Türk aydınlarının ve Cumhuriyet dönemi Türk romanlarının yüklendiği kurucu ve kurtarıcı misyon gereği, romanlarda öğretmen, doktor, subay, mühendis, savcı gibi kişilerin yanı sıra, halkı bilinçlendirmeye elverişli bir faaliyet yürüten basın mensuplarına da yer verilmiş, popüler edebiyat ve Yeşilçam ise gazeteciliğe daha biçimsel ve Holywood motifleriyle yaklaşmıştır. Bu alandaki en unutulmaz isim, hiç şüphesiz Ümit Deniz’in bir polis hafiyesi ya da milli istihbaratın bir elemanı gibi çalışan gazeteci tiplemesi Murat Davman’dır.
Rıdvan Akar’ın “Bir Irkçının İhaneti”nde ise gazetecilik mesleği hem roman kurgusunu destekliyor, hem de sektöre ilişkin bir değerlendirmeyi barındırıyor. Rıdvan Akar, medya dünyasının –halen- içinde yaşayan bir yazar; özellikle Cumhuriyet tarihinde azınlıklara karşı sürdürülen politikalar konusundaki araştırmalarıyla tanıyoruz onu. Yayınlanan kitaplarının bir kımı 1940’lardan 1964’lere kadar uzanan döneme, Varlık Vergisi günleriyle Rumların zorunlu sürgünlüklerine ayrılmıştı. Akar, ilk romanını da tarihsel olarak derinlemesine araştırdığı yıllar üzerine kurmuş. Siyasal sonuçları bugünlere kadar uzanan, ama üzerindeki sis perdesi hala kaldırılmayan 1940’lar Türkiyesi, doğrusu polisiye bir romana çok uygun bir atmosfer !
Geleceği parlak bir polis muhabiriyle tanışarak başlıyoruz hikayeye. Uzun yıllar Avrupa’da yaşadıktan sonra annesinin öldürülmesi üzerine yurda dönmüş, polis muhabirliğini biraz da annesinin katiline ulaşabilmek için seçmiş Ferit; entellektüel derinliği ve siyasi perspektifi olmamakla birlikte, hırsı, ataklığı, altındaki Amerikan arabası ve sevimliliği sayesinde kurduğu ilişkileriyle işlerin üstesinden gelmeyi biliyor o. 1964 yılındayız; Kıbrıs karışmış, Türkiye müdahalenin eşiğine gelmiş, gazetelerin baş sayfaları sadece bu olaylara ayrılmışken, kendisini neredeyse işsiz gibi hisseden kahramanımız, emekli bir albayın kurban gittiği bir cinayetin peşine düşüyor. Maktülün üzerinden çıkan 1944 tarihli bir resim ve eski harflerle yazılan birkaç kağıt parçasından başka bir ipucu yok elimizde. Ancak Şerafettin Albay’ın yakın dostlarının esrarengiz tavırları ve görgü tanığının annesinin katili olabileceği şüphesi, Ferit’i bütün engellemelere rağmen cinayeti kovalamaya itiyor; attığı her adımla kökleri 1930’ların sonuna, ırkçı-turancı hareketlerin örgütlendiği günlere, II.Dünya savaşındaki tek parti politikalarına, Nazilere, tarihimizde “tabutluk” diye bilinen işkenceli sorgulamalara ve arkadaşlarına ihanet eden karizmatik bir ırkçıya doğru uzanıyoruz. Polisiye kurgu, yakın tarihimizin siyasi olaylarıyla zenginleşerek derinleşiyor...
“Bir Irkçının İhaneti”, roman ve tarih arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğine ilişkin çok güzel bir örnek. Yazar, tarihi belgelerden yola çıkıp dönemin çarpıcı gelişmelerini –kurgusal bir anlatıya uygun biçimde- ortaya dökerken, metnine serpiştirdiği dönem tarihine ilişkin ufak tefek bilgiler, geçmiş atmosferini hissettiriyor okuyucuya. Mesela yollarda gezinen otomobiller, meyhaneler, evlere yeni yeni giren eşyalar, bankaların promosyonları, futbol haberleri, gazete manşetleri, “vatandaş Türkçe konuş kampanyaları”, Rum azınlıkların tedirginliği, işçi ücretleri ve eşya fiyatları olayların akışı gereği çıkıyor karşımıza. Hikayede yer alan –Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi- gerçek tarihi şahsiyetlerle de dilediğince oynamamış Rıdvan Akar, özel hayatlarına dokunmadan, yaşanmışlığı doğrulanmış teorik ve pratik faaliyetlerine sadık kalarak resmetmiş onları. Kurgusal karakterler de o teorik ve pratiklere uygun biçimde canlandırılmışlar. İki tarihsel dönem –1940’lar ve 1960’lar- arasındaki geçişlerde hiçbir aksamaya düşmeyen romanda, Rıdvan Akar’ın tarihçi kimliği romancılığına yalnızca bir bölümde ağır basmış, ama bu bile romanın akışını zedelemiyor. Siyasi tarihimizin her dönemine yayılan kriminal içeriği bütün çıplaklığı ile gözler önüne seren “Bir Irkçının İhaneti”, okunması ve tartışılması gereken bir roman...
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları