8 Mart tüm dünyada Kadınlar Günü olarak kutlanıyor; elbette ilgili Birleşmiş Milletler kararı bu kutlamanın tarihi kökenlerinde birçok kadının canının yattığını karara yazmaya gerek görmemiş. Oysa Kadınlar Günü, daha önceden çeşitli grevlerde ve protestolarda öldürülen kadınları anmak, hatıralarını onurlandırmak ve tüm dünyada çalışan kadınları birlik olmaya çağırmak için vardı.
Bugün Kadınlar Günü’nün ilk anlamını yadetmeye en yakın olduğumuz ülke Türkiye. Diğer ülkelerdeki kadınlar sosyal haklarını korumak için sokaklara çıksa da, bizim kadınlarımızın oraya gelmeden önce çok daha temel bir talebi var: Hayatta kalmak istiyorlar. Öyle ücretler düşük, çalışılan yerlerde kreş gerekliliği, hamile ve evli kadınlara işe alımlarda ayrım uygulanmaması, cinsel taciz, tecavüz, mobbing gibi çok önemli taleplerden önce, insan olmanın en temel hakkını talep ediyorlar; bu kadar basit. Dolayısıyla bu günü Anneler Günü gibi şirinleştirmeye, ehilleştirmeye çalışmayın; tanıdığınız kadınlara çiçek alarak geçiştirmeyin, sadece ve sadece hayatta kalmak isteyen kadınların sesine kulak verin.
Son günlerde ana haber bültenleri kadın cinayetlerinden geçilmiyor. Çünkü mızrak çuvala sığmamaya başladı. Kadın cinayetlerinde son yedi yılda yüzde 1400 gibi bir artıştan söz ediliyor, buna intihar süsü verilmiş cinayetler elbette dahil değil.
Akılla kurulmazsa yazarını cezalandırdığımız polisiye evreninde, mantıksızlığa yer yoktur. Ama gerçek hayat aklımıza hakareti maharet sayıyor. Polisiye kitaplarda ve filmlerde suç her zaman cezasını bulur; öyle ya da böyle. Hukuk çalışmazsa, adalet çalışır. Böylece içinde yaşadığımız sistem, kendi meşruiyetini okuyucu üzerinden yeniden ve yeniden kurar. Ülkemizdeyse hiçbir polisiye okurunun aklının almayacağı bir sistem kurulu. Cinayet işliyebiliyorsunuz, ceza almıyorsunuz. Üstelik cezadan bağışıklığınız hem hukukça hem de toplumca onanıyor. Aklımıza edilen bu hakaretten resmen utanıyorum.
Peki neden? Nasıl oluyor da evrensel bir suç, bizde cezasız kalıyor? Çok basit. Öncelikle erkekler şiddet eğitiminden geçerek büyütülüyor; hala şiddet içgüdülerinden dem vuracak olan varsa, bir zahmet sussun. Şiddet öğretiliyor ve öğreniliyor. Sonra şiddet konusunda sınıf birincisi erkeklerimiz sinirleniyor. Nelere sinirleniyorlar? Mesela karısı yemeğin tuzunu ayarlayamamış (tekmeyi haketti resmen), camdan dışarı bakmış (kesin sağa sola gülümsemiştir de, kır kafasını), adamın annesine laf etmiş (tez kellesi vurula, atalara saygısızlık ha), adam rüyasında karısının onu aldattığını görmüş (ateş olmayan yerden duman çıkmaz). Erkeklerimizi sinirlendirdik, o halde sıra şiddetin uygulanmasına geldi. Bunun için fazla kasmasına gerek yok, zaten eline ne geçirirse bıçak, tabanca, kezzap, ip, araba, herşeyi kullanabilir. Olur ki ilk denemede beceremedi (erkeğimize yakışmadı ama olsun), kaygılanmasına gerek yok. Polis onu tatlı tatlı uyarmakla, karısıyla, kardeşiyle, kızıyla barıştırmakla yetinecektir. Haşa bir erkeği bıçaklamaya kalksa, hapishanelere düşecek olan erkeğimiz, şiddetinin nesnesi kadın olunca, yaramaz çocuk payesiyle engelsiz koşusuna devam etmekte özgürdür; o halde, “Kaç kadın, kaç!”
Sonunda erkeğimiz başardı diyelim, kadını öldürdü. Şimdi ne olacak? Hiçbirşey, mahkemeye çıkacak, havadan sudan sebeplerle basit bir ceza yiyip, sürenin dolmasını bekleyecek. Neden? Çünkü kendisini her aşamada destekleyip, sırtını sıvazlayan sistemimiz son aşamada da ona “ağır tahrik” indirimi hediye edecektir (cinayette damping, kadın canı geldi ucuza). Doğal olarak burada bir anlık öfkeyle patlayan silahlardan veya münferit şiddetten bahsetmiyoruz, toplumsal sistemin ilmek ilmek ördüğü ve kadınlara çıkış bırakmayan bir ölüm koşusundan bahsediyoruz. Öyle bir koşu ki, henüz düşmediysen bile, bir noktada ayağının tökezlemesi yeter, sen de ölürsün.
Peki bu iş nereye kadar gider? Ana akım piyasa teorisinde, yani bildiğimiz ekonomi öğretisinde herşeyi arz-talep dengesiyle açıklayabileceğiniz varsayılır. Hadi öyle yapalım. Kadın hayatı piyasadaki metamız olsun, fiyatı da cinayet sonucunda yiyeceğiniz ceza. Bu durumda fiyatı (yani bedeli) arttıkça cinayet miktarı azalacak, bedeli düştüğündeyse artacaktır. Görüldüğü üzere, bizim ülkenin kadın cinayeti piyasasında fiyatlar oldukça düşük. Bu da, erkekler doyma noktasına ulaşana dek (neyse ki, yine piyasa teorisine göre, bir malı kullandığınız ölçüde ondan alacağınız marjinal fayda sıfıra yaklaşır, ve bu noktadan sonra tüketmezsiniz) şiddet sürecek demektir. Buna da şükür derdim, ama sorun şu ki geriye kadın kalmayabilir.
Kategori: MakalelerEzilenler bir ülke de başat rolü oynamak için tarih tarafından görevlendirilmişlerdir. İlerleme bunu gerektirir. Ne yazık ki ülkemizde ki "bir lokma bir hırka" gibi; sistemi yeniden meşrulaştıran, mücadele etmeyi delilik ya da teröristlikle eş tutan anlayışın yaygınlığı bu rolün oynanmasını engellemekte. Türkiye de, özellikle neo-liberalizmin zincirlerinden boşaldığı ve islami faşizmin tırmandığı bu döneminde; en çok zararı ezinlerin de ezilenleri olan kadınlar görmektedir. Bu ülkemiz konjoktüründe aslında kaçınılmaz bir durumdur. Siyasettin 40 yıllık sağ diktalarından başka bir şey beklenemeyeceği açıkken; aslında "ilerici" olduğunu belirten siyasi yapıların ikircikli tavırlarının kadınların bugün bir cana bir de başa kalmalarında azımsanamayacak payları bulunmaktadır. Kadınları orduya asker doğuran ve öldüğünde babasının 'feda' edeceği görevli olarak değil, hür; vatana millete hayırlı çocuklar yetiştirmek için devleti ve tanrısı tarafından atanmış bir memur olarak değil, eşit; kocasına hizmetçi olarak terbiye edilmiş bir uşak olarak değil, saygı duyulan ya da - en fazla- bir et parçası olarak kullanılıp gerektiğinde taşlanması makbul bir kul olarak değilde; tercih ve seçimlerinde özgür bireyler olarak görülmeye başlanmadıkça; korkarım hiç bir halt değişmeyecektir. Yine de, tüm dünyanın emekçi ve ezilen kadınlarının 8 martını kutlar ve hiç birinin, kalplerinde taşıdıkları, az da olsa, özgürlük isteğinden vazgeçmeyeceklerini temenni ediyorum.
Yazini okudugumda, distopik bir dunyaya adim atmisim gibi geldi. Yuzde 1400'luk bir artis korkunc, neler oluyor?
öyle gizli kapaklı da yapılmıyor artık, sokak ortalarında kadınları öldürüyorlar. istatistikler inanılmaz. bazıları, nüfus kayıtları daha düzenli hale getirildiği için sayıların ortaya çıktığını söylüyorlar, haklı da olabilirler. ama o zaman sonuç daha korkunç. yasalar doğru düzgün cezalandırmadığı sürece daha da beter olacak.