menu

İlk Okudukları Polisiye / Mustafa Arslantunalı

Yazan: Oğuz Eren
Yayın Tarihi: May 18, 2010 15:10

Klasikleri okumanın, ruhsal olgunlaşma için elzem sayıldığı 1970’li yıllarda, özetlenmiş ama yine de ciltli basılmış, kapağında romantik resimler bulunan klasik romanlar bugüne kıyasla daha çok okunuyor olmalıydı. O zamanlar internet yoktu, klasiklerin çizgi romanları da henüz icat edilmemişti  ama, “100 Büyük roman” gibi vaatkâr isimler taşıyan kitaplar, romanları okumadan okumuş gibi yapmanın yollarını öğretiyor, bir yandan da hangi kitapların okunması gerektiğine dair bir fikir veriyordu. Ortaokula gelmiş bir delikanlının çocuk dergisi ya da çizgi roman okuması ne kadar ayıptı! Hafif şeylerle vakit kaybedilmemeli, önce klasikler sindirilmeli, daha sonra lisede politika ve felsefeye geçilmeliydi. Günümüz kültürünün enfantil dünyası için ağır sorumluluklar.

Bu sebeplerden ötürü ilk okuduğum polisiye, daha doğrusu polisiye niyetine okuduğum ilk kitap, Victor Hugo’nun Sefiller’inin bir özeti olmuştur sanırım. Mazlum Jan Valjan’a karşı acımasız Javert! Çizgi roman günah, klasikler makbul, hafif kitaplar –polisiye adı bugünkü kadar jenerik değildi- mekruhtu…

Üzerinde kedi kafalı logosuyla Akba’dan çıkan Aytaşı ise , okuduğum ilk gerçek polisiye olsa gerek. Ama onun da polisiye ya da cinai roman olup olmadığı pek belli değildi.  Hatırladığım kadarıyla, daha çok bir klasik havası taşıyordu kitap. Epey bir süre, sanırım bütün ergenlik döneminde “polisiye” olduklarını bilerek iki yazar okudum:  Agatha Christie ile Georges Simenon.  Agatha Christie kolay bulunur, herkes tarafından küçümsenir ama bir solukta okunurdu. Galiba Simenon da bugüne kıyasla çok daha popülerdi. Bu iki yazarın tamamen ayrı iki dünyaya ait olduklarından şüphe etmez, kimi zaman Simenon’un kahramanlarıyla Agatha Christie entrikaları bir araya gelebilir mi diye de düşünürdüm. Bunun tersi hiç olmaz gibi görünürdü bana. İki yazarın bu kadar farklı oluşunun bir sebebinin de çeviri farkı olduğunu bilemezdim tabii. Aralarında bir başka önemli fark da şuydu ki Simenon romanlarını dönüp tekrar okurdum sonradan. Taşrada kitap azdı, okumak içinse bol vakit vardı. Üniversiteli ağabeylerimize göreyse, devrim için vakit dardı, Dostoyevski’yle oyalanmayıp Politzer’den başlamalıydı işe… Onlarla konuşurken –daha çok dinlerken- Dostoyevski’de direniyor, ama hafifmeşrep kitaplarımı savunmama katmıyordum bile. Simenon ile Christie ayrı dünyalara ait olsalar bile, burada başka bir galaksi söz konusuydu. “Ciddi” kitaplar okudukça içselleştirilen bu baskının, polisiye okumayı daha tatlı hale getirmediğini kim söyleyebilir?

Mustafa Arslantunalı

Ocak 2010

Kategori: İlk Okudukları Polisiye

Yorum yaz
mode_edit