Okurlara yazarın en bilinen romanını sorsanız, ilk akla gelenlerden biri, şüphesiz, “Doğu Ekspresinde Cinayet” olacaktır. Özgün basım tarihi 1934 olan roman, iki yıl sonra dilimize Vakit cep kitapları serisinden çıkan “Şark Ekspresindeki Cinayet” ile kazandırıldı. Roman İstanbul'da geçmez; ancak Poirot, Suriye dönüşü, İstanbul'da birkaç gün gezinmek için, Toros ekspresi ile ülkemize gelir. Ner var ki, Tokatlıyan oteline yerleşmesinin hemen ardından gelen acil bir telgraf sonucu, Orient ekspresinde yer ayırtıp, ülkemizi terk etmek zorunda kalır.
Romanın ilginç yanı, finalinde Poirot'nun takındığı tavrın meşruiyetinin su götürür olmasıdır. Cinayetten hiç hoşlanmadığını her fırsatta tekrarlayan Belçikalı detektifimiz, istisna oluşturacak bir karara varır. Nitekim, bu kararı kendisine daha sonraki bir macerasında, Ölümle Randevu'da anımsatılır; Poirot bu ithama sinirlenir.
Parker Pyne, bildiğimiz anlamda bir detektif değildir. Gazetelere verdiği ilanla mutsuz insanlara yardım etme vaadinde bulunan Pyne, bir tür yaşam koçudur. Müşterilerine bazı muammaların çözümünde yardımcı olur, ancak cinayet soruşturmaları üstlenmez. Agatha Christie'nin Parker Pyne öyküleri, cinai romanlarına göre daha hafif, keyifli bir okuma sunar.
Dilimizde Parker Pyne öykülerinin altısı, 1963 yılında Hareket gazetesinin ilavesi olarak yayın şansı buldu. İstanbul Yolunda bir Macera, Parker Pyne Investigates'de “Have You Got Everything You Want?” adıyla yer alır. Öyküde Parker Pyne, kocası ile İstanbul'da buluşmaya giden yol arkadaşına, çalınan mücevherlerini bulması için yardım eder. Muammanın çözümü İstanbul'da Tokatlıyan otelinde gerçekleşir. Öyküde Agatha Christie, bir iki cümle ile, Haliç'te cami minarelerine karşı, bir akşamüstü manzarasının güzelliğini betimlemekle yetinir.
Çeviride ise Parker Pyne, “İstanbul!.. Dünyanın en güzel şehri!” diye başlayıp, Yeni Cami'den Üsküdar'a, Yüksekkaldırım'dan Topkapı Sarayı'na kadar, paragraflar dolusu methiyeler düzer. Çevirmenin Parker Pyne'ı, sokakta “bul karayı al parayı” oynar, alaturka müzikten hoşlanır, nerdeyse müslüman olup ülkemize yerleşecek kıvama gelir.
Romanda, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde bir darbe tezgahlayıp, yönetimi ele geçirmek isteyen bir Arap prensi vardır. Prens Ali'yi durdurmak, kız arkadaşının babası tarafından İstanbul'da bir tütün ambarında görevlendirilmiş olan eski bir ordu mensubuna düşer.
Ne var ki Simenon, İstanbul'a Paris Soir adına Troçki'yle söyleşi yapmak için geldiği 1933 senesinde, Maigret romanları yazmaya son verip, kendini drama türünde kanıtlamak arzusundaydı. Maigret serisine bir daha döndüğünde, aradan sekiz yıl geçmiş olacaktı. Dolayısıyla Simenon'un, konusu Türkiye'de geçen bir polisiyesi maalesef yoktur. 1933 senesindeki İstanbul / Büyükada seferinden evvel, Sovyetler Birliği'ne de yolculuk etmiş, bu ziyaretlerinin ilk sonucu olarak Les gens d'en face (Karşı Penceredeki İnsanlar) romanını yazmıştı. Roman, Türkiye'nin Batum konsolosluğu görevine atanmış Adil Bey'in öyküsünü anlatır. Konusu Batum'da geçen, yeni atanan Türk konsolosunun Stalinci sistemin korkulu ve güvensiz atmosferinde geçirdiği günleri anlatan, başarılı bir romandır. 1962 yılında Hürriyet yayınları tarafından dilimize çevrilip yayımlandı.
Les clients d'Avrenos, dilimize ilk olarak Çetin Altan tarafından çevrilip 1949 yılında Zafer gazetesinde tefrika edilmiş. Ardından 1991 tarihinde Yılmaz yayınları, son olarak da 2007 yılında Çiviyazıları yayınevi tarafından farklı çevirilerle yayınlandı. 1996'da Fransız televizyonu için çevrilen TV filminde Menderes Samancılar, Mahir Günşıray gibi oyuncularımız da rol aldılar.
Kategori: Makaleler