"Polis Romanları"
Bu addaki yazısına şöyle başlıyor François Mauriac:
"Çocuklarımın kiraladıkları Esterel villası, polis romanlarından zevk alan, bu romanlara tutkusu olan bir kimseninmiş. Kitaplığında Kara Dizi'lerin çeşitleri... Şimdiye kadar bu türün bütün örneklerini bir arada görmemiştim. Yazar ve okur olarak bu kitaplığa, hem küçük görme duygusu, hem oburlukla bakıyorum. Ciddi romancı tarafım kendi kendine "Polis romanları nasıl yazılabilir?" diye soruyor.Ama aynı anda havaların hep kapalı ve yağmurlu gidebileceğini, birçok geceler uykusuz kalabileceğimi düşünerek, artık canımın sıkılmayacağından emin oluyorum."
Bu konuda çok şey söylenebilir; ben yazımın ilk satırlarında bu evin meraklı sahibesini gene de olumlu notla değerlendirerek söze başlayacağım. Sevdiği kitapları arayıp bulduğu, satın alıp edindiği, okuduktan sonra biriktirdiği, bir kitaplık dolusu ilgi ve merak konusuna kavuştuğu için. Çünkü bu yazıda yakınacağım şey, Esterel villasındaki Kara Dizi raflarını dolduran kalabalık değil.
Aslında hangimiz omuz silkebiliriz bu konuya? Ortaçağ Amadis'lerinden Dumas silahşörlerine, Picaro haydutluğundan Robin Hood yürekliliğine, Guiyyom Tell onurundan Pardayan şövalyeliğine kadar bütün örneklerde, yalnız uzak geçmişteki bir zamanın ölçüleri değişik kahramanlarını değil, ömürlerimizin yiğitliklere doymayan özlem çağını buluruz. Lise öğrencileri arasında yaptığım bir soruşturmada, Bozkurtlar, Otsu Karcı, Kolsuz Kahraman yıllarca başta gelmişti. Muazzez Tahsin, Esat Mahmut, Kerime Nadir romanlarının içli serüvenlerine bir süre dalıp çıkan genç kızlar bile aslında o aşk ayrılışlarıyle kavuşmalarını değil, düşlerindeki erkek örneğinin niteliklerini izliyorlardı. Bunların karşısında hiçbir zaman gereğince duyulmamış, hep alay edilmiş zavallı bir Don Kişot'la insan gücünün örneği olarak uzak Robinson'un başından geçenler çabucak unutulur. Şimdi de gazete sayfalarında Kaan'lar, Pekos Bill'ler, Karaoğlan'lar...
Bunu ilk gençlik hevesi sayıp küçümseyecek miyiz? Erginlik yıllarının içgüdüsü yavaş yavaş toplumsal çatışmalar haline gelip bu tarih kahramanları yerine film hafiyeleri, roman detektifleri heyecan kaynağı olunca... Çocukluktan delikanlılığa savruk, hoyrat, sakar geçişlerde bütün bu eski dergi, kitap yığınlarının hep daha küçük yaştakilere aktarıldığı, yerlerine renk renk resimli kapaklarıyle cep romanlarının dolduğu zamanda da aldırmayacak mıyız? Öyle bir an gelir ki -alışkanlıklar pasının nice yeni ışıltıları sandığımızdan hızlı ve etkili bir güçle söndürdüğünü gördüğümüz- iyi okuyucu yapabilmek için artık geç kaldığımız meraklar, yalnız polis romanlarının oburluğunda avunan bir doyumsuzluk yönündedir.
Bu eğitim sorununu incelemek dileğinde değilim. Polis romanlarının geçen yüzyıl sonundan günümüze gelen renkli görünümünü de açıklamak istemiyorum. Arsene Lupin'in ince kurnazlığından Sherlock Holmes'in soğukkanlı ve bileşimci dikkatine, Pinkerton bürosunun ortak çalışmasından Hercule Poirot düşüncesinin utkusuna, oradan komiser Maigret yöntemine doğru gerçekten tam bir gelişme vardır. Sonunda günümüzün sürüm kahramanları: Bir eli yüz millik direksiyon hızında, bir eli kırkbeşliğin nişan kabzasında aynı derecede başarılı, beş duble viskiden sonra bile en ince noktada dikkatli, yakışıklı, çapkın, döğüşken... Mike Hammer, Lemmy Caution, James Bond... Belki de bütün bu örneklerin becerikli ustalıklarında her ülkenin değişik kahraman anlayışıyla, her ülkede polis üniformasına karşı duyulan güvensiz korkunun bir tepkisini görmek olanağı da bulunabilir. Şüphesiz biraz da o eski "katharsis" gereksemesini.
Bütün bunlara karşın burada asıl söylemek istediğim, asıl yakınacağım şey, polis romanları değil, onların getirdiği okuma biçimi olacak: En yaygın, en zararlı, en kolay okuma biçimi. Uyku öncesi yatakta, tezgahta ayaküstü, eczacı, doktor nöbetlerinin tedirgin sıkıntısında; yemek sonu gevşekliklerinde, plaj kumsallarının uzanışında, gecelerin ilerlemiş, elverişsiz saatlerinde, boş günlerin saçma oyalanışlarında... Masasız, kalemsiz, kağıtsız, notsuz, duraksız... Obur meraklar, çabuk ve sağlıksız kitaplar, üstünkörü, dağınık telaşlar içinde, hemen yutarak, bilinmez sonuca kavuşmanın yanlış tahminlerinden zevk alıp olmadık olasılıkları yaratarak, düş gücünün işe yaramaz harcanışiyle yer yer atlayıp, çok zaman ayrıntılar ve tekrarlarla oyalanarak... Herhangi bir ara verişte sayfaları koyratça kıvırıp kitabı yüzüstü bırakarak, sağda solda unutarak, ilk fırsatta sinirle aranıp bularak, hemen orada, ayaküstü birkaç sayfa... Hiç bir çizilmiş satır, işaretlenmiş paragraf, kenar notu, bir yere aktarılmak için nişanlanmış küçük bir düşüncenin izini bırakmadan, yalnız gözle ve daima çabucak... Daha hızlı, hemen bitirmek için, bitirmek ve kurtulmak için... Sonra, kitabın son sayfasında ya şaşkın bir düş kırıklığı, ya bir bilgiçlik böbürlenişiyle: - Ben tahmin etmiştim, diyebilmek için. Her şey bunun için işte. "Hali vakti yerinde" insanların zamanlarını küçücük bir zevkle doldurmak için. En kötüsü, sanki bir suçta ortak olmak istermiş gibi, kitabı başkasına vermek, onu izlememek, aramamak, sormamak, bu basılı nesneye, bu binlerce insanın emekleriyle meydana gelmiş sanayi maddesine karşı hiçbir saygı duymadan, onu bir kitaplığın rafına, zevkimizin, alışkanlıklarımızın bir tanığı olarak dizmeyi bile düşünmeden hor görerek unutmak...
Hiç bir şeyi küçümsemiyorum; şüphesiz her kitabın getirdiği bir haz vardır. Hele ustaca yazılmış polis romanlarının zaman zaman insanca dramları işleyen olgun örneklerinde. Örneğin Simenon'da. Ama kaldırım sergilerinde, tütüncü dükkanlarının askılarında onları boşuna arayacaksınız. Burada Mauriac'ın sözünü ettiği Esterel villası sahibine niçin birazcık saygı duyduğumu tekrarlayacağım. Ölçüsü ne olursa olsun o evin bir kitap zevki, daha önemlisi bir kitaplık anlayışı var. Çekinmeden, utanmadan, küçümsemeden, kendi yönünde gelişmiş, hiç olmazsa bir türün örneklerini içine alarak zenginleşmiş belli bir kitaplık saygısı. Kitaba sahip olmak, zevkinin örneklerini biriktirmek arzusu, giderek koleksiyon düzencesine, az bulunur nüshaları arama zahmetine, beğendiklerini bir zaman sonra tekrar okumak sabrına, karşılaştırmalar yapmak dikkatine, seçme ustalığına kadar uzanan bir alışkanlıklar dizisi.
Ne var ki alışkanlıkların pası, iyi yön verilmemiş nice yeteneğin bir daha kurtulmamacasına körelmesine götürüyor. Gençlerde, özellikle kadınlarda, orta yaş sınırına dayanmış aydın ve varlıklı kentlilerde, vaktini polis romanlarının zevki gibi gelgeç heveslerle doldurmaya alışan hızlı okuyucularda, artık bir düşünce sayfasına eğilme dikkatini boşuna arayacaksınız.
Pas demiri yiyor.
Kaynak : "Pas Demiri Yiyor" / Rauf Mutluay, Sander yayınları, 1974
Kategori: Makaleler