Yerli ve yabancı roman açısından çok verimkar geçen 2004, polisiye okuyucularını da fazlasıyla memnun etmişti. Otuzdan fazla yeni yerli polisiye yayımlandı, pek çok yeni yabancı yazar çevirisi yapıldı. Kuşkusuz genellemelerle konuşmanın yanılgıya düşmek, kimi özgün örnekleri gözden kaçırmak gibi bir tehlikesi var, ama yine de pek çoğunu okuma fırsatı bulduğum polisiye külliyatı için 80’lerde sarf edilmiş şu sözleri tekrarlamak istiyorum; “Polisiye roman öldü, ama kendisi bilmiyor, ya da bilmiyor gibi yapıyor. Hâlâ kımıldıyor, bu kesin, ve kimi zaman da pek güzel dikelmeleri oluyor, sendeliyor, bir yere çarpıyor; bu, uzun süreli yapay solunumla yaratılan ve bilimin onunla ilgili olarak henüz son sözünü soylemediği bir zombi”!...
Eski Kalıplar, Yeni Polisiyeler
Bu karamsar iddiaya göre, Agatha Christie’nin Hercules Poirot, Raymond Chandler’in Phillip Marlowe ve George Simenon’un Komiser Maigret tiplemeleri, kendilerinden sonraki tüm polisiye roman kahramanlarını etkileyecek bir detektif üçlemsiydi ki, polisiye tür, artık yeni türler dünyaya getirmek yeteneğinden yoksundu. Bundan böyle kendini bir yandan yeni basımlar, bir yandan da iç düzenlemeler yoluyla ortaya koymakla yetinecekti.
Her romanın alana bir yenilik getirmesini ya da gelenekle hesaplaşmasını beklemenin anlamlı olduğunu düşünmüyor ve yukarıdaki tespitleri de polisiye romanın sonunun geldiği biçiminde yorumlamıyorum. Romanın diğer türlerinde olduğu gibi, polisiyelerde de tekbiçimli bir roman şemasının yayılması, bu şemadan yüksek nitelikli yapıtlar türemesine engel olmadı ve elbette olmayacak. Tersine, polisiye yazarları tekdüzeliği kırmak için şimdi hayali güçlerini daha fazla zorluyor, farklı zaman, mekan ve detektif tipleriyle farklı temalar arıyor, daha incelikli daha karmaşık kurgular peşinde koşuyorlar. Armağan Tunaboylu’nun Metin Çakır’ı tam da bu türden arayışların ürünleri…
İlk romanı “Yıldız Cinayetleri”nde Armağan Tunaboylu, geleneksel kalıpların ciddiyetinden ve –artık çok eskilerde kalan kahraman mitinden- hem mizaha ağırlıklı bir yer vererek hem de ne yaptığının farkında olmayan bir anti-kahraman yaratarak sıyrılmış. Üstelik o, ne bir özel detektif ne de resmi bir görevli. Tersine, “kahramanımız”, yani Metin Çakır, kendi başını kurtarmak için katilin peşine düşen –ayıptır söylemesi- emekli bir pezevenk!.. Yakışıklı değil, güçlü kuvvetli hiç değil, cesaret derseniz yanından bile geçmemiş Metin’in. Hani gece vakti İstiklal Caddesinde ortaya çıkan, yanınıza gelip “bir emrin var mı abi?” deyişinden sunacağı hizmeti belli eden, tiksintiyle baktığınız karanlık ve kriminal tiplerden biri o. Serbest rekabetçi düzende bireysel teşebbüsün büyük tekeller karşısında yenik düşmesine benziyor onun emekliliği; bölgeye giren daha örgütlü –mafyöz- bir pezevenk, Kürdo, eline üç beş kuruş sıkıştırıp “kızlarını” alıvermiş elinden. Kahramanımızın işte o üç beş kuruşla İstanbul’un karanlık ve izbe sokaklarından birinde aldığı salaş evinde pembe gelecek hayalleri kurarken başlıyor hikaye. Hemen bir hatırlatma yapalım; bu sevimli pezevengin en kötü anlarda bile kendisini terketmeyen bir hayal gücü, olup bitenleri anlamamakta gösterdiği özel bir mahareti var ki, hikayeyi tam bir durum komedisine dönüştürüyor.
Kahramandan Anti-Kahramana
Metin Çakır, eski sermayelerinden birinin -yıldız şeklinde bir kesimle- parçalanarak öldürülmesi haberini alınca bir ev sahibi olmanın etkisiyle kurduğu evlenip çoluk çocuğa karışma hayallerini ertelemek zorunda kalacaktır. Çünkü, defalarca karşısına çıktığı ve tarafından çeşitli şiddetlerde hırpalandığı ama yine de sevip saymakta, aslında yaltaklanmakta hiç kusur etmediği Komiser Asım’ın bir numaralı katil zanlısıdır Metin. İlk cinayetten yakasını sıyırmak üzereyken bir başka eski kızı, sonra bir diğeri, bir diğeri daha öldürülüp her seferinde de olay mahalli ile bir yakınlığı olduğundan şimdi boğazına kadar belaya batmış durumdadır. Dahası, bu cinayetler nedeni ile işleri bozulan Kürdo’nun öfkesini de uyandırmış, işin içine medya psikiyatristleri, bilgisayar uzmanları, zenginler dünyasından tuhaf şahıslar da katılmış ve muamma çözümsüz bir hal almıştır. Metin Çakır, bir yandan kendisini kovalayanlardan kaçmak, öte yandan suçsuzluğunu kanıtlamak için deliller aramaktadır...
Klasik polisiyelerin bir sonraki evresi sayılan “Private Eyes”ın kalıplarını kullanmış Armağan Tunaboylu, ama bu kalıpları yerli yabancı pek çok yazarın yaptığı gibi –kırmaya değilse bile- esnetmeye çalışıyor. Esnemenin yön tayini için “Private Eyes”/Özel detektif” türünü bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu tür, temellerini Dashiel Hammet’in attığı, kalıplarını Raymond Chandler’ın oturttuğu hayata karşı biraz umursamaz, bugünkü deyimle biraz "cool", genellikle maddi sıkıntısı olan ama paraya da pek önem vermeyen, yeri geldiğinde silahına davranmaktan çekinmeyen, kendi adaletini ve kurallarını kendisi koyan, biraz maço biraz romantik insan tipiydi. Sorunların zeka oyunları ile değil silahların ve bileğin gücüyle çözümlendiği bu dünya, duygulardan uzak, sokağın ağzını/argoyu kullanan bir uslupla ve hem şiddete hem cinselliğe ağırlık verilerek anlatılmıştı. Armağan Tunaboylu, falçatadan başka silah bilmeyen, korkak, korktuğunda altına kaçırıp duygulandığında göz yaşlarını tutamayan, katili paçasını kurtarmak için kovalayan ve ne ahlaki değerleri ne de adalet duygusu olan Metin Çakır tiplemesiyle özel detektif romanlarının parodisini yapıyor sanki. Bol mizah var, ama polisiyeverlerin heyecan taleplerine cevap verebiliyor.
Macera Devam Ediyor
Metin Çakır’ın yeni macerası “Resim Cinayetleri”nde yeniden sokaklara dönmüş, çalıştırdığı “kızlar”ın sırtından para kazanan, neşeli bir Metin Çakır var karşımızda. Ancak neşesi uzun sürmeyecek, ressam komşusuna kıyak geçmek isterken karıştığı bir cinayet vakası ile yeniden kaçak durumuna düşecektir. Neyseki polisin Metin Çakır ve dostlarının ikamet ettikleri kendi kanunlarını dayatan karanlık ve izbe sokaklarda suçlu kovalaması pek kolay değil. Armağan Tunaboylu da bu sokakların hakkını veriyor doğrusu. Metin Çakır polisiyelerini belki de en inandırıcı kılan özellik, mekan tasvirleriyle Beyoğlu’nun kriminal ruhunu yakalayabilmesi.
Metin, bir kez daha katilleri kendisi bulmak ve suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda. Elbette Asım Abisinin nefesini yine ensesinde hissediyor. Ama bu kez polis teşkilatını düzene sokmak sloganıyla ortaya çıkan bir siyasetçi nedeniyle Asım abinin de başı dertte. En kötüsü ise, cinayetin işlendiği sanat dünyasının her ikisine de çok yabancı olması. Beyoğlu’nun kıyısında konuşlanmış sıradan bir pezevenkle bir komiserin işin içine yüksek sınıftan insanların karıştığı cinayetleri çözmeleri takdir edersiniz ki kolay olmuyor, çok sayıda mafya tetikçisinin karıştığı, kanın bolca aktığı heyecanlı bir kovalamacanın ardından sürpriz bir finalle sonlanıyor roman.
Her iki romanında da klasik polisiyelerin bir sonraki evresi sayılan “Private Eyes”ın kalıplarını kullanmış Armağan Tunaboylu, ama bu kalıpları yerli yabancı pek çok yazarın yaptığı gibi –kırmaya değilse bile- esnetmeye çalışıyor. Esnemenin yön tayini için “Private Eyes”/Özel detektif” türünü bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu tür, temellerini Dashiel Hammet’in attığı, kalıplarını Raymond Chandler’ın oturttuğu hayata karşı biraz umursamaz, bugünkü deyimle biraz "cool", genellikle maddi sıkıntısı olan ama paraya da pek önem vermeyen, yeri geldiğinde silahına davranmaktan çekinmeyen, kendi adaletini ve kurallarını kendisi koyan, biraz maço biraz romantik insan tipiydi. Sorunların zeka oyunları ile değil silahların ve bileğin gücüyle çözümlendiği bu dünya, duygulardan uzak, sokağın ağzını/argoyu kullanan bir üslupla ve hem şiddete hem cinselliğe ağırlık verilerek anlatılmıştı. Armağan Tunaboylu, falçatadan başka silah bilmeyen, korkak, korktuğunda altına kaçırıp duygulandığında göz yaşlarını tutamayan, katili paçasını kurtarmak için kovalayan ve ne ahlaki değerleri ne de adalet duygusu olan Metin Çakır tiplemesiyle özel detektif romanlarının parodisini yapıyor sanki. Bol mizah var, ama polisiye severlerin heyecan taleplerine cevap da verebilmiş. Ancak bir uyarıda bulunmakta yarar var; Tunaboylu, bu üretim hızını sürdürürse Metin Çakır esprisini çabuk eskitebilir.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları