Daha sabahtı. Namlı polis hafiyesi Mehmet Ali bey yatağının içinde sabah gazetelerini okumakla meşguldü. Bir aralık gözüne şöyle bir ilan ilişti: "Meşhur bir Tokyolu Çinici şehrimize geldi. Burada birkaç ay kalacak ve dünyanın hiçbir tarafında emsali olmayan çinilerini muhterem müşterilerine arzedecektir. Güzel san'atlar takdir edenler, meşhur Çinici Ça-tu-kig'ın Selâm apartımanındaki dairesini ziyaret ediniz!"
Kurnaz polis memuru kendi kendine söylendi.
- E... Mehmet Ali, sana gene iş çıktı. Pire Necmi bu ilânı okuyunca boş durmayacaktır. Onun için Ça-tu-kig efendinin meselsiz çinilerini muhafaza etmek te sana düşüyor!
Bu aralık sokak kapısının çalındığını duydu. Biraz sonra da annesi Mehmet Ali'nin odasına gelerek;
- Yavrum, dedi, fakir bir kızcağız geldi, ille Mehmet Ali beyi göreceğim diyor.
- İyi ya gelsin!
Ve derhal yatağından atlayarak kendisine biraz çeki düzen verdi. İhtiyar annesinin sesi duyuluyordu:
- Gel yavrum.. gel!
Odaya onsekiz, ondokuz yaşlarında yorgun çehreli güzel bir kız girdi. Kıyafetinden bir birahane veya bar garsonu lduğu anlaşılıyordu.
- Affedersiniz efendim, diye söze başladı. Pek mühim bir mesele için sizi görmeye geldim!
- Nasıl mesele bakayım?
- Pire Necmi'ye dair!
- Pire Necmi'ye mi?
- Evet!
Genç hafiye sevincinden az daha kızı kucaklayacaktı. Demek artık gene bu kurnaz, bu ele avuca sığmaz meşhur hırsızla, kadın ve para düşmanı ile karşılaşacaktı. Çok zamandır ortadan namı nişanı kesilen, yeni bir vak'ası görülmeyen bu güzel haydut demek tekrar domuzluğuna başlıyordu ha! Mehmet Ali kızı oturttu:
- Anlat bakalım söyle kızım, çabuk anlat!
- Efendim sizin işinize yarayacak birçok şeyler söyleyeceğim, fakat söz verir misiniz!
Mehmet Ali kaşlarını çattı, durdu.
- Peki, dedi, söz veriyorum!
- O halde size en ziyade lüzumlu olan tarafını anlatayım. İstanbula bir çinici gelmiş.
- Evet, adı da Ça-tu-kig!
- Her ne ise, ben bunu bilmiyordum. Pire Necmi bu adamın çinilerini soymağa karar vermiş.
- Sen ne biliyorsun?
- Onun adamlarından birinden duydum.
- Kim bu?
- Onu söylemeyeceğim.
Serhafiye düşündü.
- Peki bunu bana niçin söylemek istedin? Pire Necmi'nin bir çiniciyi soyacağını?
- Onun yakalanmasını istiyorum da ondan!
- Niye?
- Başkalarını da baştan çıkarıp, namuslu adamları hırsız yapıyor!
- Demek sen de en sevdiğin delikanlının bu herifin elinden kurtulması için geldin bana bu işi haber verdin öyle mi?
- Aaa... Siz Sıtkı'nın onunla beraber olduğunu nereden biliyorsunuz?
- Her ne ise teşekkür ederim kızım. Peki ama ne zaman yapacakmış bu soygunu?
- Onu bilmiyorum!
Mehmet Ali bey müdüriyete geldiği zaman kendisini bekleyen yüzlerce iş vardı. Lâkin o doğruca polis müdürünün odasına gitti.
- Ne haber Mehmet Ali bey, pek telâşlısın?
- Evet, artık Pire Necmi'den kurtulmamızın zamanı geldi de ondan!
- Nasıl?
- İstanbul'a meşhur bir Çinici geldi. Pire Necmi'nin bu adamı soyacağını haber aldım!
- Peki şimdi?
- Şimdi mükemmel bir tertip alıp bu domuzu kafese tıkmak istiyorum.
- Nasıl tertibat almaya karar verdiniz?
- Niyetim şu: Derhal Ça-tu-kig'in yanına gidip, meseleyi olduğu gibi kendisine anlatmak ve kıyafet değiştirerek çiniciye çırak olmak.
- Haydi bakalım Mehmet Ali Bey, Allah muvaffakiyet versin. Zaten o domuzu sizden başka kimse yakalayamaz. Kaç kere hapse tıktınız, kaç kere bileklerine kelepçeyi vurdunuz ama kâfir herif gene sıvışmanın kolayını buldu.
- Allahaısmarladık efendim. Size Pire Necmi'yi beraberimde getireceğim.
Ça-tu-kig'in salonuna girdiği zaman içinde oldukça kuvvetli bir heyecan vardı. Kendini karşılayan hizmetkara efendi ile hususi görüşeceğini haber verdi. Biraz sonra meşhur ve zengin Çinici ile karşılaşıyordu. Kirli bir sarılıkla buruşmuş yüzünde hiçbir işmizaz seçilmeyen Ça-tu-kig mükemmel Fransızca konuşuyordu. Mehmet Ali bey derhal meseleyi anlattı. Zengin çinicinin badem gözleri korkudan kıpırdamaya başladı.
- Ne diyorsunuz. Şimdi milyarlar değerinde olan çinilerim tehlikede mi?
- Maatteessüf öyle. Lâkin hiçbir telaş etmeyiniz. Ben şimdi derhal kıyafetimi değiştirip bir çinli uşak halini alacağım. Sonra sükunetle Pire Necmi'nin gelmesini bekleyeceğiz. Onun kelepçelenmesini siz bana bırakınız.
Mehmet Ali beraberinde getirdiği bavul ile odalardan birine girdi. Ça-tu-kig'den de bir takım elbise almıştı. Bir saat sonra onun odadan çıktığını gören çini tüccarı hayretler içinde kaldı. Karşısındaki adam kendisi gibi sarı yüzlü, badem gözlü bir çinli idi. Hele tepesinden aşağı sarkan uzun saçları görülmeğe seza idi.
Başhafiye boynuna kadar geçirdiği incecik deriden bir maske ile bu hale gelmişti. Hele arkasına giydiği o acayip elbiseler herkesi şaşırtacak kadar onu değiştirmişti.
Ça-tu-kig polis memurunun bu muvaffakiyetine hayran kalmıştı. Başhafiyenin koluna girerek nefis çinilerini teşhir ettiği küçük salona yürüdü. Hem çinilerini gösteriyor, hem de kıymettar çinileri hakkında malumat veriyordu.
- Şu ufak vazo Japon hükümdarlarından Tatinti'ye aittir, yüzbin lira ediyor. Şu ibrik bizde yapılan ilk çinilerdendir. Vaktiyle Hint mihracelerinden birinin koleksiyonundan çalındı. Tam bir milyon değerinde. Bu fincanlar pek kıymetli şeyler değildir ama pek zarif oldukları ve eşine pek az yerlerde rastlandığı için epeyce eder. Gelelim şu nalınlara. Bunlar da diğerleri gibi çamurdan yapılmış, sonra üzeri çinilenmiştir. Şang-haylı bir güzel kadın bu nalınları tam yirmi üç sene kullandığı halde hiçbir tarafına birşey olmamıştır. Renklerine bakınız, resimlerine dikkat ediniz. Pek eski bir numune olduğu halde çok mükemmel bir san'at eseridir. Bir Amerikalı milyoner buna tam onsekiz milyar verdi. Daha zengin bir müşteri bulacağımdan emin olduğum için satmadım.
Ça-tu-kig daha birçok şeyler gösterdi. Mehmet Ali soluk renkli biçimsiz vazoların, fincanların ve tabakların bu kadar değerli şeyler olduğunu duydukça hayretten hayrete düşüyordu. Onun hoşuna giden yalnız Şang-haylı kadının nalınları olmuştu. Bunlar hakikaten pek zarif şeylerdi, ama pek ince, pek naziktiler. Yirmi üç sene hamamda kullanılmış olmasına akıl sır eremezdi. Evet güzeldi, ama bu bir çift toprak nalına 18 milyon dolar vermek için insan haylı akıllı olmak lazımdı!..
-2-
O gün Pire Necmi'nin keyfi pek yerinde idi. Sağ eli makamında olan muavini Cemil'le oturmuş konuşuyorlardı.
- Eee, Cemil? Bizim Kadıköylüler ne alemde?
- Keyifleri tamam. Dün gece tam sekiz ev soymuşlar. Gidip işimize yarayacakları aldım. Artanı onlara bol bol yetti.
- Bir numaralı işe dair yeni bir havadis yok mu?
- Yok!..
- Ee, ama sen ne halt etmeğe başladın Cemil, İstanbul'da kadın kalmadı mı?
- Kadın çok usta ama, senin hoşuna gidecek gibisi yok. Garden'e bir Macar güzeli gelecektir. Tuna mı darmış, yollar mı bozulmuş, bir halt olmuş işte, karı gelmedi. Niyetim onu Garden'e düşmeden bizim ocağa düşürmekti ama...
- Peki, bu işi ihmal etme. Gelelim asıl meseleye. Bugün çinileri çalacağız. Bir haftadır Mehmet Ali beni bekleyip duruyor.
- İyi ama usta, sen bu adamı soyacağını niye Mehmet Ali'ye haber verdin? Onun haberi olmadan Çinli'yi soysaydık daha âlâ değil miydi?
Kurnaz hırsız güldü:
- Sen hâlâ onun ne adem olduğunu anlamamışsın be... Mehmet Ali nasılsa benim bu anaforu kaçırmayacağımı tahmin edecek, ve bana tuzak hazırlayacaktı. O zaman tehlikenin nerede olduğunu bilemezdim. Halbuki ben Hatice'yi ona yolladım; akıllı kız rolünü güzel oynadı. Mehmet Ali de onun masum haline inandı. Bu suretle nasıl hazırlık yaptığını ve tertibat aldığını tamamile öğrendik. Benim son usüllerimden biri de budur işte. Hırsızlığı daha yapmadan polise haber verip, onların hazırlığını gördükten sonra münasip taraftan işe başlayıp, münasip tarafında bitirmek.
Cemil bu harikulade adamın karşısında şaşırıyordu. Kendisi de cin fikirli, cin gözlü bir hırsız olduğu, Pire Necmi'ye muavinlik ettiği halde afallıyordu işte!..
Usta hırsız:
- Şimdi bak ne yapacağız, dedi ve planını anlatmağa başladı.
-3-
Mehmet Ali bey sekiz gündür Çinli kıyafetinde ve yüzünü sıkıştıran deri içinde bunalıp duruyordu. Ortada gayri tabiî hiçbir hâl olmamıştı.
Bu bekleyiş hem Çinli zengini hem de başhafiyeyi sıkıyordu. Her gün sergiyi ziyarete gelen adamları korku ve endişe ile takip etmekte ve etrafında dolaşmakta idiler. Geceleri çini salonunun kapısına kocaman bir kilit vuruyor ve iki polis bekletiyorlardı. Mehmet Ali, eli tetikte tavşan uykusu ile vakit geçiriyordu. Çinlide de rahat huzur kalmamıştı.
İşte bu gece de başhafiye ile milyoner çinici, çini salonunun yanındaki odada karşılıklı cigara içiyorlardı. Bir aralık Mehmet Ali hafifçe kendinden geçer gibi olmuştur. Telefon zırıltısı ile yerinden fırladı.
- Hah, Pire faaliyete geçiyor!..
Filhakika telefonda Pire'nin şen ve küstah sesini duyuyordu:
- O maşallah Ali'ciğim; nasılsın bakalım?
Mehmet Ali bozmadı:
- Ki etvu mösyö? (Kimsiniz?)
- Vay vay vay, bana da Çinlilik mi taslayacaksın yavrum? Ayol seni oraya getiren benim! O kızı da ben yolladım elmasım!
- Kör ol! Fakat bu sefer kendi tuzağını kurdun. Haddin varsa gel!
- Şimdi, hemen şimdi geliyorum.
Mehmet Ali, telefonu kapayınca merakla ve korku ile bembeyaz kesilen Ça-tu-kig'e döndü.
- Geliyor, tabancanızı hazırlayın! Korkmayın, derhal ateş edebilirsiniz!.. Haydi şimdi dışarıdaki adamlarımı çağırıp çinilerin müdafaasını emredelim.
Tam kapıya doğru yürürlerken tokmağın hafifçe döndüğünü gördüler. İki namlu kapıya doğru uzandı. Kapının kilidiyle oynanıyordu. Baş hafiye:
- Eyvah, hapsediliyoruz, dedi.
Kapıya koştu. Kapatılmıştı. Takırtı durmuyordu. İki adam kapıyı yumruklarken arkalarından şen ve laubali bir kahkaha duyuldu. Hayretle döndüler.
Pire Necmi:
- Nereye yahu, ben buradayım; siz böyle mi misafir karşılıyorsunuz, diyordu. Ellerinde de pırıl pırıl iki tabanca vardı. Pencereden Necmi'nin eli böylece silahlı olarak girdiğini görünce ellerini kaldırdılar. Domuz adamlar hafiye ile Çinliyi bir dakikada bağlayıvermişlerdi.
Pire Necmi dudaklarının arasında ince bir cigara, keyfinden katıla katıla gülüyordu:
- Ne o, o kadar çok mu şaştın bu işe Ali'ciğim?
- Geber inşallah.. Bir daha karşıma çıkarsan elbet ben de seni iki kurşunla temizlemezsem bana da Mehmet Ali demesinler!..
- Ya ne desinler?
Baş hafiye sesini çıkarmadı. Yalnız hınçla dudaklarını ısırdı. Pire... Bu asrımızın en zeki, en kurnaz hırsızı, en güzel kadın düşmanı gülüyordu. Muavinine dönerek:
- Yavrum Cemil, dedi, git bak, dikkat et çinileri taşırken sakın kırmasınlar!
Biraz evvel açılmayan kapıdan çıkan Cemil, dışardakilere emretti:
- Yavaş, dikkatli ve usulca!
Bir yanda iki nöbetçi polis horul horul uyumakta idiler. Haydutlardan biri onlara sık sık kloroform koklatıyordu.
İki dakikada işler bitirildi. Cemil tekrar odaya döndü:
-Usta tamam!
Meselsiz hırsız cigarasını söndürerek geldi, Mehmet Ali'nin omzunu okşadı:
- Şimdilik Allahaısmarladık gözüm. Görüştüğümüze pek memnun oldum.
Ser hafiye bir küfür savurdu, lâkin Pire Necmi bunu hiç duymamış gibi pencereye yürüdü. Bir anda iki hırsız gecenin karanlığında bir ip merdivenle kayboldular. İki saat sonra Mehmet Ali beyle Ça-tu-kig'i bağlı ve çini salonununu tam takır buldular.
Pire Necmi ufacık bir iz bile bırakmadan savuşmuştu.
Kategori: Öyküler