İrlanda’dan Amerika’ya, Galway’in nemli havasından Texas çöllerinin kavurucu sıcağına uzanacağız. Kötülük orada da iş başında. Cormac McCarthy’nin Oscar ödülü sayesinde ünlenen romanı “İhtiyarlara Yer Yok”, Roza Hakmen’in güzel çevirisiyle yayımlandı.
Parlak bir edebiyat kariyeriyle 75 yaşına gelen Cormac McCarthy’nin Türkçede tek kitabı Sınır Üçlemesi’nin ilk kitabı olan “O Güzel Atlar”la (1998) sınırlı kalmıştı. 1965’ten bu yana çok sayıda roman yazan, daha ilk romanıyla Faulkner, son romanı The Road (Yol) ile 2007 yılında Pulitzer Ödülünü kazanan McCarthy, “neslinin en iyi dört Amerikan romancısından biri” olarak gösteriliyor.
Eleştirmenlerin Faulkner ve Melville ile kıyasladığı McCarthy, “İhtiyarlara Yer Yok”ta Faulkner gibi Güney’i, Melville gibi sembollerle dolu bir yol hikayesini anlatmakla birlikte, daha çok Jim Thompson’la kıyaslanabilecek bir uslup kullanmış. Suçun, şiddetin ve kötülüğün sıradanlaştığı gerilimli bir hikaye bu.
Pek çok okuyucu filmi izlemiştir. Bu nedenle hikayeyi uzun uzadıya özetlemeye gerek yok. Kısaca, merkezinde 2.4 milyon dolar kara paranın bulunduğu ölüm kalım hikayesi diyelim. Rastlantı sonucu parayı kapıp kaçan Moss, paranın ve prensipleri gereği Moss’un kellesinin peşine takılan psikopat katil Chigurh ve emekliliğini bekleyen yaşlı şerif Ed Bell, arasında Meksika sınırına yakın Amerikan kasabalarında sürüp giden heyecan dolu kovalamaca…
Filmi izlemedim. Ancak eleştirmenler arasında gerek hikayenin akışı gerek içerdiği sembollere yüklenen anlamlar üzerinde bir anlaşmazlık olduğu anlaşılıyordu. Sıkıcılık ya da belirsizlikle biten final sahnesinin filme özgü olduğunu söyleyerek başlayalım. Tersine, romanın bir karakterden diğerine geçen kurgusu çok dinamik. Üstelik bu karakterler arasındaki karşılaşma anlarının nasıl sonuçlanacağına dair beklentiler hikayenin heyecan yükünü sürekli dolu tutuyor. Ve çatışmalı karşılaşma anları geldiğinde romanın ve belki de polisiye edebiyatın en etkili sahneleriyle karşılaşıyoruz.
“İhtiyarlara Yer Yok”,üç ana karakter üzerine kurulu, ancak onlardan yalnızca bir tanesi, şerif Ed Bell gerçek anlamda karakterlik kazanıyor. Düellocular, yani Moss ve Chigurh, hikayenin polisiye niteliğine uygun sert ve kötülüğe eğilimli erkek stereotipleri. Biri, hep beklediği fırsat ayağına gelince şeytana uymuş, elde ettiğini korumak için adam öldürmeyi göze almış bir adam. Chigurh ise mücerret kötü; öldürmekten zevk alıyor, zevki arttıracak yöntem ve icatlar geliştiriyor. Psikopat seri katiller gibi dengesizlikleri yok, kötülük onun için ilkesel bir tercih, bir meslek sanki.
Kötülüğün aldığı bu yeni hali, nice kötülükler görmüş yaşlı şerifin iç konuşmalarıyla açığa çıkarıyor McCarthy. Artık yorgundur Bell, gördüklerinden dehşete düşmüş, masum kovboyların devrinin kapandığını anlamıştır. Tek isteği olayı nihayetine erdirerek bir an önce evine, karısının şefkatine sığınmaktır… Ama şerif, yazarın sözcülüğünü yapmıyor. Yunan tragedyalarındaki koronun vazifesi de görmüyor. Aslında o da dünyanın gidişatını kavramış değil; ne kötülüğün dünyevi karakterinin ne de Vahşi Batı’nın mirası olduğunun farkında.
Hikayenin, roman kişilerinin, hikayedeki temaları sembolik karşılıkları üzerinde durmak, günümüz suç dünyasıyla İncil’i yanyana getiren bir metinin anlamlarına dalmak ya da ideolojik geri planını çözümlemek eleştirmenlere geniş alanlar açabilir. Ne var ki “İhtiyarlara Yer Yok”u bir polisiyesever olarak okumanın keyfini çıkartmanızı öneririm. Üstelik McCarthy diliyle, üslubuyla, diyalogları ve kurgusuyla böyle bir okumaya imkan verirken. Artık filmi de seyredebilirim.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları