Yaş beş ya da altı; okuduğum ilk resimsiz kitaplar, aynı zamanda okuduğum ilk polisiye romanlar olmalı: Enid Blyton'ın Afacan Beşler ve Gizli Yediler serileri... O zamanlar işin polisiye boyutundan çok ağaç evlerin, zencefilli kurabiyelerin ve limonataların büyüsüne kapıldığımı itiraf etmem lazım. Bir de kahramanların suçluları takip ederken gürültü yapmamak için giydikleri lastik tabanlı ayakkabılar aklımda kalmış. Yaz tatillerinde Kıbrıs'a gidenlere kaçak Converse ayakkabı sipariş ettiğimiz yıllardan bahsediyorum.
Ortaokulda ilgim korku ve bilimkurgu alt-türlerine kaydı. Tabii bir yandan da elime geçen bütün Agatha Christie'leri okudum. Aslında onları romandan ziyade bir nevi sudoku olarak kabul ediyorum, fakat On Küçük Zenci'yi ayrı bir yere koymam lazım. Okuduğumda öyle etkilenmiştim ki, oldum olası kusursuz polisiye romanın o olduğunu düşünürüm. Kim bilir, şimdi tekrar okumaya kalksam belki hayal kırıklığına uğrarım. Bir de Pınar Kür'ün Bir Cinayet Romanı'ndan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Hem eli yüzü düzgün yerli bir polisiye olmasından, hem de zamanında çok yenilikçi sayılacak postmodern kurgusundan dolayı. Edebiyatla daha yakından ilgilenmeye başladıktan sonra, polisiyeye geri dönüşüm Patricia Highsmith ile oldu. Dashiell Hammett ve Raymond Chandler'lara ise hiçbir zaman fazla ısınamadım.
Son zamanlarda merkez-edebiyatın alt-türlerden yoğun bir şekilde beslenmesi yüzünden neye polisiye, neye bilim-kurgu, neye gerilim romanı dendiğini şaşırır olduk. Şikayet etmiyorum, bu son derece heyecan verici bir şaşkınlık hali bence. Aslında şöyle desem daha doğru olur: yazar kimliğimle heyecanlansam da, okuyucu kimliğimle arada sırada eski moda, katıksız polisiyeleri özlüyorum. Çok özlediğimde de, bu aralar pek popüler olan İskandinav yazarlara yöneliyorum.
Kategori: İlk Okudukları Polisiye