Agatha Christie'nin 11 kayıp gününün Orhan Veli'yle birlikte geçirdiğini iddia eden Deniz Kutlukan'ın Nisan 1997 tarihli Negatif dergisindeki yazısını görünce şok oldum.
"Agatha Christie kocası Archie'nin aldatması sonucu on bir gün ortalıktan kayboldu ve biz onun bilinmeyen bu on bir gününü nerede, kiminle ve nasıl geçirdiğini ortaya çıkardık... Bu tarihi bilgiyi siz okurlarımızla paylaşmaktan gurur filan duyuyoruz. Agatha Christie, bu on bir günü Orhan Veli'yle birlikte geçirmiş. Ve iki ünlünün ilişkisi başlangıçta tamamen arkadaşlık ilişkisiymiş. Aşk sonradan gelmiş... Ve aşkları sırasında Orhan Veli tam 30 mektup göndermiş Agatha'ya."
1926 yılında benim bildiğim kadarıyla on gün boyunca ortalıkta gözükmeyen ve kendisinden hiçbir haber alınamayan Agatha Christie'nin arabası bir göl kenarında bulunur. Üstelik ağaca çarpmış olan arabanın içindeki bavullar etrafa dağılmıştır. Yazarın gölde boğulduğu düşünülmüşse de on gün sonra hiçbir şey olmamışçasına ortaya çıkan yazar, 1976 yılında 85 yaşında ölür ama, bu sır olan on gün ne yaptığını hiç bir zaman açıklamaz.
Orhan Veli'nin 1914'te doğduğunu bilmesem, 1926'da 12 yaşında olduğunu hesaplayamasam ben de bu şahane habere hemen inanacağım ama, ne yazık ki hayretler içerisinde yazıyı okumaya devam ettim:
"Orhan Veli, şairliği ve akşamcılığının yanında sıkı bir polisiye okuruydu aslında. İşte bu gizli kalmış yönünü yıllar sonra ortaya Negatif çıkardı. O yıllarda ülkemizde polisiye roman pek popüler bir yazın türü olmadığından şairimiz hep yabancı kaynaklara yönelmek zorunda kalıyor, yurt dışına giden bir arkadaşına büyük bir hassasiyetle verdiği siparişlerin başında hep dedektif romanları geliyordu. Conan Doyle okuyarak başlamış sanırız bu işlere.
O dönem sık sık yurtdışına giden bir arkadaşı şöyle diyor; 'Ne zaman garpa yolum düşse, elime bir liste tutuşturur ve bunları almadan gelme sakın derdi rahmetli. Ona yapabileceğiniz en büyük kötülük henüz okumadığı bir polisiye öyküdeki katili söylemek olurdu...'
Orhan Veli'nin bu merakı Agatha Christie'nin kitaplarıyla tanışınca gerçek bir tutku halini aldı. Arkadaşları Orhan Veli'nin bir dönem kendisine bir safari şapkası aldığını ve ortalıkta Hercules Poirot gibi pipo içerek dolaştığını söylüyorlar. Tavırları ve imajıyla gerçek bir dedektif görüntüsü çizerek Beyoğlu meyhanelerinde boy gösterirmiş kendisi. Onun bu merakını bilen arkadaşları kendisine Şair Poirot diye bir lakap takmışlar. Rakı muhabbetlerinin sonlarına doğru herkes iyice kafayı bulduğunda Orhan Veli ayaklanır ve Poirot'nun mühim monologlarını ezberinden okumaya başlarmış.
Orhan Veli Agatha Christie'ye olan hayranlığı sonucu ona mektup yazmaya başlamış. Derin bir hayranlıkla kaleme aldığı bu mektupların çoğu şimdi kayıp.
Fakat yine o dönemki bir arkadaşının anlattığına göre rakı muhabbetlerinin sonlarına doğru bu mektuplar hep mevzu edilir ve arkadaşları Orhan Veli ile bu umutsuz aşkı yüzünden dalga geçerlermiş. Ama Orhan Veli hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmaz, onların değdirmelerine aldırmazmış.
Orhan Veli yaklaşık üç yıl boyunca İngiltere'ye otuz kadar mektup yazmış. Tabii Agatha Christie'nin bu mektupları fark etmesi biraz zaman almış. Günde yüzlerce mektup alan Agatha bu mektuplar içinden Türkiye'den gelen özel bir tanesini fark edene kadar uzunca bir zaman geçmiş. Fakat sonra Orhan Veli'nin duygu dolu, hisli mektuplarından birini keşfedince, ki bir iddiaya göre zarfın içinde kuru ve sarı bir gül varmış, o da cevap yazma gereği duymuş.
Kafka ile Milena gibi mektuplar sayesinde bir arkadaşlık doğmaya başlamış aralarında. Orhan Veli ona şiirlerini İngilizce'ye çevirerek yazmış, Agatha da o sırada yazmakta olduğu yeni kitap hakkında bilgilendiriyormuş şairimizi.
Bu iki önemli edebiyatçı arasındaki arkadaşlık yavaş yavaş aşka dönüşmüş olmalı ki Agatha bir ara Doğu Ekspresine atlayıp İstanbul'a gelmiş. Kendi hayat hikayesi içinde 11 günlük bir muamma olan bu günleri İstanbul'da, Orhan Veli'yle birlikte geçirdiğine dair sağlam kaynaklar var elimizde. Görünen o ki Agatha, Orhan Veli'nin yoğun ve ısrarlı davetlerine en sonunda karşılık vermeye karar vermiş olmalı. Aralarındaki mektup arkadaşlığının nasıl ve ne zaman bir aşka dönüştüğü belirsiz fakat Beyoğlu sokaklarının ve meyhanelerinin bu işte parmağı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yine arkadaşlarının anlattıklarına göre Orhan Veli, Agatha'yı bir akşam Degüstasyon meyhanesine götürmüş ve rakı içmeyi sevmeyen mektup-sevgilisine rakı içirerek, onu sarhoş etmiş. Tabii sonra Agatha'yı Degüstasyon'dan Pera Palas'a kadar taşımak zorunda kalmış. Gecenin geri kalanının nasıl geçtiği konusunda elimizde yeterli doküman yok, o yüzden kimsenin günahını alamayız.
Orhan Veli'nin dostları, onun on bir gün boyunca hayattan çok zevk alan, mutlu bir insan olduğundan söz ediyorlar. Agatha ile beraber Piyerloti'ye, Emirgan'a gitmişler. Onları Sultanahmet'te nargile içerken gören bir görgü tanığı bile var. O yıllarda Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nde mangalcılık yapan bir tanığın ağzından dinliyoruz;
'Orhan Veli yanında ecnebi bir bayanla gelince çok şaşırdık. Zira genelde yalnız gelirdi. Beraber iki elmalı nargile içtiler. Yanındaki bayanla bizim anlamadığımız bir dilde uzun uzun konuştular. Kırk yıllık ahbap gibiydiler.' Edebiyat çevrelerinde hatırı sayılır bir şaşkınlığa yol açacağına inandığımız bu önemli bilgileri tarihin tozlu sayfaları arasından çekip çıkarmayı kendimize görev bildik. Bu iki önemli şahsiyet arasındaki aşkın bu güne kadar bilinmemesi, bu aşkın ne kadar özel ve anlamlı olduğunu gösterir diye düşünüyoruz."
Bir solukta okunan yazı, soğuk havada denize düşmüşçesine etkiliyor insanı. 12 yaşındaki Orhan Veli'yi düşünmeyi bir kenara bırakıyorum, Fransızca değil de İngilizce bilen bir şair Orhan Veli'yi hayal etmeye çalışıyorum. Kendisinden 23 yaş büyük bir kadınla birlikte olamaz diyemedim. Ne de olsa kendisi, aşklarından bahsettiği Aşk Resmigeçidi'nde yazmıştır bunu:
Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyükYazıp yazıp bahçesine attığım mektuplarıGülmekten katılırdı, okudukça.Bense bugünmüş gibi utanırımO mektupları hatırladıkça.Tüm bunları düşünürken yazının altındaki bit kadar harflerle, baş aşağı yazılan birkaç kelime dikkatimi çekiyor:
"Yukarıdaki yazı bir nisan parodisidir. Ciddiye almayınız"
İşte o zaman kafamda şiir kaçkını şimşekler çaktı ve neden hiç tarih verilmediğini ya da 'bir arkadaşın' isminin söylenmediğini anlayabildim... 'Parodi'yi hoş bulduğumu belirtmemin yanı sıra; yaş ve yabancı dil bilgisi gibi bir iki ufak (!) detayı daha uygun olabilecek bir yazar yerine Orhan Veli'yi seçerek bana bu yazıyı yazmaya malzeme hazırlayan Deniz Kutlukan'a ve Negatif'in o dönemdeki yazı işlerine teşekkürü bir borç bilirim.
Benzer hatalar ya da eksiklikler her zaman olmuştur. Bir başka örnek Asım Bezirci'nin hazırladığı yaşamı, kişiliği, sanatı, eserleri ile Orhan Veli'dedir. Kitabın hiçbir baskısının sonundaki kaynakçada, Orhan Veli'nin çevirilerinin arasında Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında yayımlanan Jean Anouilh'un Antigone adlı eseri bulunmamaktadır. Oysa ki Orhan Veli'nin iki basım yapan tek çevirisi budur ve üstelik Ankara'da Küçük Tiyatro'da (açık saçık bulunan sahneleri çıkarılarak da olsa) oynanmıştır da... Bunun yanı sıra Moliere'den yaptığı çeviriler kimi baskıda (Can Yayınları ve Altın Kitaplar) iki, kiminde (Evrensel Yayınları) üç çeviri gözükse de sadece 1979 tarihli dördüncü basımda (Gözlem Yayınları) doğru rakam verilmiştir. Orhan Veli, Moliere'in dört eserini (Tartuffe, Sicilyalı Yahut Resimli Muhabbet, Versailles Tuluatı ve Scapinin Dolapları) Türkçe'ye çevirmiştir.
Yine Asım Bezirci'nin incelemesindeki bir başka 'baskılar arası ilginçlik' ise kitabın sonundaki 'Basında Yankılar'dadır. Mehmed Kemal 7 Kasım 1972'de Barış Gazetesi'nde bu kitapla ilgili yazdığı yazıda Asım Bezirci'nin bir yanlışını düzeltir:
"Sayın Bezirci izin verirse, bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyorum: Orhan'ın 'Böyle havalarda istifa ettim... Evkaftaki memuriyetimden...' diye iki dizesi vardır. Bezirci, 'Buradaki Evkaf sözü için bütün hayatını daire ile ev arasında geçiren, bundan başka hayat bilmeyen küçük memuru anlatmaya en elverişli kelime idi' diyor. Çünkü Orhan, PTT'de çalışıyor, ordan istifa ediyor, evkaf sözcüğünü kullanıyordu. Bunu açıklayacağım işte.
Orhan'ın çalıştığı PTT, Evkaf apartmanında idi. Orhan, Evkaf'taki PTT'de çalıştığı için oradan ayrıldı. Bu sözü bunun için de söylemiş olabilir. Bunu Şahap Sıtkı'dan ve Melih Cevdet'ten de sorabilir. Başka tanıklar da vardır sanıyorum. Avukat Mennan Cemil, Reşat Cemal Emek, Kemal Zeki Gençosman...."
Ne var ki Asım Bezirci, Mehmed Kemal'in bu düzeltmesini Cem Yayınları'nın baskısına koysa da sonraki baskılardan bu paragraflar nedense çıkarılır. Böylece bu not da diğer yayınevleri sayesinde küçücük hatalar listesine dahil edilir.
Memet Fuat'ı da dikkati için kutlamak gerek. Varlık Yayınları'nın hazırladığı Orhan Veli'nin Bütün Şiirleri'nin sekizinci basımında bir yanlış bulmuş. Destan Gibi'nin birinci baskısıyla karşılaştıran yazar, Yaşar Nabi'ye bu yanlışı 'özel olarak' söyler. Dokuzuncu baskıda bu yanlışın düzeltilmemiş olması üzerine bir yazı yazar:
"Destan Gibi'nin birinci baskısına göre bu parçada iki yanlış var: 'İskeleye yanaşsın' dizesi, 'Hele şu Haliç vapuru'ndan sonra gelecek; 'Ne de gurbet elde yalnız' dizesinin sonunda ise virgül değil, nokta olacak.
Kitabı baştan sona inceleyip de bulmuş değilim bunları. Sekizinci baskıyı karıştırırken gözüme çarpan yanlışların en önemlisi bu dize yanlışıydı, dokuzuncu baskıda düzeltilmiş mi diye baktım, düzeltilmemiş. Bütün Şiirleri'nin onuncu baskısını Orhan Veli'nin kendi yayımladığı ilk baskılarla karşılaştırarak hazırlamak gerekiyor."
Yaşar Nabi böylesi bir tepki karşısında ne yaptı bilmiyoruz ama, Bütün Şiirleri'nin onuncu basımında bu yanlışın düzeltildiğini görebilirsiniz.
Aile Dergisi'nin 1947 yılının ilk sayısında yaptığı ise bambaşka bir yanlışlıktır. Aileler için yayımlanan bir dergide Denizi Özliyenler İçin şiirinin bazı mısraları yer alamazmış, bu yüzden çıkarılan mısralar şunlardır:
Köpükler ki insanlarla Zinaları ayıp değil.Aynı Aile dergisi, Orhan Veli'nin ölümünden sonra da (İlkbahar 1951 sayısında) iki şiir yayımlar. Şevket Rado'nun şiirlerle ilgili yaptığı açıklama daha sonradan unutulanlar denizinde dibe gömülerek balçık tarlasında kaybolur. Böylece bu şiir Orhan Veli'nin istemediği şekilde yayımlanmaya başlar:
"Bu sayımızda Orhan Veli'nin en son yazdığı iki şiirini neşrediyoruz. Orhan Veli bu şiirleri bana ölmeden iki ay evvel getirmişti. İkisinin de yaşamaya dair oluşu şimdi insanın yüreğini sızlatıyor.
Arka sahifelerde göreceğiniz bu şiirleri, Aile dergisi üç ayda bir çıktığı için hemen neşredememiştik. Orhan Veli şiirleri bıraktığından bir ay sonra tekrar geldi. Yaşamak adlı şiirinin son üç mısraını çıkaracağını söyledi. Ben bu üç mısraın, şiirdeki en güzel mısralar olduğunu söyledim.
-Evet, dedi, öyle ama lüzum yok. Ondan evvelki mısralarda her şey anlatılmış oluyor. Son üç mısra bir tekrardır; lüzumsuz tafsilattır. Çıkarırsak şiir daha tamam, daha mükemmel olur.
Ben kendisine aynı fikirde olmadığımı tekrarlamakla beraber neşrederken çıkaracağımı söyledim. Müsterih; çıktı gitti.
Orhan Veli'nin şiir anlayışı ve çalışma tarzı hakkında bir fikir verir ümidiyle aramızda cereyan eden konuşmayı da, şiirin sonunda ayrı karakterlerde harflerle yazılan:
Yaşamak kolay değil ya kardeşlerÖlmek de değil?Kolay değil bu dünyadan ayrılmakmısralarını da aynen, ilk yazmış olduğu gibi neşrediyorum. Şair hayatta olsaydı şiirde bu son kısım bulunmıyacaktı.
Bu sayıda neşrettiğimiz her iki şiirin de Orhan Veli'nin en güzel şiirlerinden olduğunu söylemeğe bilmem hacet var mı?
RUBAİ
Ömrün o büyük sırrını gör bir bak daBir tek kökü kalmış ağacın topraktaDünya ne kadar tatlı ki binlerce kişiKolsuz ve bacaksız yaşayıp durmaktaYAŞAMAK
Biliyorum, kolay değil yaşamak;Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,Gündüzleri gün ışığında ısınmak;Şöyle bir fırsat bulup, yarım gün,Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-Herşeyi unutabilmek maviler içinde.II
Biliyorum, kolay değil yaşamak;Ama işte Bir ölünün hala yatağı sıcak,Birinin saati işliyor kolunda.Yaşamak kolay değil ya, kardeşler,Ölmek de değil;Kolay değil bu dünyadan ayrılmak"Bu 'lüzumsuz tafsilat'ları unutmamak şartıyla bir kenara bırakalım ve bir başka şiire uzanalım:
Bir çocuk uzaklarda ve keçiler Sazlıklar arkası bakarken ufkaŞarabı iki sevgi arası verİki dost arası Orhan'la Kafkaİki dost arası şarabı yudumlayan şair Oktay Rifat, 1988 yılının nisan ayında ölerek kötü bir şaka yapmıştır ama, arkasından yazılanlara bakacak olursak, bu küçücük hatalara ek yapma şansımız doğar...
20 Nisan 1988 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, ilk sayfadan duyurur şairin ölümünü. Bir de fotoğraf kullanırlar. Orhan Veli, Şinasi, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'in yan yana oturdukları bu fotoğrafın altında bir şiir ve şiirin Oktay Rifat'ın ölümü üzerine yazıldığını açıklayan bir not yazılıdır. Oysa bu şiir, Melih Cevdet'in 1946 tarihinde yayımlanan Rahatı Kaçan Ağaç adlı kitabındaki Fotoğraf şiiridir ve son mısrada Oktay Rifat'ın ölümü ardından yazılmadığı açıkça bellidir:
Dört kişi parkta çektirmişiz;Ben, Oktay, Orhan bir de Şinasi.Anlaşılan sonbahar:Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli;Yapraksız arkamızdaki ağaçlar.Henüz babası ölmemiş Oktay'ın,Ben bıyıksızım,Orhan Süleyman Efendi'yi tanımamış.Lakin ben hiç böyle mahzun olmadım.Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?Halbuki hayattayız hepimiz.Ne şanssız bir ölüm Oktay Rifat'ın ölümü çünkü, ardından yazılanlarda hep hata var. İşte 1 Mayıs 1988 tarihli Nokta dergisi ve dergide yazılanlar:
"Bugünlerde Oktay'la ben / aynı kıza aşığız" diyordu Orhan Veli bir şiirinde. Oktay da bildiğimiz Oktay Rifat. Nasıl olmuştu da aynı kıza aşık olmuşlardı bilinmez ama, bilinen bir şey, her akşam kızın evinin bulunduğu sokaktan geçtikleri ve bir adam boyu pencerenin altına geldiklerinde, birbirlerinin omuzuna basarak pencereye yükseldikleri... Bir başka bilinen şey de, bu yükselmelerden birinde Orhan'ın pencerede kızın babasıyla yüz yüze gelmesi ve atladığı gibi Oktay Rifat'ın omuzlarından, arkasına bile bakmadan tüymesi...Orhan her zaman olduğu gibi aceleciydi. 36 yaşında terk etti diğer 'Garip'leri. Oktay Rifat'la Melih Cevdet'in ise geçen zaman içerisinde 'Garip'liklerinden eser kalmadı. Ama Orhan Veli'nin arkasından 'Son Yaprak'ı neşreden Oktay Rifat, bir 'Son Yaprak' da kendisi için isterdi herhalde... Oysa Orhan Veli'nin yanına gömülmesine bile izin vermediler...
Bir zamanlar 'Güzellemeler' söylemişti. 'Perçemli Sokak'ta 'Aşağı Yukarı' dolanarak. Sonra aynı sokağın 'Aşık Merdivenleri'nde oyalandı. 'Bir Cigara İçimi.' Aradan yıllar, yıllar geçti. 'Koca Bir Yaz' boyunca 'Dilsiz ve Çıplak' hissetmeye başladı kendisini. Sonra yaz bitti, 'Elleri Var Özgürlüğün' dedi bir gün ve 'Denize Doğru Konuşma'lar yapmaya gitti...
Gidiş o gidiş..."
Nokta'nın yazarı, bu yazıyı yazarken hangi kaynakları kullandı bilmiyorum ama, benim elimdeki kaynaklara göre Orhan Veli'nin Oktay'a Mektuplar ismiyle yayımladığı şiirinin ikinci bölümü şöyle:
Şu anda dışarıda yağmur yağıyorVe bulutlar geçiyor aynadanVe bugünlerde Melih'le benAynı kızı seviyoruz.Yani yazının daha ilk cümlesinde çukura düşmüş Nokta'nın sayın yazarı... Ve çukurdan uydurmaya devam etmiş...
Son Yaprak'ı çıkaranlardan biri olan Oktay Rifat, kendisi için de bir Son Yaprak istermiş! Hiç sanmıyorum şairin böyle bir şey isteyeceğini, hem ne anlamı kalır o zaman Yaprak'ın Son olmasının?
Bir de Orhan'ın yanına gömülmesine izin verilmemesi meselesi var ki şairin Pembe Yalı şiirinin şu dizelerini okuyanlar bunu da istemeyeceğini düşünürler sanırım:
Rumelihisarı'nda Orhan'ın mezarıNe gittim ne gördüm gitmek de istememTaze ekmek bir parça beyaz peynirŞimdi olsa şuracıkta rakı içerDenize mi bakar kim bilir.Bu da yetmez derseniz, şiirinin kapılarını Orhan Veli için sonuna kadar açan şairin;
Gel gel kardeşim OrhanBenim ellerimi alBenim gözlerimi kullandiyen şairin Karacaahmet adlı şiirini de okutayım sizlere, benim yerime şakağınıza dayayacağınız bir silahın zoruyla:
Akşamları parka çıkmaktıEn büyük eğlencesiŞair Orhan Veli'yi Melih Cevdet'i severdi hayatındaAğaçlardan kavağı severdiYıldızları da severdiVe en rahat Anasının serdiği döşekte uyurduŞimdi burada yatıyor
M. Şeref Özsoy
KANIK'sadığım biri ORHAN VELİ
Ayna Yayınları - Nisan 2001
Agatha Christie'nin 11 kayıp gününün Orhan Veli'yle birlikte geçirdiğini iddia eden Deniz Kutlukan'ın Nisan 1997 tarihli Negatif dergisindeki yazısını görünce şok oldum.
"Agatha Christie kocası Archie'nin aldatması sonucu on bir gün ortalıktan kayboldu ve biz onun bilinmeyen bu on bir gününü nerede, kiminle ve nasıl geçirdiğini ortaya çıkardık... Bu tarihi bilgiyi siz okurlarımızla paylaşmaktan gurur filan duyuyoruz. Agatha Christie, bu on bir günü Orhan Veli'yle birlikte geçirmiş. Ve iki ünlünün ilişkisi başlangıçta tamamen arkadaşlık ilişkisiymiş. Aşk sonradan gelmiş... Ve aşkları sırasında Orhan Veli tam 30 mektup göndermiş Agatha'ya."
1926 yılında benim bildiğim kadarıyla on gün boyunca ortalıkta gözükmeyen ve kendisinden hiçbir haber alınamayan Agatha Christie'nin arabası bir göl kenarında bulunur. Üstelik ağaca çarpmış olan arabanın içindeki bavullar etrafa dağılmıştır. Yazarın gölde boğulduğu düşünülmüşse de on gün sonra hiçbir şey olmamışçasına ortaya çıkan yazar, 1976 yılında 85 yaşında ölür ama, bu sır olan on gün ne yaptığını hiç bir zaman açıklamaz.
Orhan Veli'nin 1914'te doğduğunu bilmesem, 1926'da 12 yaşında olduğunu hesaplayamasam ben de bu şahane habere hemen inanacağım ama, ne yazık ki hayretler içerisinde yazıyı okumaya devam ettim:
"Orhan Veli, şairliği ve akşamcılığının yanında sıkı bir polisiye okuruydu aslında. İşte bu gizli kalmış yönünü yıllar sonra ortaya Negatif çıkardı. O yıllarda ülkemizde polisiye roman pek popüler bir yazın türü olmadığından şairimiz hep yabancı kaynaklara yönelmek zorunda kalıyor, yurt dışına giden bir arkadaşına büyük bir hassasiyetle verdiği siparişlerin başında hep dedektif romanları geliyordu. Conan Doyle okuyarak başlamış sanırız bu işlere.
O dönem sık sık yurtdışına giden bir arkadaşı şöyle diyor; 'Ne zaman garpa yolum düşse, elime bir liste tutuşturur ve bunları almadan gelme sakın derdi rahmetli. Ona yapabileceğiniz en büyük kötülük henüz okumadığı bir polisiye öyküdeki katili söylemek olurdu...'
Orhan Veli'nin bu merakı Agatha Christie'nin kitaplarıyla tanışınca gerçek bir tutku halini aldı. Arkadaşları Orhan Veli'nin bir dönem kendisine bir safari şapkası aldığını ve ortalıkta Hercules Poirot gibi pipo içerek dolaştığını söylüyorlar. Tavırları ve imajıyla gerçek bir dedektif görüntüsü çizerek Beyoğlu meyhanelerinde boy gösterirmiş kendisi. Onun bu merakını bilen arkadaşları kendisine Şair Poirot diye bir lakap takmışlar. Rakı muhabbetlerinin sonlarına doğru herkes iyice kafayı bulduğunda Orhan Veli ayaklanır ve Poirot'nun mühim monologlarını ezberinden okumaya başlarmış.
Orhan Veli Agatha Christie'ye olan hayranlığı sonucu ona mektup yazmaya başlamış. Derin bir hayranlıkla kaleme aldığı bu mektupların çoğu şimdi kayıp.
Fakat yine o dönemki bir arkadaşının anlattığına göre rakı muhabbetlerinin sonlarına doğru bu mektuplar hep mevzu edilir ve arkadaşları Orhan Veli ile bu umutsuz aşkı yüzünden dalga geçerlermiş. Ama Orhan Veli hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmaz, onların değdirmelerine aldırmazmış.
Orhan Veli yaklaşık üç yıl boyunca İngiltere'ye otuz kadar mektup yazmış. Tabii Agatha Christie'nin bu mektupları fark etmesi biraz zaman almış. Günde yüzlerce mektup alan Agatha bu mektuplar içinden Türkiye'den gelen özel bir tanesini fark edene kadar uzunca bir zaman geçmiş. Fakat sonra Orhan Veli'nin duygu dolu, hisli mektuplarından birini keşfedince, ki bir iddiaya göre zarfın içinde kuru ve sarı bir gül varmış, o da cevap yazma gereği duymuş.
Kafka ile Milena gibi mektuplar sayesinde bir arkadaşlık doğmaya başlamış aralarında. Orhan Veli ona şiirlerini İngilizce'ye çevirerek yazmış, Agatha da o sırada yazmakta olduğu yeni kitap hakkında bilgilendiriyormuş şairimizi.
Bu iki önemli edebiyatçı arasındaki arkadaşlık yavaş yavaş aşka dönüşmüş olmalı ki Agatha bir ara Doğu Ekspresine atlayıp İstanbul'a gelmiş. Kendi hayat hikayesi içinde 11 günlük bir muamma olan bu günleri İstanbul'da, Orhan Veli'yle birlikte geçirdiğine dair sağlam kaynaklar var elimizde. Görünen o ki Agatha, Orhan Veli'nin yoğun ve ısrarlı davetlerine en sonunda karşılık vermeye karar vermiş olmalı. Aralarındaki mektup arkadaşlığının nasıl ve ne zaman bir aşka dönüştüğü belirsiz fakat Beyoğlu sokaklarının ve meyhanelerinin bu işte parmağı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yine arkadaşlarının anlattıklarına göre Orhan Veli, Agatha'yı bir akşam Degüstasyon meyhanesine götürmüş ve rakı içmeyi sevmeyen mektup-sevgilisine rakı içirerek, onu sarhoş etmiş. Tabii sonra Agatha'yı Degüstasyon'dan Pera Palas'a kadar taşımak zorunda kalmış. Gecenin geri kalanının nasıl geçtiği konusunda elimizde yeterli doküman yok, o yüzden kimsenin günahını alamayız.
Orhan Veli'nin dostları, onun on bir gün boyunca hayattan çok zevk alan, mutlu bir insan olduğundan söz ediyorlar. Agatha ile beraber Piyerloti'ye, Emirgan'a gitmişler. Onları Sultanahmet'te nargile içerken gören bir görgü tanığı bile var. O yıllarda Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nde mangalcılık yapan bir tanığın ağzından dinliyoruz;
'Orhan Veli yanında ecnebi bir bayanla gelince çok şaşırdık. Zira genelde yalnız gelirdi. Beraber iki elmalı nargile içtiler. Yanındaki bayanla bizim anlamadığımız bir dilde uzun uzun konuştular. Kırk yıllık ahbap gibiydiler.' Edebiyat çevrelerinde hatırı sayılır bir şaşkınlığa yol açacağına inandığımız bu önemli bilgileri tarihin tozlu sayfaları arasından çekip çıkarmayı kendimize görev bildik. Bu iki önemli şahsiyet arasındaki aşkın bu güne kadar bilinmemesi, bu aşkın ne kadar özel ve anlamlı olduğunu gösterir diye düşünüyoruz."
Bir solukta okunan yazı, soğuk havada denize düşmüşçesine etkiliyor insanı. 12 yaşındaki Orhan Veli'yi düşünmeyi bir kenara bırakıyorum, Fransızca değil de İngilizce bilen bir şair Orhan Veli'yi hayal etmeye çalışıyorum. Kendisinden 23 yaş büyük bir kadınla birlikte olamaz diyemedim. Ne de olsa kendisi, aşklarından bahsettiği Aşk Resmigeçidi'nde yazmıştır bunu:
Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyükYazıp yazıp bahçesine attığım mektuplarıGülmekten katılırdı, okudukça.Bense bugünmüş gibi utanırımO mektupları hatırladıkça.Tüm bunları düşünürken yazının altındaki bit kadar harflerle, baş aşağı yazılan birkaç kelime dikkatimi çekiyor:
"Yukarıdaki yazı bir nisan parodisidir. Ciddiye almayınız"
İşte o zaman kafamda şiir kaçkını şimşekler çaktı ve neden hiç tarih verilmediğini ya da 'bir arkadaşın' isminin söylenmediğini anlayabildim... 'Parodi'yi hoş bulduğumu belirtmemin yanı sıra; yaş ve yabancı dil bilgisi gibi bir iki ufak (!) detayı daha uygun olabilecek bir yazar yerine Orhan Veli'yi seçerek bana bu yazıyı yazmaya malzeme hazırlayan Deniz Kutlukan'a ve Negatif'in o dönemdeki yazı işlerine teşekkürü bir borç bilirim.
Benzer hatalar ya da eksiklikler her zaman olmuştur. Bir başka örnek Asım Bezirci'nin hazırladığı yaşamı, kişiliği, sanatı, eserleri ile Orhan Veli'dedir. Kitabın hiçbir baskısının sonundaki kaynakçada, Orhan Veli'nin çevirilerinin arasında Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında yayımlanan Jean Anouilh'un Antigone adlı eseri bulunmamaktadır. Oysa ki Orhan Veli'nin iki basım yapan tek çevirisi budur ve üstelik Ankara'da Küçük Tiyatro'da (açık saçık bulunan sahneleri çıkarılarak da olsa) oynanmıştır da... Bunun yanı sıra Moliere'den yaptığı çeviriler kimi baskıda (Can Yayınları ve Altın Kitaplar) iki, kiminde (Evrensel Yayınları) üç çeviri gözükse de sadece 1979 tarihli dördüncü basımda (Gözlem Yayınları) doğru rakam verilmiştir. Orhan Veli, Moliere'in dört eserini (Tartuffe, Sicilyalı Yahut Resimli Muhabbet, Versailles Tuluatı ve Scapinin Dolapları) Türkçe'ye çevirmiştir.
Yine Asım Bezirci'nin incelemesindeki bir başka 'baskılar arası ilginçlik' ise kitabın sonundaki 'Basında Yankılar'dadır. Mehmed Kemal 7 Kasım 1972'de Barış Gazetesi'nde bu kitapla ilgili yazdığı yazıda Asım Bezirci'nin bir yanlışını düzeltir:
"Sayın Bezirci izin verirse, bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyorum: Orhan'ın 'Böyle havalarda istifa ettim... Evkaftaki memuriyetimden...' diye iki dizesi vardır. Bezirci, 'Buradaki Evkaf sözü için bütün hayatını daire ile ev arasında geçiren, bundan başka hayat bilmeyen küçük memuru anlatmaya en elverişli kelime idi' diyor. Çünkü Orhan, PTT'de çalışıyor, ordan istifa ediyor, evkaf sözcüğünü kullanıyordu. Bunu açıklayacağım işte.
Orhan'ın çalıştığı PTT, Evkaf apartmanında idi. Orhan, Evkaf'taki PTT'de çalıştığı için oradan ayrıldı. Bu sözü bunun için de söylemiş olabilir. Bunu Şahap Sıtkı'dan ve Melih Cevdet'ten de sorabilir. Başka tanıklar da vardır sanıyorum. Avukat Mennan Cemil, Reşat Cemal Emek, Kemal Zeki Gençosman...."
Ne var ki Asım Bezirci, Mehmed Kemal'in bu düzeltmesini Cem Yayınları'nın baskısına koysa da sonraki baskılardan bu paragraflar nedense çıkarılır. Böylece bu not da diğer yayınevleri sayesinde küçücük hatalar listesine dahil edilir.
Memet Fuat'ı da dikkati için kutlamak gerek. Varlık Yayınları'nın hazırladığı Orhan Veli'nin Bütün Şiirleri'nin sekizinci basımında bir yanlış bulmuş. Destan Gibi'nin birinci baskısıyla karşılaştıran yazar, Yaşar Nabi'ye bu yanlışı 'özel olarak' söyler. Dokuzuncu baskıda bu yanlışın düzeltilmemiş olması üzerine bir yazı yazar:
"Destan Gibi'nin birinci baskısına göre bu parçada iki yanlış var: 'İskeleye yanaşsın' dizesi, 'Hele şu Haliç vapuru'ndan sonra gelecek; 'Ne de gurbet elde yalnız' dizesinin sonunda ise virgül değil, nokta olacak.
Kitabı baştan sona inceleyip de bulmuş değilim bunları. Sekizinci baskıyı karıştırırken gözüme çarpan yanlışların en önemlisi bu dize yanlışıydı, dokuzuncu baskıda düzeltilmiş mi diye baktım, düzeltilmemiş. Bütün Şiirleri'nin onuncu baskısını Orhan Veli'nin kendi yayımladığı ilk baskılarla karşılaştırarak hazırlamak gerekiyor."
Yaşar Nabi böylesi bir tepki karşısında ne yaptı bilmiyoruz ama, Bütün Şiirleri'nin onuncu basımında bu yanlışın düzeltildiğini görebilirsiniz.
Aile Dergisi'nin 1947 yılının ilk sayısında yaptığı ise bambaşka bir yanlışlıktır. Aileler için yayımlanan bir dergide Denizi Özliyenler İçin şiirinin bazı mısraları yer alamazmış, bu yüzden çıkarılan mısralar şunlardır:
Köpükler ki insanlarla Zinaları ayıp değil.Aynı Aile dergisi, Orhan Veli'nin ölümünden sonra da (İlkbahar 1951 sayısında) iki şiir yayımlar. Şevket Rado'nun şiirlerle ilgili yaptığı açıklama daha sonradan unutulanlar denizinde dibe gömülerek balçık tarlasında kaybolur. Böylece bu şiir Orhan Veli'nin istemediği şekilde yayımlanmaya başlar:
"Bu sayımızda Orhan Veli'nin en son yazdığı iki şiirini neşrediyoruz. Orhan Veli bu şiirleri bana ölmeden iki ay evvel getirmişti. İkisinin de yaşamaya dair oluşu şimdi insanın yüreğini sızlatıyor.
Arka sahifelerde göreceğiniz bu şiirleri, Aile dergisi üç ayda bir çıktığı için hemen neşredememiştik. Orhan Veli şiirleri bıraktığından bir ay sonra tekrar geldi. Yaşamak adlı şiirinin son üç mısraını çıkaracağını söyledi. Ben bu üç mısraın, şiirdeki en güzel mısralar olduğunu söyledim.
-Evet, dedi, öyle ama lüzum yok. Ondan evvelki mısralarda her şey anlatılmış oluyor. Son üç mısra bir tekrardır; lüzumsuz tafsilattır. Çıkarırsak şiir daha tamam, daha mükemmel olur.
Ben kendisine aynı fikirde olmadığımı tekrarlamakla beraber neşrederken çıkaracağımı söyledim. Müsterih; çıktı gitti.
Orhan Veli'nin şiir anlayışı ve çalışma tarzı hakkında bir fikir verir ümidiyle aramızda cereyan eden konuşmayı da, şiirin sonunda ayrı karakterlerde harflerle yazılan:
Yaşamak kolay değil ya kardeşlerÖlmek de değil?Kolay değil bu dünyadan ayrılmakmısralarını da aynen, ilk yazmış olduğu gibi neşrediyorum. Şair hayatta olsaydı şiirde bu son kısım bulunmıyacaktı.
Bu sayıda neşrettiğimiz her iki şiirin de Orhan Veli'nin en güzel şiirlerinden olduğunu söylemeğe bilmem hacet var mı?
RUBAİ
Ömrün o büyük sırrını gör bir bak daBir tek kökü kalmış ağacın topraktaDünya ne kadar tatlı ki binlerce kişiKolsuz ve bacaksız yaşayıp durmaktaYAŞAMAK
Biliyorum, kolay değil yaşamak;Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,Gündüzleri gün ışığında ısınmak;Şöyle bir fırsat bulup, yarım gün,Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-Herşeyi unutabilmek maviler içinde.II
Biliyorum, kolay değil yaşamak;Ama işte Bir ölünün hala yatağı sıcak,Birinin saati işliyor kolunda.Yaşamak kolay değil ya, kardeşler,Ölmek de değil;Kolay değil bu dünyadan ayrılmak"Bu 'lüzumsuz tafsilat'ları unutmamak şartıyla bir kenara bırakalım ve bir başka şiire uzanalım:
Bir çocuk uzaklarda ve keçiler Sazlıklar arkası bakarken ufkaŞarabı iki sevgi arası verİki dost arası Orhan'la Kafkaİki dost arası şarabı yudumlayan şair Oktay Rifat, 1988 yılının nisan ayında ölerek kötü bir şaka yapmıştır ama, arkasından yazılanlara bakacak olursak, bu küçücük hatalara ek yapma şansımız doğar...
20 Nisan 1988 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, ilk sayfadan duyurur şairin ölümünü. Bir de fotoğraf kullanırlar. Orhan Veli, Şinasi, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'in yan yana oturdukları bu fotoğrafın altında bir şiir ve şiirin Oktay Rifat'ın ölümü üzerine yazıldığını açıklayan bir not yazılıdır. Oysa bu şiir, Melih Cevdet'in 1946 tarihinde yayımlanan Rahatı Kaçan Ağaç adlı kitabındaki Fotoğraf şiiridir ve son mısrada Oktay Rifat'ın ölümü ardından yazılmadığı açıkça bellidir:
Dört kişi parkta çektirmişiz;Ben, Oktay, Orhan bir de Şinasi.Anlaşılan sonbahar:Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli;Yapraksız arkamızdaki ağaçlar.Henüz babası ölmemiş Oktay'ın,Ben bıyıksızım,Orhan Süleyman Efendi'yi tanımamış.Lakin ben hiç böyle mahzun olmadım.Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?Halbuki hayattayız hepimiz.Ne şanssız bir ölüm Oktay Rifat'ın ölümü çünkü, ardından yazılanlarda hep hata var. İşte 1 Mayıs 1988 tarihli Nokta dergisi ve dergide yazılanlar:
"Bugünlerde Oktay'la ben / aynı kıza aşığız" diyordu Orhan Veli bir şiirinde. Oktay da bildiğimiz Oktay Rifat. Nasıl olmuştu da aynı kıza aşık olmuşlardı bilinmez ama, bilinen bir şey, her akşam kızın evinin bulunduğu sokaktan geçtikleri ve bir adam boyu pencerenin altına geldiklerinde, birbirlerinin omuzuna basarak pencereye yükseldikleri... Bir başka bilinen şey de, bu yükselmelerden birinde Orhan'ın pencerede kızın babasıyla yüz yüze gelmesi ve atladığı gibi Oktay Rifat'ın omuzlarından, arkasına bile bakmadan tüymesi...Orhan her zaman olduğu gibi aceleciydi. 36 yaşında terk etti diğer 'Garip'leri. Oktay Rifat'la Melih Cevdet'in ise geçen zaman içerisinde 'Garip'liklerinden eser kalmadı. Ama Orhan Veli'nin arkasından 'Son Yaprak'ı neşreden Oktay Rifat, bir 'Son Yaprak' da kendisi için isterdi herhalde... Oysa Orhan Veli'nin yanına gömülmesine bile izin vermediler...
Bir zamanlar 'Güzellemeler' söylemişti. 'Perçemli Sokak'ta 'Aşağı Yukarı' dolanarak. Sonra aynı sokağın 'Aşık Merdivenleri'nde oyalandı. 'Bir Cigara İçimi.' Aradan yıllar, yıllar geçti. 'Koca Bir Yaz' boyunca 'Dilsiz ve Çıplak' hissetmeye başladı kendisini. Sonra yaz bitti, 'Elleri Var Özgürlüğün' dedi bir gün ve 'Denize Doğru Konuşma'lar yapmaya gitti...
Gidiş o gidiş..."
Nokta'nın yazarı, bu yazıyı yazarken hangi kaynakları kullandı bilmiyorum ama, benim elimdeki kaynaklara göre Orhan Veli'nin Oktay'a Mektuplar ismiyle yayımladığı şiirinin ikinci bölümü şöyle:
Şu anda dışarıda yağmur yağıyorVe bulutlar geçiyor aynadanVe bugünlerde Melih'le benAynı kızı seviyoruz.Yani yazının daha ilk cümlesinde çukura düşmüş Nokta'nın sayın yazarı... Ve çukurdan uydurmaya devam etmiş...
Son Yaprak'ı çıkaranlardan biri olan Oktay Rifat, kendisi için de bir Son Yaprak istermiş! Hiç sanmıyorum şairin böyle bir şey isteyeceğini, hem ne anlamı kalır o zaman Yaprak'ın Son olmasının?
Bir de Orhan'ın yanına gömülmesine izin verilmemesi meselesi var ki şairin Pembe Yalı şiirinin şu dizelerini okuyanlar bunu da istemeyeceğini düşünürler sanırım:
Rumelihisarı'nda Orhan'ın mezarıNe gittim ne gördüm gitmek de istememTaze ekmek bir parça beyaz peynirŞimdi olsa şuracıkta rakı içerDenize mi bakar kim bilir.Bu da yetmez derseniz, şiirinin kapılarını Orhan Veli için sonuna kadar açan şairin;
Gel gel kardeşim OrhanBenim ellerimi alBenim gözlerimi kullandiyen şairin Karacaahmet adlı şiirini de okutayım sizlere, benim yerime şakağınıza dayayacağınız bir silahın zoruyla:
Akşamları parka çıkmaktıEn büyük eğlencesiŞair Orhan Veli'yi Melih Cevdet'i severdi hayatındaAğaçlardan kavağı severdiYıldızları da severdiVe en rahat Anasının serdiği döşekte uyurduŞimdi burada yatıyor
M. Şeref Özsoy
KANIK'sadığım biri ORHAN VELİ
Ayna Yayınları - Nisan 2001
simple_format(@post.content, {},sanitize: false) sanitize @post.content --> Kategori: Makaleler