Her ne kadar Madam Simenon bir zamanlar eşinin sekreteri idiyse de, yazar kapıya "rahatsız etmeyin" yazısını astıktan sonra içerde neler olup bittiğini hala bilmez.
"Az çok birşeyler tahmin edebilirim elbette, ama gerçek anlamda yazdığı zaman yanında olmadım. Ben de dahil hiçkimse, o yazarken odaya giremez."
Simenon'un bazen karakterlerinden biriymiş gibi davrandığını bilir ve bundan endişe eder. Kırk yaşında bir adamla yirmibeşindeki bir kadının aşkını anlatan "Act Of Passion" yazılırken yazardan bir tokat yemiş olduğuna bakılırsa, haksız da sayılmaz.
"Romanın dördüncü gününde sapsarı bir suratla odadan çıktı. Yemek boyunca tek kelime etmedik, ama sonrasında birlikte tv izlerken seçtiği programı hiç beğenmedim ve 'bir roman için bile buna katlanamam' demiştim. Yüzüme bir an baktıktan sonra tokatladı beni. Çok şaşırmıştım, kendimi korumaya bile kalkmadım. Sonra tekrar bana baktı ve 'Ne yaptım ben?' diye sordu.
"Anladım ki yaptığının farkında bile değil. Romanındaki kadın karakter için üzüldüm, herhalde kötü bir gün geçirdi kadıncağız, diye düşündüm.
Simenon'un Epalinges, Lausienne'deki Evi (Fotoğraf: Barış Kılıç)
"Sonradan romanı bana okutunca gördüm ki o bölüm okuduğum en acımasız aşk sahnelerinden biriydi. Bir başka romanında ana karakter sarhoş bir ihtiyardı, üç gün geçmeden Simenon da aynı onun gibi davranmaya başladı.
"Tamamen yazdığı karakterle bir olur eşim. Konuşması, yemek yemesi, yürümesine kadar değişir. O kadar kendini kaptırır ki, bir keresinde günlerden Pazar olduğunu sanarak çocukların nerede olduğunu sordu bana. Okulda olduklarına da inanamadı bir süre."
Gut hastalığından muzdarip seksenlik bir ihtiyarın öyküsünü anlattığı Le President romanını yazarken, Simenon gün be gün kamburlaşmış, en sonunda topallamaya başlamış. Normal zamanda çalışırken kahve ve Coca-Cola dışında birşey içmeyen yazar, Strangers In The House'u yazarken her gün ambara gidip üç şişe Bordeaux şarabıyla dönmeye başlamış. Böylelikle yazar, kendisini bir başkası olmaya zorluyor; gündelik hayatın her anında kendini karakterinin yerine koymaya çalışıyordu.
Her roman yazmasının öncesinde yaşanan bu dönemi eşi 'kuluçka evresi' olarak nitelerdi:
"Birlikte yaşamaya başlamamızın ilk onsekiz ayında bu garip hallerine anlam veremezdim. Sonra anladım ki bir tür hazırlık evresidir bu; her kitaptan kısa süre önce başlar. Normalde neşeli, canlı ve güçlü biriyken, garip davranmaya başlar, bir anda tahammülsüz ve huysuz biri olup çıkar. "Onu kıracak bir şey yapmış olduğumu düşünürdüm ilk zamanlarda. İşle ilgili yanlış bir şeyler yapmış olduğumdan da şüphelenirdim; oysa finansal veya işle ilgili konulara her zaman ilgisizdi.
"Üç dört gün içinde anlaşılırdı durum: Yeni bir kitaba başlıyorum, derdi bana. Ona her romandan önceki garip tavırlarını sorduğumda beni doğruladı; yıllardır, içinde kendisini huzursuz eden birşeyler olduğunu, yazma ihtiyacının bu şekilde ortaya çıktığını anlattı. Kocasını seven her kadın gibi ben de bu durumdan endişelenip, Jo böyle bir döneme girdiğinde bir doktor arkadaşımızı çağırmayı alışkanlık edindim.
"Her romandan önce bir doktor kontrolünden geçmeyi Jo'nun da aklına yattı, bunu bir rutin haline getirdi. Bilirdi ki romanı bir seferde yazıp bitirmek zorundadır. Bir gün bile aksatsa, yazdıklarını çöpe atması gerekir.Artık yarattığı karakterler ölü doğmuş bebekler gibidir, onları asla bir daha kullanamaz."
Fleming, "Tüm romanlarımı Jamaica'daki evime yıllık olağan ziyaretlerimde yazarım" dedi. "Oraya gitmeden evvel, bir takım fikirleri zaten not almışımdır, vardığım gibi başlamaya hazır olurum. Ne yazacağımı az çok biliyor olurum
"Sabahları kuş sesleri uyandırır beni, saat yedi buçuk filandır. Karımla kahvaltıdan önce yüzmeye gideriz. Tüm gözlerden uzak olduğumuz için mayolarımızı da giymeyiz. Sonra iyi bir kahvaltı, yağda yumurta filan. Sonra bir süre güneşte otururum. 9:40'tan 12:40'a kadar yazarım; değişmez bir programa uyarak yazarım romanlarımı.
"Sadece daktilo kullanırım. Yatak odamda oturur ve bir önceki gün yazdıklarıma bakmadan, bin beşyüz kelime yazarım. Hızlı bir olay akışını gözlem ve değerlendirmelerle çok fazla kesmemek gerekir. Esas olan işlek ve hızlı bir anlatımı tutturmaktır; hataları düzeltmeyi romanı bitirdikten sonraya bırakırım.
"Sabah çalışmam sona erdiğinde, şnorkel ve zıpkınımı alıp resiflerin arasına dalış yaparım. İyi bir öğle yemeği ve bir saat kadar uykunun ardından yine yüzmeye giderim. 6'dan 7'ye kadar yine çalışır, günlük 2000 kelimelik kotamı doldururum.
"Akşam yemeği ve bazen de eşimle bir el scrabble'dan sonra erkenden uyurum. Bu rutin yaklaşık altı hafta sürer; bu sürenin sonunda taslak bitmiştir. Bir hafta kadar da düzeltmeler ve yeniden yazılan kısımlarla geçer. Ancak o zaman kullandığım kelime ve deyimlere, yazım ve konu hatalarına bakabilirim. Yazarken geriye dönmediğim için yazdıklarımı beğenmemek riskinden de kurtulurum, bir kere bile geriye dönerseniz, kaybolursunuz.
"Revize etmek beni sıkmaz. Roman artık bitmiştir, onunla rahatça oynayabilirim."
Kategori: Makaleler