menu

Henning Mankell ile Röportaj

Yazan: Metin Alparslan
Yayın Tarihi: May 22, 2010 09:24

"Ben Seri Katillerden Hoşlanmam"

HENNING MANKELL ile şiddet suçları, Verdi-Operalara olan sevgisi ve Mozambik sel felaketi üzerine

Bize bu röportajı çevirip yayınlama hakkını veren Sayın Günter Kaindlstorfer’e çok teşekkür ediyoruz.

Yazar: Günter Kaindlstorfer
Çeviren: Metin Alparslan

Henning Mankell, seri katillerde sizi ne ilgilendiriyor?
Aslında hiçbir şey. Ben sadece, toplumsal değişime ışık tutmak için suçu ayna gibi kullanmaya çalışıyorum. Bu eski bir edebiyat geleneğidir. Eski Yunanlılar, Shakespeare ve Joseph Conrad, hepsi aynısını yapmışlardır. Bazen gazeteciler bana en iyi polisiye öyküsünü soruyorlar. Benim cevabım hep aynı: Shakespeare ‘den Macbeth. Ben asla saf bir polisiye yazmazdım. Bu bence sıkıcı olurdu.

Kommissar Wallander, polisiyelerinizin ana kahramanı, sizinle fazlasıyla benzerlik gösteriyor. Aynı yaş, aynı araba, bir Peugeot…
(hayır anlamında bir hareketle): Yok yok, ben az benzerlik görüyorum. Şurada burada bazı paralellikler olabilir, bu bir kişi hakkında 4000-5000 sayfa yazdığınızda kaçınılmaz. Örneğin ikimiz de işkolik sayılırız ve opera severiz. Ama bunun dışında Wallander ayrı bir şahsiyettir.

Siz opera hayranı mısınız?
Siz opera hayranı mısınız?

Hangi plakları örneğin?
Mozart, Verdi, Puccini. Gözlerimi kaparım ve müziği dinlerim. Bunlar müthiştirler.

Wagner hakkında ne düşünüyorsunuz?
(burun kıvırır): Wagner bana göre değil. Ben İtalyanları ve Fransızları tercih ederim. Operadan bahsedilince, Klasik Müzik’ten de bahsetmemiz gerek. Ben Beethoven’i ve Bach’ı her şeyden çok severim… Çok şükür ki Bach’tan önceki dönemlerde yaşamadım.

Ana kahramanınız Komiser Wallander’de kalalım. Wallander-Dizisi neden başarılı oldu?
Bunu açıklamak imkânsızdır. Sanatta her zaman akla uygun olmaya bir taraf vardır. Bence Wallander-Polisiyeler’in başarısı kahramanın DEĞİŞİMİ’nden kaynaklanıyor. Dördüncü kitaptaki Wallander, birinci kitaptakinin aynısı değildir. Bir romanın 30. sayfasındaki Wallander ile 400. Sayfasındaki Wallander de farklıdır. Wallander, sizin gibi, benim gibi sürekli değişir. Bu onu canlı yapar. Bu yönüyle Sherlock Holmes ya da Hercule Poirot’den ayrılır. Onlar hep aynı kalır. Bunlar stereotip karakterlerdir. Ancak bir roman karakterin canlı görünmesi için değişmek zorundadır.

Kitaplarınız siyasi açıdan doğru görünüyor. Bu 68-Kuşağı olmanızla mı bağlantılıdır?
Olabilir. 68-Mitos’u ile ilgili fazla bir şey söyleyemem. Benim için 60’lı yıllar bir tümü olarak önemliydi. O dönemde birçok kapı açıldı, müzikte, kültürde ve üçüncü dünyaya.

Yaratmış olduğunuz Komiser Wallander siyasi açıdan nerede duruyor?
Sosyal demokrattır galiba. Ona hiç sormadım, ama galiba öyledir.

Şurada burada muhafazakâr değil midir?
Bir anlamda o eski moda bir insandır, haklısınız. O acıma, adalet ve beraberlik gibi eskimiş sayılan şeylere inanır. Wallander, insan olarak her zaman iki seçeneğe sahip olduğunu bilir: Televizyon seyredersiniz ve sokakta bir imdat diye bağırır. Şimdi ya imdat sesleri duymamak için televizyonun sesini açarsınız, ya da dışarı çıkıp yardım edebilir misiniz diye bakarsınız. Kurt Wallander ikinci seçeneği tercih eden insanlardandır. Bu yüzden bazen biraz muhafazakâr görünebilir.

Polisiyelerinizin tümü bir İsveç kasabası olan Ystad’da geçiyor. Ancak bu kitaplarda işlenen acımasız cinayetler, daha ziyade büyük bir metropollerde işlenen cinayetlere benziyorlar, Stockholm ya da Hamburg, hatta New York.
Bu konuda sizinle aynı fikirde değilim. Yirmi otuz yıl önce haklı olabilirdiniz. O zamanlar şiddet suçları büyük kentlerde görünen bir özellikti. İstisnalar olabilir, ancak genelde metropollerin özelliydi. Ancak bu değişti. O zamanlar Stockholm ya da Hamburg’da olan olaylar, örneğin uyuşturucu alanında, bugün rahatlıkla Ystad’da olabilir. Polisiyelerimin burada geçmesinin sebeplerinden biri de budur.

Olabilir, ancak yine de Ystad özellikle şiddet suçları tarafından etkilenmiş görünüyor. Kitaplarınız ciddi alındığında, her çalının arkasında bir ceset yatıyor olmalı, bu sizce inandırıcı mıdır?
Önemli olan bu değil zaten. Ben hayal ürünü öyküler yazıyorum. Siz hayal ile gerçek arasındaki farkı bilmiyorsanız kusura bakmayın.

Siz kendinizi “gerçekçi yazar” olarak tanımlar mıydınız?
Kesinlikle evet, hem de tam anlamıyla. Kitaplarımda geçen iğrenç suçları düşünen hayal gücüm değil ki. Bunları yazmak bana zevk vermiyor, gerçekten. Her ne yazıyorsam, dünyanın herhangi bir yerinde olabilir. O açıdan bakıldığında ben bir realistim. Gerçek yaşamda günbegün işlenen suçlar kadar şiddet yüklü şeyleri düşünmem mümkün değil.

Sizce siz bir moralist misiniz?
Umarım öyleyimdir.

Sizin için bu bir hakaret değil mi?
Neden olsun ki? Kitaplarımda toplumumuzda var olan problemler ve seçimler hakkında sorular sormaya çalışıyorum. Cevaplar sunmuyorum, sadece soruyorum.

Çocukken polis olmayı hayal eder miydiniz?
Asla. Vatman bile olmak istemezdim. Benim tek hayalim vardı, yazmak istiyordum.

Onu da gerçekleştirdiniz.
Çok şükür evet.

Kriminalistik bilgilerinizi nereden alıyorsunuz?
Gerektiğinde araştırıyorum. Ancak kitaplarımı dikkatli okursanız kriminalisitik bilginin fazla bir rol oynamadığını göreceksiniz. İsveç polisinde arkadaşlarım var, onlara her zaman sorabilirim. Ve gerekli göründüğünde İsveç Adli Merkez Laboratuarı’na da girebileceğimi biliyorum. Ama genelde böyle bilgilere gerek duymam. Teknik ayrıntılar kitaplarımda önem taşımaz. Beni ilgilendiren figürlerimin düşünceleridir. Wallander’i sık sık dört beş sayfa boyunca düşünmesi için dolaşmaya çıkarıyorum. Bu benim için teknik şeylerden daha önemlidir. Komiser olay yerine geldiğinde ne düşünüyor? Babası öldüğünde kafasından neler geçiyor? Bu beni ilgilendiriyor, teknik ayrıntılar önemsizdir.

Başarılı çocuk kitaplarınız da var. Çocukluğunuz güzel mi geçti?
Çocukluğumun güzel ve daha az güzel hatıraları var.

Siz babanızın yanında büyüdünüz, yani annesiz. Onu özler miydiniz?
Boşanmadan sonra erkek ve kız kardeşimle beraber babamın yanında yaşadım, bu doğru. Babam avukattı. Boşanmanın ardında Kuzey İsveç’te yer alan Härjedalen’e taşındık. Yaşadığımız kentin nüfusu iki bin kadardı. Ellili yıllarda babamın yanında yaşamamız küçük çapta bir skandaldı. Birçok kişi bunu anlamakta zorlandılar, çünkü çocukların boşanmadan sonra annede kalmalarına alışmışlardı. Babamın hâkim olması durumu daha da zor hale sokuyordu. Ama yapılacak bir şey yoktu ve durumu iyi de idare ettik. Küçük bir kasabada yaşıyorduk ve ortaokulun sonuna kadar da orada yaşadık. Kardeşlerim ve ben lise çağına geldiğimizde okula devam etmek için daha büyük bir şehre taşındık. Çocuklumun geçtiği kasaba gerçekten küçüktü.

Mutlu bir çocuk muydunuz?
Bu konuda çok konuşmak istemiyorum, ama bir şey söyleyebilirim. Yaşamımda, hayal gücünün muazzam bir güç olduğunu çok erken anladım. Bu güç sadece bir ağaç evinin yapımında ya da bir resim çiziminde değil, problemlerin üstünden gelişinde de çok yararlıdır. Çok iyi hatırlarım: Çocukken hayali arkadaşlarla oynuyordum ve sohbet ediyordum. Bu sayede çocukluğumun bazı dönemlerine dayanabildim. O günlerden beri biliyorum ki, hayal gücü muazzam bir güç. Kulağa abartılmış gibi gelebilir ama bazen hayatta kalmayı sağlayabilir.

Annenizi tekrar gördünüz mü?
Evet! Onbeş yaşındayken. O zaman dost olduk ve ölümüne kadar da öyle kaldık

Siz Kuzey İsveç’te büyüdünüz. Orası oldukça ıssızdır değil mi?
Gerçekten de öyledir. Belki yetişkin olarak bu nedenle Şonen’e, yani güneye taşındım. Oradaki coğrafya daha açık ve kuzeye göre daha az ormanlık arazi vardır. Benim ormana olan ihtiyacım dolmuştur. Kuzeyde ormanlar vardır, başka da bir şey yoktur. Haziranda bile kar yağabilir. Ellili yıllarda oradan Stockholm’e gitmek tren ile iki gün sürerdi. Tam anlamıyla bir dünya seyahatiydi.

Härjedalen için bir gurbet özlemi hissetmiyorsunuz o zaman?
Hayır! Bugün oraları ziyaret ettiğimde, köklerimin orada olduğunu kesin olarak hissediyorum. Oradaki sessizlik inanılmazdır. Hayal etmeniz mümkün değil. Oraya gittiğimde lehçeyi de hemen tekrar kapıyorum. Çocukluğunuzun etkilerini ömür boyu taşırsınız.

Çocuklar için neden yazıyorsunuz? Bu konunun sizin için cazibesi nedir?
Sonraki nesillerle konuşmak görevimizdir. Çocuklar için yazmak çok zordur. Onlar yetişkinlere göre daha eleştireldir. Onları yazar olarak aldatmak daha zordur.

Kendinizi 68 kuşağı olarak tanımlar mısınız?
Hayır, Allah korusun. 1968 yılı fazla abartılıyor. Ben altmışlıların bir insanıyım.

Bu nedir?
Eee! Altmışlı yıllar beni etkiledi. O dönemde bir teenager idim. Bunlar önemli yıllardı. Biz o zamanlar üçüncü dünyayı keşfetmeye başladık. Kokuşmuş ellili yıllara arkamızı döndürdük ve dünyanın kapılarını açtık.

O dönemin müziği sizin için ne gibi bir önem taşıyordu?
Ben Jazz hayranıydım, Miles Davis’i ve Bob Dylan’ı keşfediyordum. Bu benim için önemliydi.

Ya Cinsel Devrim?
Bu o kadar önemli değildi.

Neden?
Cinsellikle hiçbir zaman bir problemim yoktu.

Daiımarkalı yönetmen Bille August yakında bir eserinizi çekecek. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bille August iyi ve kabul edilmiş bir yönetmen. Ben ona güveniyorum. Elbette bir edebi eserin filme çekilmesinde sonunun hüsranla bitmesi her zaman mümkündür. Ancak buna bir etkim yoktur, bu yönetmenin, oyuncunun ve yapımcının işidir. Ben buna karışmam. Roman ve film iki ayrı şeydir, bunu herkes bilir. Bille August’un bu filmi çekmek için yeterli sanatsal güce sahip olduğundan şüphem yoktur.

Siz Ingmar Bergman’ın kızı Eva Bergman ile evlisiniz. Evlilik için yeterli zaman ayırabiliyor musunuz?
Zaman ayırmaya çalışıyoruz. Eşim Göteborg’da bir tiyatro yönetiyor. Ben senede 6-7 ay Afrika’da yaşıyorum. Bu bazen zor oluyor, bu doğru. Ancak beraber olduğunuz zamanı yoğun olarak kullandığınızda muhteşem bir ilişkiyi devam ettirebilirsiniz.

Kayınpederiniz Ingmar Bergman ile olan ilişkiniz nasıldır?
Biz arkadaşız, hem de iyi arkadaş. Ben filmlerine hayranım ve o işime saygı duyar.

Şu anda Mozambik’te oturuyorsunuz. Son haftalardaki sel felaketi nasıl hissettiniz?
Başka bölgelerle karşılaştırıldığında, buradaki, yani Maputo’daki durum nispeten iyidir. Bir milyon insan selden kaçıyor, salgın hastalıklar kol geziyor, yollar, köprüler ve konutlar yıkılmış durumda. Bir yılın hasadı mahvolmuş. Çok kötü bir durum!

Kişisel olarak etkilendiniz mi?
Başkalarla karşılaştırılırsam, turp gibiyim. Maputo kentinin merkezinde oturuyorum. Şubat başında, yağmurlar başladığında çatım damlıyordu. Sonra akmaya başladı, ama üstesinden geldim. Beni en çok etkileyen husus, çalıştığım tiyatronun da su altında kalmasıydı.

Batı Dünya Mozambik’deki insanlara nasıl yardım edebilir?
Yardım yoğunlaştırılmalıdır. Her şey eksik; yiyecek, çadır, ila.ç. Sular çekilir çekilmez yeniden inşasında yardım edilmelidir. Mozambik’in borçlarını silmek sadece ilk adım olabilir.

Seksenlerin ortalarında neden Mozambik’e taşındınız?
Bunun nedeni basittir. Ben 1985 yılında tiyatrocu Manuela Soeiro tarafından Maputo’nun ilk profesyonel tiyatrosunun kurulması için davet edildim. Hem yazar, hem de yönetmen olarak. O zaman Avenida-Tiyatrosu’nu kurduk. Gururla diyebilirim ki, tiyatromuz Güney Afrika’nın en kaliteli ve en profesyonel tiyatrolarındandır.

Avenida-Tiyatrosu ne tür oyunlar sahneliyor?
Hiçbir sorun yaşamadan Shakespeare oynayabiliriz, ama bunu istemiyoruz. Henüz istemiyoruz. Biz, Mozambik’in kültürel kimliğini güçlendirmek için tamamıyla Afrika kökenli oyunlar oynuyoruz. Bazen Dario Fo’nun bir eserini ya da Lysistrata gibi bir oyun da programa alıyoruz. Ancak Afrika seyircisinin anlamasını kolaylaştırmak için metni değiştiriyoruz. Biz burada yaşayan insanların hayatıyla ilgili oyunlar oynamak istiyoruz.

Mozambik iç savaşını nasıl yaşadınız? Siz buraya taşındığınızda devlet yönetimi ve sağ RENAMO İsyancılar arasında silahlı çatışmalar yaşanıyordu.
Ben geldiğimde iç savaş doruk noktasındaydı, bu doğru. Yoksulluk da bugünkünden daha fazlaydı. Hatırlıyorum da çoğu kişinin ayaklarında ayakkabı bile yoktu. O günden beri bir nevi bir gelişim oldu. Bugün neredeyse herkesin ayakkabıları var. İç savaş sırasında kenti terk edemiyordunuz ve nereye giderseniz gidin uçakla gitmeniz gerekiyordu aksi halde hayati tehlikede olurdunuz.

İç savaşta 700.000 insan öldü...
Galiba sayısı daha da yüksekti, korkunç. Bana göre bu katliamın ana sorumlusu RENAMO İsyancılardır. Bu ülkede bu isyancıların şiddetinden payını almayan bir kişi bile yoktur. Birinin akrabası öldürüldü, başka biri kayboldu, bir üçüncüsü mayına basıp bacağını kaybetti. Korkunç bir dönemdi.

Biraz tek yönlü bakmıyor musunuz?
İktidar şurada ya da burada hatalar yapmıştır, ama hangi iktidar hata yapmaz ki? RENAMO ise, bir suçlular çetesi idi, bunu farklı ifade etmek mümkün değil. Onlardan nefret ediyorum. Birkaç sene evvel RENAMO Lideri Alfonso Dhlakama ile beraber bir uçakta yolculuk ettim, uçağın düşmemesi için dua ettim…

Neden?
Bu kadar kötü bir insanla beraber ölmek istemedim.

Sizce Avrupa’da yükselen ırkçılığın tehlikesi ne kadar büyük?
Irkçılık Avrupalı’nın icadıdır ve Avrupalılar da ırkçılığı yok etmelidir. Asıl tehlike Neonazilerden kaynaklanmıyor aslında. Elbette bu insanlar izlenmeli ve kanuna karşı geldiklerinde yargılanmalıdırlar. Ancak dazlaklardan kaynaklanan tehlike abartılmamalıdır. Sessiz çoğunluk bence daha önemlidir. Eğer bu çoğunluk birden Le Pen gibi birinin peşinden giderse, ya da bugünlerde Avusturya’da başarılı siyaset güden birinin peşinden, işte o zaman tehlike söz konusudur. O zaman harekete geçmeli. Bence bu gibi insanlara karşı argümanlarla karşı çıkılmalıdır. Tartışmalıyız. Benim umudum gençlerdedir. Bugünkü gençlik farklı kültürlerden gelen insanlarla çok olağan olarak beraber yaşıyorlar ve ırkçılık ve milliyetçilik gibi kavramların ne denli gülünç olduğunu biliyorlar.

Siz direkt olarak karşılaştırabiliyorsunuz: Afrikalılar ile Avrupalılar arasındaki farklar nelerdir?
Ben beraberliklerimiz üzerine konuşmayı yeğlerim. Aynı sebeplerden dolayı gülüyoruz ve ağlıyoruz, seviniyoruz ve kızıyoruz. Bu önemli, başka şeyler değil… Ben elbette Avrupalıyım ve hayatımın sonuna kadar Afrika’da yaşasam da öyle de öleceğim. Ama Afrika beni daha iyi bir Avrupalı yapıyor. Kültürel farklılıklar var tabii. Kahvaltıda farklı şeyler yiyoruz, farklı tokalaşıyoruz, giysilerimiz farklı, sosyal organizasyonumuz da farklı. Ancak asıl önemli olan özellikleri göz önünde bulundurduğumuzda aynı aileye ait olduğumuzu göreceğiz. Belki Avrupalılar sık sık, büyükannelerinin de siyah olduğunu hatırlamalıdırlar.

Tagesanzeiger adlı gazetede yayınlanmıştır (Zürich, 15. Mart 2000).

Orijinal Almanca versiyonu için:
http://www.kaindlstorfer.at/interviews/mankell.html

Kategori: Söyleşiler
Etiketler:
İskandinav Polisiyeleri
İsveç

Yorum yaz
mode_edit