2005 yılında İsveç’te başlayan Stieg Larsson humması, Fransa’da üç milyon altı yüzbin, İspanya’da üç milyon dörtyüzbin, Almanya’da iki milyon iki yüzbin, ABD’de bir milyon beşyüz bin, Danimarka’da bir milyon altı yüzbin, İngiltere’de bir milyon üç yüzbin, Hollanda’da bir miyon yüzbin okuyucuyu etkisine aldı. Stieg Larsson’un Millennium Üçlemesi, 41 ülkede 20 milyona yaklaşan satış rakamı ve kazandığı edebiyat ödülleri ile kitap endüstrisi için global ölçekte fenomen olmuştu. Ne yazık ki, 50 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda eden Larsson “Amerikan Rüyası”nı andıran bu sürpriz başarıyı göremedi.
Gençlik yıllarında Komünist İşçi Birliğinin aktivistlerindi. Geçimini fotoğrafçılık yaparak sürdürüyor, İsveç bilimgurgu hayranları topluluğunu da yönetiyordu. Daha sonra İsveç Troçkistlerinin dergisi “Fjärde Internationalen”in editörlüğünü üstlendi, düzenli haftalık makaleler yazdı. 1977-1999 yılları arasında en büyük İsveç haber ajansı Tidningarnas Telegrambyrå”da grafik tasarımcı olarak çalıştı. Politik ilgisi ve heyecanı dinmemişti. Irkçılığa, neo Nazi guruplara ve her türlü ayrımcılığa karşı mücadele eden Expo vakfına katıldı ve vakfın dergisi Expo’nun editörlüğünü üstlendi. Bu nedenle aşırı sağcı ve ırkçı hareketlerin hedefi haline gelecek, ani ölümü şüphe yaratacaktı.
Millenium Üçlemesi”nin ilk kitabı “Män som hatar kvinnor”(Kadınlardan Nefret Eden Adamlar”), Ali Arda’nın İsveç dilinden yaptığı titiz çeviri ile -yayımlandığı diğer ülkelerede kullanılan- ”Ejderha Dövmeli Kız” adıyla, sonunda Türkçeleştirildi.
Eğlenceli, Sürükleyici ve Gerçekçi
Stieg Larsson, iş dışındaki zamanlarında biraz da hoşça vakit geçirmek için, gazetecilik mesleğinde edindiği tecrübelerden yararlanarak yazmış romanlarını. 1997 yılında başladığı üçlemenin ilk iki cildini tamamlamasına rağmen, yayımlatmak için 2003 yılına kadar hiçbir girişimde bulunmamış. ”Ejderha Dövmeli Kız” ile başlayıp "The Girl Who Played With Fire" ve "The Girl Who Kicked the Hornets' Nest" ile sonlanan serinin –bulunmayan el yazmalarında saklı- bir dördüncüsünün varlığına, bu serinin aslında on kitap biçiminde tasarlandığına dair rivayet de dolanıyor.
İç içe geçmiş karmaşık polisiye kurgularla altıyüz elli sayfa hacmindeki “Ejderha Dövmeli Kız”ı özetlemek için ne kadar gayret edersek edelim, konusu hakkında aydınlatıcı bir fikir vermek kolay olmayacak. Bu nedenle belli başlı noktalarına dikkat çekmekle yetinip, “Millenium”un kazandığı dünya çapındaki başarı üzerinde duracağım.
Millenium dergisinin yayın yönetmeni ve baş yazarı Mikael Blomkvist, güçlü ve başarılı iş adamı Wennerström’ün yatırımları/yolsuzlukları hakkında yaptığı haberin doğruluğunu kanıtlayamayınca para cezasına çarptırılır. Derginin ayakta kalabilmesi için bir süre gazetecilik mesleğini bırakması gereken Blomkvist, en umutsuz zamanlarında beklenmedik bir teklif alacaktır; bir başka endüstri devi Henrik Vanger’in kırk yıl önce kaybolan yeğeni Harriet Vanger’i bulması ve Vanger’lerin aile tarihini yazması teklif edilmiştir.Alacağı paradan daha önemisi Henrik Vanger’in Wennerström hakkında Blomkvist’i aklayacak bilgiler vereceğini söylemesi, teklifi kabul etmek için yeterli olur.
Romanın diğer kahramanı Lisbeth Salander ise 25 yaşlarında tuhaf bir kızdır. Aile içi şiddete maruz kalmış, yetiştirme yurtlarında büyümüş, tacize uğramış ama etrafına giderek katılaşan bir kabuk örerek ayakta kalmayı başaran tuhaf bir genç kız. Bir araştırma bürosu için çalışan Lisbeth ile Blomkvist’in yan yana akan hikayeleri, Harriet’in geçmişini ortaya çıkarmak için kesişecektir.
Harriet, kırk yıl önce, ailenin geleneksel toplantılarının düzenlendiği bir hafta sonu Vanger’lerin görkemli şatosundan hiçbir iz bırakmadan kaybolmuş, kaçırılıp öldürüldüğüne karar verilerek dosyası kapatılmıştır. Amcası Harriet Vanger ise otuz yıldır her yaş gününde gönderilen egzotik çiçeklerin Harriet’in hala hayatta olabileceğine dair bir işaret kabul etmektedir. Blomkvist ve Lisbeth, soğuk kış mevsiminde misafir edildikleri Vanger şatosunda işe koyulacak, olayın arkasında aile tarihine uzanan karanlık sırları, acımasız seri katillerin varığını ve Harriet’in akibetini ortaya çıkaracaklardır. Şimdi sıra Blomkvist’in Wennerström ile hesaplaşmasına gelmiştir. Vanger’in verdiği bilgilere, Lisbeth’in bilgisayar kullanma becerisi de eklenince, Blomkvist savaşı kazanmaya çok yakındır artık…
Neden Millenium?
Yazının girişinde verdiğim satış rakamları Millenium Üçlemesi’nin dünya çapında yakaladığı ilgiyi kanıtlıyor. Doğrudan İngilizce yazılmamış pek az kitaba çarpan piyangonun nedenlerini tartışmak, Millenyum çağı toplumlarının sıkıntı ve arayışlarını anlamak için önemli görünüyor.
Öncelikle edebiyat içinden bakalım. İlk aklıma gelen, Stieg Larsson’un Amerikan Best-Seller” polisiyelerinin hikaye kalıplarını çok iyi analiz etmesi ve bu kalıpları İsveç’te geçen bir hikayedee özgün bir biçimde kullanması. Aslında biraz daha genişletmek gerekiyor. Sadece “Best-Seller” kalıpları da değil. Polisiye tarihinin bir dolu farklı akımını tek bir hikayeye yedirmesini bilmiş. Harriet’in kalabalık bir şatodan güpegündüz kaybolması, olayın nasıl ve kim tarafından gerçekleştirildiği, klasik polisiyelerin “kapalı oda” muammalarından alınmış(J.D.Carr’a selam olsun). Kırk yıl sonra soruşturma başladığında, kadınları hedef alan ve eski ahite dayalı alıntılarla işlenen kanlı seri cinayetler ortaya çıkıyor ve günümüz polisiyelerinin sıklıkla işlediği konulara açılıyor. Ve bu iki akımı, romanın ana teması olan ekonomik yolsuzluklarla birleştirerek, yine günümüz polisiyelerinin en saygın ve etkili damarına, siyasi/toplumsal eleştiriye yöneliyor.
Polisiyenin bu üç türünün melezlenmesindeki başarısını, mekanların korku hikayelerini aratmayan atmosferini, muammanın kurgulanmasını, karakterlerin canlılığını, dinamik anlatısını bir kenara bıraktığımızda ise, aklımızda neo-librelizme yönelik çok sert bir eleştiri kalacak. Muhalif gazeeci yazar kimliğinin öne çıktığı bölümlerde, Larsson’un kapitalizme, yeni dünya düzenine tiksintisi çok açık. Öyle ki, neo liberalizmin ürünü ve simgesi olan Wenneström şirketlerinin organizasyonu bir suç örtgütlenmesinden farksız onun gözünde. Ve Larsson onları adlı adınca anmaktan çekinmiyor; ‘sistemli sahtekarlık’, ‘mafya ve gangster dünyası’… Ya da devamında; “Wennerström’den, genç borsa simsarlarının yer aldığı yakın çevresinden, ortaklarından ve Armani kostümlü avukatlarından, bir soyguncu çetesi ya da eroin tüccarlarından bahsedilir gibi bahsediliyordu”.
İsveç’te liberal hükümetin ekonomik uygulamalarının yol açtığı ahlak ve moral değerleri yerle bir eden toplumsal tablo, ekonomik krizin dünya çapındaki etkisiyle, romanın yayımlandığı diğer ülkelerdeki okuyucuların da hislerine tercüman olmuş. Günümüz insanının devlet ve kapitalizmin yarattığı –finas çevreleri, borsa, medya, vb.- kurumlar karşısındaki çaresizliğini, kuşkularını, tiksintisini polisiye bir kurguyla toplumsal eleştiriye çeviriyor Larsson. Ama tuhaf yanı kinik ve karamsar olmaması; umut ilkesini canlı tutan bir eleştiri bu. Umut ilkesinin taşıyıcısı ise –romanın en çarpıcı ve çekici karakteri- Lisbeth Salander, yani ejderha dövmeli kız; “Mikael, Lisbeth’in omzundaki ejderha dövmesine baktı. Sonra dövmelerini saymaya başladı. Omzundaki ejderha ve boynundaki arı dövmesinin dışında, sol ayak bileğini ve sol pazısını bilezik gibi saran iki dövme daha vardı. Ayrıca kalçasına bir Çin sembolü, bir baldırına da gül işlenmişti. Ejderha dövmesinin dışındakiler daha ölçülü ve küçüktü.”
Utandığı cılız fiziğine, çocuksu görünümüne hiç de uygun düşmeyen ejderha döğmeleriyle Lizbeth, bir yanıyla Travenian’ın Shibumi'sindeki “zeki, soğukkanlı, hiçbir millete ve kültüre ait olmayan, olamayan, sıradışı roman kahramanı Nicolai Hel” benziyor, diğer yanıyla çok sevilen ünlü İsveç çocuk romanları kahramanı Pippi Longstocking’in –Pippi Uzunçorap’ın- büyütülmüş haline. Kimileri Lizbeth’in olağanüstü maharetlerini Lara Croft’la karşılaştırıyor. Ama psikolojik derinliğini ortaya koyan yırtıcı sahnelerle tanıdığımız Lisbeth’te bunların hepsini birleştiren ve aşan bir yan var. Bu sert görünüşlü kırılgan kızın başkaldırısı ilk bakışta umuttan değil acıdan, dışlanmışlıktan, dışlayanlara duydukları nefretten kaynaklanıyor. Ancak sayfalar ilerledikçe toplumun kendisine ihanetini ödetirken yeni bir yol seçen Lizbeth, özgürlük tutkusu, gururu, incelikli duyguları, kendine özgü ahlakı ve isyanıyla yeni bir insan arayışına cavap veriyor. Larsson’un Lizbeth’i çağımızın, Millenium çağının bir kahramanı!...
“Millenim Üçlemesi”nin başarısı çağın ruhunu yakalamasında. Ekonomik ve toplumsal sorunlar globalleşirken organize suçlar da globalleşiyor suçu konu edinen polisiyeler de…
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları