Alper Canıgüz’ün “Oğulllar ve Rencide Ruhları” bir yandan polisiyelerin bütün kalıp ve kurallarına harfiyen riayet ediyor diğer yandan polisiyeleri “ti”ye alıyor inceden inceye.
Daha kitabın ilk sayfadaki hayat hikayesiyle adım atıyoruz parodi dünyasına. Kitap girişlerinde ne zaman, nasıl ve neden gelenekselleştiğini kestiremediğimiz yazarların hayat hikayesi ve kariyer takdimi, Alper Canıgüz’ün elinde bakın ne hale gelmiş; “İstanbul’da orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının işi nedeniyle küçük yaşta kırtasiye malzemeleriyle haşır neşir oldu; onları sevdi. Darüşşafaka Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi. Erkek Japon bıldırcınlarının cinsel hayatı konusunda otoriterdir ve orta boyludur”…
İlk romanı “Tatlı Rüyalar”(2000) “psiko-absürd romantik komedi” yazısıyla tanıtılmıştı. Aynı hayatın iki yanını paylaşan Hector Berliöz ve Şevket Hakan Tucel, hayatının bir bölümünü Hector’a satan Hamit, her gördüğü erkeğe aşık olan Nalan, Şevket’i tedaviye çalışan Profesör Olcayto Fişek tiplemeleri ve para dolu bir çanta peşindeki gangsterleriyle tam bir şenlik havasında sürüp giden bu ilk romanıyla romanın parodisini yapıyordu Alper Canıgüz. Artık edebiyat dünyamızda çok uzun bir ara sayılabilecek dört yıldan sonra yazdığı “Oğulllar ve Rencide Ruhlar”da aynı anlayışını sürdürüyor.
Sakin bir mahallenin göze çarpmayan apartmanlarından birindeki dairesinde boynu kesilerek öldürülen komşusu emekli emniyet müdürü Hicabi beyin cesedini bulan kahramanımız, cinayeti işlediği söylenen mahallenin delisi Ertan’ın masum olduğunu düşünmektedir. Bu iddiasını kanıtlamak için işe koyulur. Olayı soruşturan komser yardımcısı Onur Çalışkan ve savcı Metin Bilgin’in aksine, cinayetin ardında daha karmaşık ilişkilerin varlığını sezer, gizli gizli araştırmaya koyulur. Bir süre sonra o sakin görünümlü mahalledeki kirli çamaşırlar ortaya dökülecek, Hicabi beyin cinsel sapkınlıkları anlaşılacak ve süpriz bir finalle noktalanacaktır hikaye…
Yaptığım özet polisiye okuyucularını şaşırtmamıştır. Klasiklerin kapalı mekan muammasını özel detektifin karanlık sokaklardaki heyecanlı maceralarıyla birleştiren çağdaş bir polisiye hikaye bu. Ne var ki kahramanımız sadece 5 –evet beş- yaşında..! Ama Agatha Christie’nin o karmaşık cinayetlerini aydınlatan Miss Marple’ı da kendi halinde “ihtiyar bir kızkurusu” değil miydi? Ya da Rex Soult’un Nero Wolf’u haşmetli gövdesi ve titizlik takıntısı nedeniyle kapı dışarı çıkmadığı halde oturduğu koltuktan çözüvermiyor muydu cinayetleri? Mayk Hammer’i hangi kurşun öldürebilmiş, Philip Marlow’un dağıttığı adaleti hangi güzel kadın hangi kötü adam engelleyebilmişti? Polisiye endüstrisinin farklılık arayışları gereği deteklif rolü üstlenen kedi ve köpekleri de unutmuyoruz elbette. Polisiye olmasalar bile bizdeki örnekler de yabana atılır gibi değil; Murathan Mungan’ın “Yüksek Topuklar”daki “femme fatal”i Tuğde de beş yaşındaydı. Orhan Pamuk, “İstanbul Hatıralar ve Şehir”de aynı yaş döneminde ne kadar olgun düşünceleri dillendirmişti. Onlara kayıtsız şartsız inandığımıza göre Alper Canıgüz’ün bu küçük canavarına inanmamak hakkına sahip miyiz? Doğrusu bu dibaz ve oyunbaz detektif tiplemesi en az gri hücrelerini ya da yumrukların çalıştıran hafiyeler kadar sahici, dahası çok daha eğlendirici.
Cinayetin estetize edilişinin ironik eleştirisi polisiye edebiyatın tarihi kadar eskidir aslında. Poe’nun ilk polisiye hiakyelerini yazdığı tarihlerde Thomas De Quincey de "Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet"i(1854) kaleme almış, “cinayeti ahlakçılıktan sıyrılarak değerlendirdiğimizde zevkin, beğeninin, güzel sanatların sırası gelmiştir” dedikten sonra cinayet sanatı için bazı kurallar sıralamış; öldürülecek kişininin çok tanınmış olmaması, öldürülecek kişinin iyi bir insan olması ve seçilenin sağlığının yerinde olması gibi kıstaslarının nedenlerini de mizahi bir ciddiyetle kanıtlamaya girişmişti. Polisiyelerin en parlak döneminde Adolfo Biory Casares'la birlikte Bustoc Domecq müstearını kullanarak yazdığı "Don İsidro Parodi'ye Altı Bilmece"de Jorge Louis Borges de rasyonel aklın gücüne dayalı salon polisiyelerini ve snob detektif tipini –polisiyelerin kurallarına bütünüyle sadık kalarak- alaya almıştı.
Kahramanının akıl almaz yeteneklerine, analitik düşünme kabiliyetine, yüksek estetik beğenisine rağmen “Oğullar ve Rencide Ruhlar”ı sadece bir polisiye parodisi olarak değerlendirmek haksızlık olur. Bu eğlenceli macera gerçek bir toplumsal ilişkiler ağının üzerinde yükseliyor. Mahalle ilişkileri, çocukların ve yetişkinlerin kaygan ahlaki değerleri, gerçeklere karşı üç maymunları oynayan toplumsal “sağduyu”, hayatı ıskalamış insan tipleri, içki masalarında dindirilen dertler, kısaca tekmili birden bizim hayatlarımız çok renkli ve mizahi bir dille canlandırılmış. Küçük bir çocuğun büyükler dünyasına fırtına gibi dalışı ilk bakışta saçma gibi görünmekle birlikte, buradaki saçmalık ciddi ve anlamlı kabul ettiğimiz o dünyanın saçmalığını çarpıcı biçimde açığa çıkarıyor. Polisiyelerin saçmalığı ile de yüzleşiyoruz elbette. Ama polisiye tutkunlarını çeken tam da bu saçmalık değil mi zaten?
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları