Herkes er ya da geç günahlarının bedelini öder…

Yıl 1945. İkinci Dünya Savaşı’nın son günleri. SS Subayı Albert Kieling, toplama kampı esiri seksen kadınla beraber son durağa ulaşıp ulaşamayacakları belli olmayan bir yürüyüşe başlar. Sonun yaklaşmış olmasına rağmen zalimliğin devam ettiği bu yürüyüşte Kieling tanıdık bir yüzle karşılaşır: Frieda Jonas.

Kırk yedi yıl sonra…

Dağdaki bir otelde gerçekleşen bir partide genç komiser Wallner eski bir şapelin bodrumunda bir kadın cesedinin bulunduğunu öğrenir. Bu bilgi çevredekilerin gözünde bir meczup olan ve bölge polisince iyi tanınan Thomas Nissl’den gelse de Wallner, meslektaşı Kreuthner ile birlikte bu olayı iyice araştırmaya karar verir. Bahsedilen yere ulaştıklarında taşlarla bezenmiş cam bir tabutun içinde, kafasında kurşun deliği olan bir iskelet bulurlar. Lahitin üzerindeki tarih ve yer göz önüne alındığında cinayetin İkinci Dünya Savaşı sonlarında gerçekleşmiş olduğu sonucuna varırlar. Olayın iç yüzünü araştırdıkça savaşın son günlerinden beri gömülü olan bir sırra dair bilgiler ortaya çıkar. Fakat onlar suçluyu bulmaya yaklaştıkça beraberinde gelen sorular da artar.