanı biraz rahatsız. Her ne kadar rüşvet sınıfına girmese bile hesabına gizlice aktarılacak bir parayı kabul etmenin huzursuzluğunu duyuyor. İlk üç macerasında satılık olmadığını kanıtlamıştı ama Aurelio Zen’in polisiyelerin hatasız, kusursuz dedektif tiplemelerinden olduğu da söylenemez. Daha önce de kuralları zaman zaman kendi tarafına doğru esnetmesine tanık olmuştuk. Bu kez sevgilisi Tania’ya yeni bir ev kiralamak zorunluluğudur vicdanının sesini bastıran.
Zen’in açık vermemesi için Venedik’teki varlığına ikna edici bir açıklama getirmesi gerekir. Şans eseri yıllar önce kızını kaybeden ve akıl sağlığını yitiren Kontes Ada Zulian’ın dilekçesi çarpacaktır gözüne. Polisin deli damgası vurduğu kontes, evine giren hayaletlerin saldırısına uğradığından şikâyetçidir. Zen, Venedik polisinin zaten üstlenmek istemediği bu ‘muamma’nın takibi için gönderildiğini söyler ve usulca kendi işine koyulur.

Venedik’e gelmek eski günleri hatırlatmış, karmaşık duygular uyandırmıştır Zen’de. Annesinin arkadaşı Rosalba’nın kızı Cristiana Morosini ile tanıştığında kadının çekiciliğine kolayca kapılır. Cristiana, yaklaşan seçimlerde kazanmaya yakın görünen ayrılıkçı -faşist- parti Nuova Repubblica Veneta’nın lideri Dal Maschio’nun boşanmak üzere olduğu karısıdır.
Zen’in Bosna kökenli kayıp işinsanını araması, uyuşturucu kaçakçılığı, yozlaşmış polisler, işinsanları, hırslı yerel politikacılar ve sıradan Venediklilerin karıştığı -bir ucu II. Dünya Savaşı yıllarındaki faşist yönetimin katliamlarına, diğer ucu Bosna Savaşı’na uzanan- karmaşık bir hikâyeye yol açacaktır. Öte yandan Zen’in Venedik’teki varlığı savcı tarafından sonlandırılmak üzeredir. Artık harekete geçme zamanıdır:
“Zaman Durridge vakasında olaya müdahil olan insanlar kadar somut bir oyuncu haline gelmişti ve Zen başarının ya da başarısızlığın zamanın gelgitlerini, aldatıcı, değişken akıntılarını ne kadar ustalıkla yöneteceğine bağlı olduğunu biliyordu.”

YUKARIDAN AŞAĞIYA
1988’den 2007’ye, 20 yıla yayılan 11 kitaplık ‘Zen’ dizisi İtalyan toplumunun dışarıdan görünmeyen kendine özgü işleyişine ve özel ‘hukuk’una müfettiş Aurelio Zen’in bakış açısıyla nüfuz ederken, bu ilginç karakter de romanın merkezine yerleşiyor.
Aurelio Zen, polisiye okuyucularının hemen ısınacağı farklı bir dedektif tiplemesi. Roma’da görevli bir müfettiş. 40’lı yaşların sonlarında tanıştığımız, şimdilerde 50’lerinde, annesi ile sevgilisi Tania’nın evi arasında gidip gelen, sessiz, sakin bir adam. Raymond Chandler hayranı olan Michael Dibdin, Aurelio Zen tipini yaratırken belli ki Chandler’in Philipe Marlow’undan etkilenmiş. Biraz yorgun, biraz alaycı ama hiçbir ayrıntıyı ıskalamayan, gözlemleri keskin bir dedektif. Hayat felsefesi de benziyor Marlow’a; kendine özgü adalet anlayışıyla, dünyayı değiştiremeyeceğini bilmesine rağmen kendi doğruları uğruna sonuna kadar gitmekten vazgeçmiyor.
Mesleğinde yükselecek gözüyle bakılan parlak bir memurken Aldo Moro olayında amirlerinin bir açığını yakaladığı için kızağa çekilmiş, ancak ilk üç macerada gözden çıkarılmış bir memur olmanın avantajlarını kullanmasını bilmiş ve zorlu davalarının üstesinden gelerek paçayı sıyırmıştı. Zen’in alaydan ziyade ironi ve kara mizaha yatkın espri anlayışı sayesinde olayların çarpıklığına yaptığı vurgu keskinleşiyordu.

Sürekli referans verdiğim ilk üç macera -‘Fare Kral’ (1988), ‘İntikam’ (1991), ‘Örgüt’ (1992)- İtalya’da Temiz Eller Operasyonu başlamadan önce yazılmıştı ve Zen’in mücadele ettikleri mafya mensupları kadar üst düzey politikacılar, bürokratlar, işinsanları ve kendi meslektaşlarıydı. 1992 yılında başlayan operasyon işte bu kesimlere, hatta Başbakan Bettino Craxi’ye kadar uzanmış, binlerce kişi hakkında soruşturma açılmış, 2 bine yakın kişi suçlu bulunmuş, İtalya bir nebze olsa temizlenmişti. ‘Ölü Lagün’ bu soruşturma bütün hızıyla sürdüğü bir sırada kaleme alınmış. Dönemin atmosferi hikâyeyi çok canlı biçimde kuşatıyor.
Söz konusu atmosfer, yani siyasi bağlam Dibdin’in hikâyesini rahatsız edici, kaygan bir zemine oturtmuş. İtalya’da adalet sistemindeki son değişiklikler pek çok kişinin huzurunu kaçırmış durumda. “Bir savcının İtalyan mafyası ile İtalyan hükümetinin birbirinden hiç farklı olmadığını resmen beyan ettiği bir dünyada artık hiçbir şey ve hiç kimse dokunulmaz olamaz” inancının egemen olduğu bu günlerde Venedik’te tam bir kargaşa rüzgârı esiyor. Eskinin politikacılarının yolsuzluk skandallarının yarattığı politik boşluğu doldurmaya ise küçük faşist partiler soyunuyor. Ancak onların da elleri hiç temiz sayılmaz.

Michael Dibdin, gerçeklikle kurguyu ustalıkla birleştirmiş. ‘Ölü Lagün’ sürükleyici olayları, mükemmel Venedik manzaraları, bu manzaralara eşlik eden incelikli psikolojik tahlilleri, ölçülü erotizmi ve ironik üslubuyla güzel bir hikâye barındırıyor. Ama bir hikâyeden çok daha fazlası olduğunu söylemiş o yıllarda kitabı değerlendirenler. 1994’te çıkan bir yazıya göre; “İtalya’nın şu anda yaşadığı büyük operasyonun neden olduğu şok dalgalarının ve girdapların canlı ve özgün bir anlatımının yapıldığı bu roman, aynı zamanda hiçbir gazete makalesinin geçiş dönemindeki ülkenin belirsizliklerini bu kadar dokunaklı bir şekilde yakalayamadığını gösteren bir kanıt niteliğinde”.
Dibdin belki de ‘içeriden’ biri olmadığı için çok daha objektif gözlemlemlerle rahatlıkla anlatıyor İtalya gerçeğini. Zengin bir Amerikalının kaçırılma olayı giderek genişliyor; İtalya’nın gündelik hayatını, insanlarını, kurumlarını, suç şebekelerini, bunların aralarındaki tuhaf ilişkiyi, soyluluğun çürümesini, sıradan insanların suça bulaşma sürecini ve en nihayetinde kentin II. Dünya Savaşı yıllarındaki kirli tarihini çarpıcı görüntüler eşliğinde izliyoruz.
‘Zen’ polisiyeleri, ‘Siyasi polisiye nedir?’ sorusuna net bir yanıt veriyor.

ÖLÜ LAGÜN -
BİR KOMİSER ZEN MACERASI 4
Michael Dibdin
Çeviren: Seda Çıngay Mellor
Alfa Yayınları, 2023
456 sayfa.

Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları
Etiketler:
Micheal Dibdin
Ölü Lagün

Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ KİTAPLAR

Nopic