menu

Polisiye Okuma Tarihim

Yazan: A. Ömer Türkeş
Yayın Tarihi: May 18, 2010 15:09

Polisiye roman okumaya ne zaman başladım? Yaş 50’ye gelince bir solukta yanıtlamak kolay değil. Ama polisiye roman merakımın babamdan geçtiğini,  henüz okumayı sökmediğim yıllarda, gözüme ilk ilişen kitaplar arasında polisiyelerin bulunduğunu söyleyebilirim. Çocukluğumun o döneminde polisiye, macera ve korku türüne merak salmamda sinema daha etkiliydi. Özellikle Christopher Lee’nin canlandırdığı Dracula serisi unutulmazlarım arasındadır.

Okuyucu olarak polisiye kültürüm(!) romanlardan önce çizgi romanlar sayesinde başlamıştır. Gazetelerdeki gündelik çizgi bantlar, Ceylan, Zıpzıp ve Doğan Kardeş’teki detektif maceraları ilk göz ağrılarım. Okumayı ilerletince, polisiye kurgusundan ziyade serüven ve maceraya ağırlık veren çocuk romanları ilgimi çekmişti. Kuşkusuz ilk sırada Jules Verne romanları yer alıyor.

Daha sonra babamın kütüphanesine dadandım. Özellikle ilkokul üçüncü  sınıftayken Siirt’e taşındığımızda başgösteren kitap sıkıntısını  gidermenin en iyi yolu babamın polisiyelerini okumaktı. Televizyonun olmadığı, gazetelerin kış mevsiminde sürekli aksadığı yıllarda polisiye romanlar ev halkının ortak zevkiydi. İlk aklımda kalan yazar Agatha Christie, yayınevi ise AKBA’dır. Bu vesileyle AKBA yayınevine şükranlarımı sunmak isterim.

O yıllarda Siirt’in –aslında- gazete bayisi olan biricik kitapçısına gelen detektif romanlarında Akba ya da Altın Kitaplar amblemi ağırlıktaydı. Fiyatı uzun yıllar beş liraya sabitlenen bu polisiyelerin sanıyorum babamdan başka talibi de çıkmıyordu.

Sıkı  bir polisiye okuru olduğu halde, Cumhuriyetin aydınlanmacı ilk kuşağından gelen babam için polisiyelerle “Teksas-Tommiks” arasında yalnızca ince bir çizgi vardı. Ama lafı uzatmayayım; anlayacağınız, okul mevsiminde, tatil günleri haricinde cinayetlerin izini sürmeme, “katil kim” bilmecesi çözmeme izin verilmezdi. “Katil kim” bilmecesi diyorum, çünkü o yıllarda okuduğum hemen hemen bütün polisiyeler, türün kapalı mekanlarda geçen zeka oyunlarına dayalı klasiklerinden seçilmişlerdi. Henüz “özel detektif”lerle, Raymond Chandler’in Phillip Marlow’u ya da Mickey Spillane’in Mayk Hammer’i ile tanışmamıştım, ama Canon Doyle’un Sherlock Holmes’u, A.Christie’nin Hercules Poirot ve Bayan Marple’ı, Carter Dickson’un Gideon Fell ve H.Merrivale’si, Ellery Queen’in Ellery Queen’i, Patrick Quentin’in Müfettiş Trant’ı ezberimdeydi artık. Savcıydı babam; biraz da mesleki yakınlıktan olmalı, onun ve dolayısıyla evimizin favorisi Erle Stanley Gardner’in avukat kahramanı Pery Mason’dı...

Neredeyse her hafta sonu bir, iki polisiye devirmesine deviriyor, yukarıda saydığım detektiflerin maharetlerine her keresinde yeniden iman tazeliyordum ama şapkadan tavşan çıkaran sihirbazların ellerine su bile dökemeyeceği bu değerli şahsiyetleri sadece uzaktan seyredebiliyordum ben. Genellikle üst sınıflardan zengin insanların mekan ve muhitlerinde geçen romanlardaki hayatlar da seyirlikti. Ve hatta, E.S.Gardner’in mahkeme salonu bir tiyatro dekorundan hiç de farklı değildi... Hep bir cinayet oyunuydu sahnelenen. Ne babamı ne de tanıdığım başka bir “kanun adamı”nı anımsatan tek bir insan tekinin yer almadığı bu oyunlaşmış polisiyelerin detektif tipleri de kahraman olmasına kahramandılar, ama varoluşları başka bir dünyaya aitti; sevebilirdiniz, esprilerine gülebilirdiniz, muammayı çözerken sergiledikleri zihinsel kapasiteleri önünde saygıyla eğilebilir mesafeli bir hayranlık hissedebilirdiniz, ama onlar için üzülemez, başlarına bir şey gelmesinden endişelenemez, başka bir hayat içinde tahayyül bile edemezdiniz onları. Kurmacalıkları küçük bir çocuk için bile apaçıktı.

Sonra Simenon’un “Cinayetler Limanı” geçti elime, Maigret’i tanıdım ve... Meraklanmayın, ne hayatım ne de polisiyelere bakışım değişmişti!.. Şimdi geriye doğru düşündüğümde, o zamana kadar okuduklarımdan farklı bir yöne saptığımı farkedebildiğimi söyleyebiliyorum sadece.

Orta okul yıllarında Manisa’ya taşındığımızda seçeneklerim de arttı. Milliyet’in “Kara Dizi”si, “Üç Maymunlar”, “Hayat Polisiyeleri” ve diğerleri… Elime geçenleri iyi-kötü ayrımı yapmadan okuduğum zamanlar. Aradan bunca yıl geçtikten sonrabile pek çoğu aklımda ve kütüphanemde hala saklı duruyor. Ve o yılların çevirilerini eski kitapçılarda bulduğum zaman hala o zamanlara özgü bir heyecan duyuyorum.

Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları

Yorum yaz
mode_edit