Mehmet Mirkelam, babasının amcası, polisiye yazar ve yönetmeni Avukat Nazım Mirkelam'la ilgili bir anısını paylaşıyor. "Kara Çanta" isimli uzun metraj bir polisiye filmi, iki tane yayınlanmış, bir düzine kadar da yayınlanmamış polisiye romanın yazarı Mirkelam'ın, ailedeki çocuklara rol verdiği "Kopiller" isimli filminden de, böylelikle haberdar oluyoruz. Mehmet Mirkelam'a bu yazı için Cinairoman adına teşekkür ederiz. |
Aziz Paul yorgunluktan bitap düşmüş bedenini toprağın üzerine bıraktı ve sırtını arkasındaki ağaca yasladı. Dört bir yanı kötü insanlarla dolu olmasına rağmen, iyi yürekli biri olduğu için ona böyle diyorlardı. Ormanın serin havası ve sessizliği içini ürpertirken, ağaçların arasından sızan güneş ışınları gözlerini kamaştırdı. Bunaltan yaz sıcağının etkisiyle ter içindeki adam, yalvaran ve korku dolu gözlerle etrafına bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ağzı ve elleri sımsıkı bağlı olmasına rağmen, kaçmaması için, Dan ve Jack de hemen adamın yanıbaşındaydı. Aziz Paul , kendine gelmek için bir sigara yaktı. Derin bir nefes çektikten sonra, paketi Dan’e fırlattı. Onlar da birer sigara yaktılar. İşin en kolay kısmını halletmişlerdi.
Kızılderili çocuk “Keskin Gözlü Kartal”, nefes nefese gelip, ormanda gördüklerini haber verdiğinde, Şerif J.R Johnson, ofisinin buram buram ter kokan can sıkıcı havasını solumaktaydı.
Pilotun, iniş ile ilgili anonsu başlamadan önce, aklımdan, yetmişli yıllardan kalan bu sahneler geçiyordu. Gözlerimi açtığımda, pencereden dışarıya baktım. Şekilsiz bulut yığınları arasından Toros dağları görünüyordu. Uçağım az sonra Adana’ya inmiş olacaktı. Biricik ve çok sevdiğim halamı kaybetmiş, onu son yolculuğuna uğurlamak üzere, otuz sene sonra İskenderun’a, doğup, büyüdüğüm şehre gidiyordum.
Hayatımızın en güzel zamanlarını hep yaz tatilinde yaşadığımız için, çocukluğumuzda, her yaz tatilini iple çekerdik. Genelde, ya anneannemlerin yanına Edirne’ye, ya da babaannemlere, İskenderun’a giderdik. Çocukluğumuzun en güzel yazları Edirne’de geçmiştir. Ama sizlere bunlardan bahsetmeyeceğim. Sizlerle paylaşmak istediğim anım, babamın amcası Nazım Mirkelam ile ilgili.
Dedemler tam 12 kardeşlerdi. Nazım amca ise en küçükleri olup, babamdan sadece dört yaş büyüktü ve tüm çocuklukları Mersin ve Mersin’in yaylası Fındıkpınarı’nda birlikte geçmişti.
Biz tanıdığımızda, Nazım amca, Clarke Gable ya da Ayhan Işık gibi ince bıyıklı, çok olmazsa da her zaman briyantinli ve özenle taranmış saçları ile kendince özenli kıyafetler giyen ve beş parmağında beş marifet olan bir adamdı. Aslında avukattı. Senaryolarını yazdığı, yönettiği, kameraya çektiği ve tüm seslendirmelerini kendisinin yaptığı amatör filmler çekmiş, hatta babamın da küçük bir rol oynadığı “Kara Çanta” adlı polisiye film, İstanbul Amatör Film yarışmasında ödül bile kazanmıştı. Ayrıca, polisiye kitaplar yazıyor, piyano, akordeon ve ud çalıyordu.
Babamın Hohner marka kırmızı bir akordeonu, Agfa marka körüklü bir fotoğraf makinası vardı, çok güzel yazı yazardı ve harika resim yapardı. Sinemaya bayılırdı ve bizleri sık sık sinemaya götürürdü. Eve sürekli dergi ve gazete alırdı. Bu güzel alışkanlıkların çoğunun kaynağı Nazım amca idi.
Eşinden tam olarak ne zaman ayrıldıklarını hatırlamıyorum, ama o yaz (THY'nin İstanbul - Paris - Londra seferini yapan DC-10 tipi Ankara adlı jet yolcu uçağının düşüp, 345 kişinin yaşamını yitirdiği, ABD başkanı Richard Nixon’ın Watergate skandalı nedeniyle görevinden istifa ettiği ve Türk Ordusunun Kıbrıs'a Barış Harekatı yaptığı senenin yazıydı. Orta okulu bitirmiş, artık liseye gidecek bir delikanlıydım), Nazım amca, oğlu Fergan ile birlikte tatil amacıyla İskenderun’a geldi. Fergan o zamanlar henüz 8 yaşında idi.
Ben de Nazım amca ve babam gibi sinemaya düşkündüm. Her fırsatta film izlemeye giden ben, kardeşim ve halamın oğlu, geldiği günden itibaren Nazım amcanın başının etini yemeye başladık. “Amca ne olur beraber bir film çevirelim” diye.. Nazım amca sonunda bizi kıramadı ve 2 günde kısa bir öykü yazıp bunu senaryo haline getirdi. Çok heyecanlanmıştık. Filmlerde izleyip hayran olduğumuz aktörler gibi, biz de hayatımızda hiç yapmadığımız bir şeyler yapacaktık. Bir filmde oynayacak, rol kesecek, artist olacaktık.
Filmin hikayesi çok basitti. Gangster olmaya hevesli genç serseriler, zengin bir iş adamını kaçırıp fidye isteyeceklerdir. Kaçırdıkları adamla birlikte Sherwood ormanında saklanırlar. Ormanda kendi kendine ok atarak oyalanan kızılderili bir çocuk “Keskin Gözlü Kartal”, dere kenarına su almaya gelen serserilerden birisini görüp şüphelenir ve şerife haber verir. Şerif adamlarıyla baskın yapar ve çete yakalanır, zengin iş adamı ise serbest kalır.
Hikaye basitti ama çekimler bütün bir gün boyunca devam etmişti. Film ormanda geçtiği için en uygun yer olarak Soğukoluk yayla yolunu seçmişti yönetmenimiz. Tüm ekip, Nazım amcanın fıstık yeşili Murat 124’ü ile Soğukoluk’a doğru sabahtan yola çıktık. Ama, önce çarşıdan birkaç tane oyuncak silah almıştık. Ok ve yayı ise ormanın doğal malzemeleri ile halletmiştik.
Rol dağılımı şöyle olmuştu. Çete üyelerini, kardeşim, halamın oğlu ve ben oynayacaktık. En büyükleri ben olduğum için çete reisi ben olmuştum. Amcam, kaçırılan zengin iş adamı, Fergan ise kızılderili çocuk “Keskin Gözlü Kartal” olacaktı. Nazım amca ise, hem yönetmen, hem de belinde tabancası ve başında dedemin fötr şapkası ile Şerif J.R Johnson olacaktı.
1.Sekans
Araba içinde geçiyordu. Kaçırdığımız adamı araba ile ormana götürüyorduk. Ben arabayı kullanacaktım ama, aslında o zamanlar henüz araba kullanmayı bilmiyorum. Yönetmenimiz hemen olaya müdahale etti. Ben direksiyonda arabayı sürer gibi yaparken, kardeşim ve halam oğlu, benim olduğum pencerenin önünden dallar geçirdiler. Nazım amca da diğer pencereden beni ve arkamdan geçen dalları kameraya aldı. Böylece arabanın hareket ettiği sanıldı.
2.Sekans
Bu sahnede arabadan inip, kaçırdığımız iş adamını ite kaka ormana doğru götürmemiz gerekiyordu. En uzun süren çekimler bu sahnede oldu. Çünkü iş adamını (amcamı) itip kalkarken sürekli kıkırdıyor, gülmememiz gerekirken kahkahadan kırılıyorduk. Yönetmenimiz de bu duruma çok sinirlenmişti, ama gülmeden becerebilmek için, aynı sahneyi üç dört kez çekmek zorunda kaldık.
3.Sekans
Ormanda oturup fidye için bekleme sahnesi.
Ben, çete reisi olarak sigara içerken, argo konuşarak, açık saçık bir hikaye anlatacaktım. Hayatımda ağzıma sigara koymadığım için oldukça zorlandık bu sahnede. Ayrıca, anlatacağım hikaye için sesimi kalınlaştırıp, garip bir şiveyle konuşmam da oldukça uğraştırdı bizi.
4.Sekans
Kopillerden birisi dereye su almaya gider ve kızılderili çocuk ok atarken onu görür. Tipinden şüphelenip, hemen Şerife haber verir.
5.Sekans
Şerif ve adamları gelir. Aslında şerif tek başınadır. Bizler şerifin adamlarıymış gibi yüzümüz görünmeden ve çalıların ardına saklanarak, bir kaç silahlı çatışma sahnesi çektik.
6.Sekans
Şerif elinde telsiz (eski bir fotoğraf makinası kullanmıştık) ile iş adamının kurtarıldığını ve kaçıranların yakalandığını merkeze haber verir. Şerif Nazım amca olduğu için, bu son sahnede kamerayı ben kullanmıştım. Çekim, telsizle konuşan Şerifin yüzünden başlıyor ve fokus yüzünde kalacak şekilde yavaşça aşağıya doğru iniyor ve film bitiyordu.
Yıllar sonra İstanbul’a gittiğimizde, ailecek Nazım amcalara uğradık. Aksaray, Mirkelam Palas’ta oturuyorlardı o zaman. Aradan geçen onca sene hep filmin nasıl olduğunu merak edip durmuştum. Nazım amca da bizi fazla merakta bırakmadı. Hemen salona perdeyi kurdu, film oynatma makinasını hazırladı. Bütün ışıklar söndürüldü ve hep beraber “KOPİLLER”i izledik.
Toplamı onbeş dakika süren filmimiz adını “Kopiller”, - gangster olmaya heveslenen genç serseriler - koymuştu. Nazım amca sayesinde, herkesin sahip olamayacağı, muhteşem bir anımız olmuştu.
Herşey için çok teşekkürler Nazım Mirkelam...
Mehmet Mirkelam
05/04/2010, İstanbul
Kategori: Tozlu Raflar