Bugüne dek müzik çalışmalarından tanıdığımız Hüsnü Arkan, roman yazmayı da sessiz sedasız sürdürüyor. Kitapta verilen bilgilerle, 1958 Kınık doğumlu. Yüksek öğrenimi için gittiği Ankara'da, ADMMA Mimarlık fakültesinde üç yıl okuduktan sonra Hukuk Fakültesi'ne geçmiş. 80'li yıllarda bir süre Amsterdam'da yaşamış ve kurduğu müzik grubuyla, Hollanda'nın çeşitli yerlerinde konserler vermiş. Kendi bestelerinden oluşan "Bir Yalnızlık Ezgisi" (1991) kasetinden sonra Türkiye'ye dönerek "Ezginin Günlüğü"ne katılmış. "Ölü Kelebeklerin Dansı"(1998) Hüsnü Arkan’ın yayınlanan ilk kitabıydı.
Sahip olunamayan bir hayat
Ilk romanı "Ölü Kelebeklerin Dansı"nda fantastik bir hikaye anlatıyordu Hüsnü Arkan. Bir cinayete kurban gittiğini bilmesine rağmen, katilini hatırlıyamamaktan dolayı sıkıntılar çeken genç bir adamın, ölüler ve canlılar dünyası arasındaki yaşantısını; duyguların, düşüncelerin, zamanın ve mekanın önemsiz olduğu, insan yaşamının canlı ya da ölü oluşunun bir düşe, her şeyin bir yanılsamaya dönüştüğü bir metinde işlemişti. Dar anlamda bir polisiye kurgu, romanın meraka ilişkin gereksinimlerini karşılıyor, ama, aslolan ölümün, gerçeğin, zamanın sorgulanışı oluyordu. Bu romanını da "gerçeğin ne, düşün ne olduğu" sorularına ayırmış yazar ve polisiye kurgusunu da tekrarlamış. Üstelik yakın tarihin yaşanmış siyasi olaylarına yapılan göndermeler ve belli bir mekanın seçilmesiyle, bu hikayesinin polisiye yanı daha çekici. Ne var ki, polisiyeye özgü motiflerin varlığını sayfalar ilerledikçe, sona doğru yaklaştıkça farkediyor ve bütün olup bitenleri bir kez daha gözden geçirmek ihtiyacını hissediyoruz. Zaten Hüsnü Arkan'ın amacı da bu; gerçeğin görünürdekinden farklı olduğu, hatta gerçek bile olmayıp bir kurgudan, bir yanılsamadan ibaret olduğu..! Tıpkı kapaktaki tanıtımdaki gibi yani; "bir şey yaşarsınız ama yaşadığınız başka birşeydir. Hıçkırarak ağlarsınız, ama aslında kahkahalar atmışsınızdır. Sevgi, mutluluk, zafer hepsi birer yanılsamadır. Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Yalnızca inancınızla biçimlenen bir avuç hamur. Neye inanıyorsanız gerçek odur".
Bir düş kırıklığının, boşa geçen, kaybedilmiş bir hayatın romanı diyebiliriz "Menekşeler Atlar Oburlar" için. Hüseyin'in çocukluğundan yetişkinliğe kadar geçen yaklaşık otuz yıllık bir zaman dilimini hikaye etmiş Hüsnü Arkan. Izmir yakınlarındaki küçük bir kasabada yaşayan varlıklı bir ailenin tek çocuğudur kahramanımız. Malların ve çiftliğin yönetimini yüklenen amcası, geleneklere uymayıp meyhane işletmeyi seçen babası, menekşe kokulu annesi, çiftlikteki sevgili atları, yengesi, halaları ve komşu kadınlar arasında büyür. Ancak hep mutluluk içinde geçmez kasaba hayatı. Babasını küçük yaşta kaybeder. Okulda ise sorunlu bir öğrencidir, yine de kazanır üniversiteyi. Kişiliğindeki bölünmeler bu yıllarda başlamıştır aslında, ama gerçek bir yarılma Izmir’deki öğrencilik günlerinde çıkar ortaya. 70’li yıllarda siyasi faaliyetlerin yoğun olduğu günlerde çevresi ile uyum sorunları çeker. Bu uyumsuzluk intihar teşebbüsüne bile sürükler Hüseyin'i. Tedavi görür, düzelir, ama belirsizdir hastalığının nedeni; belki amcasının o gece vurduğu çakalın düşüşünü izlemek etkilemiştir onu, belki de çok sevdiği atı Cumali'nin öldürülmesine tanık olmayı kaldıramamıştır.
Polisiye Kurgu
Hüsnü Arkan doğrusal bir zaman akışı içerisinde anlatmıyor hikayesini. Başlangıç ve sonun aynı zaman diliminde yaşandığı romanda, sık sık geriye doğru yapılan bilinç akışları ile öğreniyoruz Hüseyin’in başından geçenleri; mezuniyetinin ardından amcasının ısrarına rağmen Izmir’e yerleşmesini, babası gibi bir meyhane açışını, bar kadını sevgilisi Selma’yı, Boncuk’u, Hakim Anne’yi, Hoca’yı, Ali Rıza’yı, Yakup’u, Raif’i, Komiser Kemal’i hep onun belleğinden izliyoruz. Anlıyoruz ki meyhanesi, sevgilisi, Chevrolet’i ve dosları ile çok mutludur şimdi Hüseyin...
Arabasını ödünç alan arkadaşının bir sivil polis aracı ile talihsiz karşılaşması, başı dertte olan solcu gence yardım, polislerin eve baskını ve çiftliğe kaçış, aslında hayattan elini eteğini çekmesi anlamına gelir Hüseyin’in. arandığı korkusu ve Komiser Kemal’in yardım vaadi ile, yedi sene çiftlikte saklanır, amcası ile birlikte işe güce koyulur, amcasının istediği gibi çiftliği ve ailenin işlerini çekip çevirir. Amca yeğen, bütün yakınlarını yitirmiş bu iki insan, birbirlerine değmeden, konuşmadan birlikte geçirirler günlerini, ama sürekli Izmir'i, Selma'yı, meyhanesini ve dostlarını, yitirdiği mutluluğunu hatırlar Hüseyin. Ve bir gün, bir Cumartesi günü bütün yaşam öyküsü değişiverir; herşey tersine dönmüş, birbirine geçmiş, ortada kendisinin figüran olduğu bir oyun kalmıştır.
Hüsnü Arkan, polisiye olmayan hikayelerini, polisiyelere özgü kurgularla hareketlendirmeyi ve okuyucunun merak duygularını da işin içine katmayı seviyor. Fantastik bir anlatımı denediği ilk romanından daha başarılı bulduğum “Menekşeler Atlar Oburlar”da, geriye doğru işleyen polisiye kurgusu hiç aksamamış. Üstelik Izmir yakınlarındaki kasaba ve çiftlik hayatı, kasabalı gencin büyük şehirle ilişkisi, kırılan iç dünyası, aşkı yaşayışı, polis korkusu da hem çok içten, hem de çok canlı yansımış metne. Meselesini gözümüze sokmadan, hikayeye ve kahramanının hayatına yedirerek anlatan güzel bir roman “Menekşeler Atlar Oburlar”...
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları