Kitapevi raflarında 370 sayfalık büyük boy bir ilk romanla karşılaşmak gözünüzü korkutabilir. Ama hiç merak etmeyin; Aliyar Dengiz, biraz uzatmış olsa bile, baştan sona hiç sıkılmadan okutuyor hikayesini.
Hitler’in bir çocuğun varlığı ya da gen teknolojisinin böyle bir çocuk yaratıp yaratamayacağı 1940’lardan beri magazinel tarih kadar bilimkurguların konusu da olmuştur. Aliyar Dengiz, söz konusu varsayımın doğruluğu üzerine yapmış kurgusunu, çocuğu da savaşın sonlarında Almanya’dan bir denizaltıyla gizlilik içinde taşımış Trabzon kıyılarına. Ne var ki, onun kimliği hakkında bilgi sahibi olanlar ya operasyonun selameti için Nazilerce öldürülmüşler ya teker teker ecelleriyle göçüp gitmişler. Zaman günümüze geldiğinde, kendilerini Nazilerin varisi olarak gören Büyük Tötön Girişim Şövalyeleri, Dördüncü Reich’i kurmak için bu çocuğun peşindeler. Onları çocuğa götürecek yegane kişi ise, geçmişteki olayın tanığı olan babasının bildiklerine ulaşabileceğini düşündükleri gazeteci Akın.
Akın’ı bu ekonomik kriz ortamında işsiz güçsüz bir haldeyken tanıyoruz. Evliliği de pek iyi durumda değil. Bu nedenle, başında Brigitte Diels adlı güzel ve şuh bir kadının bulunduğu Alman Özgür Haber Ajansı’nın yaptığı “kendi aile tarihini yazma” teklifinin üzerine balıklama atlıyor kahramanımız. Tahmin etmişsinizdir; ajans Tötön şövalyelerinin paravan kuruluşu, Brigitte ise şövalyelik mertebesine yükselmek ateşiyle yanıyor. Akın, kısa zamanda evin yolunu unutup Brigitte ile mesaiyi –her anlamda- koyulturken bizim istihbarat teşkilatı da işin kokusunu almış durumda.
Sözü uzatmayalım; babasının hayatını yazmak için oradan oraya dolanır, evdeki malzemeyi karıştırıken gizlenen sırrın da, Brigitte ve arkadaşlarının kimliğini de farkedecektir kahramanımız. Tek başına yaptığı Trabzon seyehatinde peşine takanlardan kurtulmak için Gürcistan’a kadar uzanacak ve varlığı köylüler tarafından titizlikle saklanan, geçimini çobanlıktan sağlayan Hitler Jr.’ün izini bulacaktır. Tötön şövlayeleri ise değişen ekonomik ve siyasal konjonktüre paralel biçimde, planlarını çoktan değiştirmiştir.
Herkesin birbirine tezgah açıp kumpas kurduğu bol oyunlu bir hikayesi var Baba Oğul ve Hayal’in. Alişar Dengiz, Hitler’in kayıp oğlu esprisini çok iyi kullanmış, tarihi olaylara yer vermiş, bu tarz romanlarda adet olduğu üzere erotik sahneler serpiştirmiş aralara, daha ilk sayfalardan itibaren bir kaç farklı yolculuk ve kovalamaca bölümüyle hikayeye hareket ve heyecan katmış, hepsinden önemlisi bütün bunları akıcı bir dille aktarmış. Ama sarkan yerler de var demiştim. Mesela şu Kafkasya seyehati ve seyehatle vakıf olduğumuz siyasi meseleler zaten yeterince uzun olan ana hikayenin akışını kesiyor. İlk romanların çoğunda gördüğümüz hatalı bir eğilim bu; yazarlar hikayelerini daha ilginç, daha çekici hale getirebilmek için ellerindeki malzemenin hepsini bir seferde kullanmak istiyorlar. Ama bu çabası romanın bütünlüğü ve akıcılığına bir katkı sağlamıyor. Yine de konusunun ilginçliği ile dikkate değer.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları