Özdemir Asaf, 5.9.1980 (Cuma) günü bir mektup yazar Sait Faik'e:
"Sait, Bugün 253 lira 29 kuruşluk bir makbuz imzaladım ve 200 lira aldım. Elli üç lira yirmi dokuz kuruş da stopaj.
Ölümünün yirmi beşinci yılında, Milliyet Gazetesinin Sanat Dergisi'nde."
Neyin telifini almıştı Özdemir Asaf ve neden bunu Sait Faik'e mektupla bildiriyordu? Hemen kütüphanenin yolunu tutup, söz konusu dergiyi bulmaya çalıştım.. Eylül 1980'den başlayıp geriye doğru giderken Mart 1980'de yayımlanan (Gürdal Duyar'ın portresi eşliğinde) Ondandır şiiriyle karşılaşmak beni şaşırttı.. Çünkü Özdemir Asaf, Şairlerin Seçtikleri adlı antolojiye (Hazırlayan: Ümit Yaşar Oğuzcan, İş Bankası Kültür Yayınları) yazdığı kısa yaşam öyküsünde şiirlerini sadece kitap yayımlayarak çıkardığını söylüyor:
"Doğumum 11 Haziran 1339, Ankara. Babam, Danıştay üyesi Mehmet Asaf. Ölümü 1930. O yıl İstanbul’a geldik. Galatasaray Lisesi ilk kısmına girdim. 1941 yılında 11’inci sınıftan Kabataş Erkek Lisesine bir ara sınavı ile geçip, 1941-1942 Ders yılında mezun oldum. Hukuk Fakültesine iki yıl, üçüncü sınıfa kadar İktisat Fakültesine devam ettim. Ve o sırada iki yıl olan Gazetecilik Enstitüsünün birinci sınıfını okudum. Tanin ve Zaman Gazetelerinde çalışdım. Çeviriler yaptım. İlk yazım 1939 yılında Servetifünun-Uyanış dergisinde çıktı. Sanat ve Edebiyat Dergilerinde 1962 yılına kadar çoğunlukla şiir olmak üzere yazı ve çevirilerim yayınlandı. Artık yalnız kitap çıkararak yayınlıyorum. (Tertip ve baskı yanlışlarından nefret ederim.)"
İki not birleşince, Ondandır şiirini Sait Faik'e yazdığını düşünmeden edemedim..
Seninle ben değil,
Seninle biz ikimiz
El-ele, göz-göze, baş-başa,
İyi şeyler düşündük..
Gündüz-gecelerimizdi gece-gündüzlerimiz,
Evler-odalar,
Pencereler, perdeler, saksılar, çiçekler,
Halılar, kediler düşündük.
Sofralar,
Misafirler düşündük;
Gelmediler..
Nerde'ler düşündük.
Türküler, şarkılar, şiirler,
Kendince öyküler düşündük..
Sen unutmuşun,
Ben de yazamamışım..
Şimdi dalıp-dalıp gidiyor,
Orda'lar düşünüyorum.
Arada yalnızlığımı anlamamışım..
Üşüyorum.
Düşündüklerimi Seda Arun ve Gün Arun ile paylaştım.. Pek farklı düşünmüyorlardı ama, Gün'ün bir fikir attı ortaya: "Belki başka bir yazı daha vardır."
Özdemir Asaf "Ölümünün yirmi beşinci yılında" diye yazıyordu, Sait Faik de 1954'de ölmüştü ve bana gene kütüphane yolları gözükmüştü.. Ondandır şiirinin Sait Faik'e yazılmış olabileceği düşüncesi aklımdan çıkmasa da, Gün haklı çıktı.. Mayıs 1979'da "Sait Faik'in Kişiliği ve Son Günleri" başlıklı bir yazısının yanı sıra, albümünden Sait Faik fotoğrafları vardı..
Özdemir Asaf'ın yazdıkları kimi yerde ağlattı bizi, kimi yerde güldürdü.. Seda Abla yazıyı okuduktan sonra aradı; "bunları bilmiyordum, çok duygulandım, fazla konuşamayacağım" dedi.. İşte babasının kendisini duygulandıran satırları:
"Hırçınlığı vardı son zamanlarda. Birçok kişilere kızıyor, onlarla karşılaşmak, konuşmak istemiyordu.
Gece yarısına doğru Beyoğlu'nda ayrıldık, o Osmanbey'e evine gitti, ben Kadıköy'e geçtim.
Ertesi gün öğle üzeri Gazeteciler Cemiyeti'ne giriyordum ki kapıda Münir Süleyman Çapanoğlu'yu gördüm: 'Haberin var mı?' der demez anladım, doğru Osmanbey'e apartmanına gittim.
Sabahleyin erkenden, şehre pek az inen annesi ilk vapurla gelmiş (içine doğmuş dense yeridir) ama onu daha önce hastahaneye (Marmara Kliniği) kaldırmışlar. Kapıcı, annesinin de orada olduğunu söyledi.
Sabah erkenden kalkmış, yüzünü yıkarken, birden bir karaciğer kanaması olmuş. Günlerden 9 Mayıs 1954 Pazar.
Sait Faik, 10 Mayıs Pazartesi gece yarısından sonra fenalaşıp 11 Mayıs Salı, sabah üç sularında yaşama gözlerini yummuştur.
Kapıcı ile yukarı çıktım, biraz etrafı toparladım. Şaşkına dönen annesi elindekileri attığı gibi hastahaneye koştuğundan darmadağınıktı heryer.
Yazmakta bir sakınca görmüyorum... Lavaboya, oraya buraya sıçramış kanları sildik. Kan bir anda geldiğinden yerleri de temizledik. Yazı masasının üzerini de topladım. Lautreamont'un (Maldoror Şarkıları) kitabını da sildim. O şaşkınlıkla kendisini odasına attığından masasının üzeri de dağınıktı. Kısacası, annesinin, gelirse görmeye dayanamayacağı durumu kapıcı ile düzene koyduk. Nitekim hastaneye gittiğimde, bana gizlilikle, evi toparlayıp toparlamadığımı sordu?"
Bir de gülümseten anekdot:
"Hürriyet gazetesine öyküler yazıyor, röportajlar yapıyordu. (Daha önce 7 Gün'de yazmışlığı vardı. 'Medar-ı Maişet Motoru' ilkin Sedat Simavi'nin 7 Gün'ünde yayımlanmıştı)
Biriken birkaç yazının paralarını almaya gitmiş. Bakmış ki öykülerine beşer lira biçmişler, röportajlarına onar lira. Hışımla Sedat Simavi Bey'e çıkmış, durumu anlatmış:
-Galiba muhasebede bir yanlışlık oldu efendim, demiş. Hikayelerime on lira, röportajlarıma beş lira çıkartılacakken ters hesap yapılmış demiş.
Sedat Bey'in cevabını hayretler içinde anlattı:
Sait Bey, demiş Sedat Simavi. Yanlışlık değil. Hikaye yazmanız için bir külfete bir masrafa gereksinmeniz yok. Bir kağıt bir kalem kafi. Ama röportaj yapmak için, bir yerlere gidiyorsunuz, ne bileyim, vapura, trene falan biniyorsunuz. Yol parası veriyorsunuz, icabında bir kahveye falan oturup çay-kahve içiyor, masraf ediyorsunuz.
Sait aklına o güne kadar hiç gelmemiş olan bu düşünce biçimine şaşırmış kalmıştı. Öykülerine bu karşılaştırma ağırına gitmişti. Sanıyorum bundan sonra o işe devam etmedi."
Özdemir Asaf'ın yazısı, Sait Faik'in yaşamı bir yana, külliyatı için de önemli bir bilgi içeriyor.. İşte söz konusu bölüm:
"Bir gün baktım, elinde Georges Simenon'un 'L'Homme qui regardait Passer Les Trains' (Trenlerin Geçişini Seyreden Adam) romanı var.
Hayrola, dedim Lautréamount'un pabucu dama mı atıldı? Lautréamount en çok sevdiği yazarlardan biriydi. Öyle severdi. Eline nereden geçmişse, Simenon'u okumuş, beğenmiş. Çok iyi yazar dedi. Benim Simenon'u beğendiğimi bilirdi.
Kumkapı'ya indik, Kör Agop'da oturduk. Ben bu kitabı çevireceğim dedi. Destekledim. Aradan çok bir zaman geçmedi, baktım çeviri bitmiş. Onun öyle uzun uzadıya masa başında oturup çeviri yapmayacağını çok iyi biliyordum, şaşırdım. Dedi ki, gülümseyerek:
- O kadar çok sevdim ki, tuttum bir forma kadar okudum, başladım yazmaya. Baktım, üç dört formalık yazı yazmışım. Biraz daha okudum, gene devam ettim. Atlaya-atlaya biraz daha da okudum ve yazdım. Kitap bitti.
İş sırası kitabı yayınlamaya geldi. Pazarlamasını yaptık. Hemen (Şehir Matbaası, Turgut) ele aldılar. Çabucak dizildi, basıldı, renkli (trikromi) alacalı, bulacalı bir de kapak hazırlandı.
Kitaba 'Geceleri Yalnız Yatamayan Adam' adını vermişti. Yayıncıya da el yazması öyle sunuldu:
Georges Simenon - Çeviren: Sait Faik. Ama ne gezer. Kitap çıkıverdi: Bir sabah ondan önce Babıali'de ben gördüm. Kapak şöyle:
Yaşamak Hırsı... Yazan: Sait Faik. Kim-kime, dum-duma, kitap Sait Faik olarak ve ayrıca halk kitabı satış düzeyinde (galiba on bin adet) satıldı, bitiverdi.
Bu bence ilginç bir olaydır. Ve ben böylesi bir yazar işbirliğine, yakınlığına hayır demiyorum. Böylesi çalışmalar olabilir. Bir önsözle belirtmek koşuluyla. Tabii bu, sıradan yazarlar için bir yol değildir. Konu ortaklığı, ortak yetişkinlikler de ister."
Trenlerin Geçişini Seyreden Adam yerine, Geceleri Yalnız Yatamayan Adam'ı tercih eden Sait Faik'in, bu çevirisini Yedigün’de Geceyarısı Trenleri ismiyle tefrika ettiğini Simenon profesorü Oğuz Eren’den öğrendikten sonra da oturup bunları yazmak farz oldu..
M. Şeref Özsoy
11.06.2003