Bir ilk roman, bir ilk polisiye. Ve başrolde yine devletin sivil güvenlik güçleri... Ama ne tür bir güvenlik; sokaklarda adam döven, yaralayan, hatta öldüren, gazino basan, şarkıcı kaldırmaya kalkan, yaptıklarını amirleri tarafından azarlanarak, kulakları biraz çekilerek ödeyen kahraman narkotikçilerin dünyası bu!... Biyografisinden Uyuşturucu ile Savaş programlarına uzman olarak katıldığını öğrendiğimiz Cihangir Artun, roman kahramanı Cihan ile birlikte uzmanlık alanına giren bir uyuşturucu operasyonunu, teşkilatın içinden ve bağlılıkla anlatıyor.
Diyarbakır’da öldürülmüş bir özel harekatçının oğlu Cihan’ı, şu TV dizilerindeki yakışıklı sivil polis tiplemelerinden hatırlayacaksınız. Deli dolu, öfkeli, gözü pek, zaman zaman amirlerinin başını ağrıtan ama mesleğine ve vatanına bağlı bir tip. Üstelik uyuşturucu batağına boğazına kadar batmış bir kızı, Zaynep’i seviyor. Ama Zeynep de ele avuca sığacak gibi değil, her fırsatta uyuşturucu krizi geçirip dalıp gidiyor karanlık alemlere. İşin kötüsü bu alemlerin kralları Cihan’ın Zeynep’e zaafının da farkındalar. Nitekim kaçırıyorlar bir gün kızı. Üstelik tam da Cihan’ın önemli bir operasyon için Antalya’ya gönderildiği bir anda.
İstanbul’da başlayan hikayenin Antalya’daki bölümünde, Cihan ve ortağı Burcu, çökertmek istedikleri çetenin içine sızmak zorundalar. Ancak karşı taraf da boş değil. Ölenler yaralananlar, bir dolu kriminal tiple, sona doğru hikaye hızlanıyor ve kaçınılmaz çatışma sahnesiyle noktalanıyor.
Cihangir Artun, düz bir çizgide sürdürmemiş hikayesini. Üçüncü tekil şahsın bakış açısından aktarılan ana hikaye, Cihan’ın Zeynep’le ilişkisinin Cihan’ın bakış açısıyla anlatıldığı bölümlerle sık sık geriye dönüyor ve kimi zaman boşlukları tamamlıyor. Ancak bir ilk roman olmanın getirdiği kurgu sorunları kadar dilbilgisi kurallarını alt üst eden cümle yapıları da var. Ama kabullenilmesi en zor olanı, bu kadar sevimsiz bir polis tipinin olumlu kahraman gibi sunulmasında. Çete reisinin doğulu olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?