menu

Torsten Krol - Callisto

Yazan: A. Ömer Türkeş
Yayın Tarihi: March 10, 2012 00:31

2006 yılında “The Dolphin People” romanı yayımlanana kadar hiç kimse Torsten Krol adını duymamıştı. Duyamazdı da. Torsten Krol, muhtemelen Avustralya doğumlu, yaşamını Quensland’de sürdüren bir yazarın kullandığı takma bir isim. İkinci romanı “Callisto”dan sonra edebiyat çevrelerinin dikkatini iyiden iyiye toplayan ve hakkında çeşitli spekülasyonlar dolaşan Krol’un aslında tanınmış bir yazar olduğu söyleniyor. Elbette Krol’un sırrına vakıf olanlar var. Nitekim üçüncü romanı yazdığı fısıldanıyor ve sanıyorum çok geçmeden yazarın asıl kimliğini okuyucuları da öğrenebilecek.

Türkçeye henüz çevrilmeyen “The Dolphin People”da, II.Dünya Savaşı sırasında Latin Amerika ormanlarında geçen bir hikaye anlatmış. Bu kez güncel bir meseleyi konu ediniyor. “Callisto”, 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında ABD toplumunu saran paranoyaları, paranoyaların yol açtığı aslında komik, ancak insan hayatlarında yarattığı sonuçlarla trajik durumları işleyen bir roman.

Sadece Tesadüf

Kahramanımız Odell Deefus, 1.90 boylarında, 90 kilo ağırlığında, kadınlara ilk bakışta çekici gelen ama kıvrak olmayan zekasıyla çarçabucuk itici buluna 21 yaşında genç bir adam. ABD’nin güneyinden. Daha baştan kaybetmiş biri. “Wyoming’in 2.774 nüfuslu Yoder kasabasında doğduysanız, herhangi bir şeyden gurur duymanız zordur” diyecektir Odell; “Kit Carson Lisesi’nde üç tür öğrenci vardır. Futbol oynayan Sporcular, beysbol şapkalarını ters takan, bol kıyafetler giyen ve kaykayları üzerinde dolaşan Kaykaycılar ve kot pantolon, çizme ve kovboy şapkası giyen Kovboylar vardır.” Bu liseyi bile bitiremeyince, zaten aralarında sıcak bir ilişki olmayan babasına haber bile vermeden, il bulduğu otobüse atlayıp evden ayrılmış. Bir süre araba yıkama servisinde çalışmış, parasızlık canına tak deyince de Irak’ı işgal eden ABD ordusuna yazılmak niyetiyle hurda arabasıyla Kansas’a doğru yola çıkmış. Odell, fiziksel testlerden geçeceğinden emin. Lise diplomasının yokluğundan endişe etmiyor. O saf haliyle bile Müslümanlara ateş etmenin okulda öğrendiği herhangi bir şeyle ilgisi olmayacağının farkında.

Hikayesini kendi ağzından, başından bütün bu olaylar geçtikten sonra aktaran Odell, eğitimi ve görgüsü kıt ama saf ve temiz gürbüz bir çocuk. Hikayenin baştan sona ironik yapısı, olayları onun bakış açısı ve yorumlarıyla izlememizden kaynaklanıyor;

“Büyük olasılıkla benim budala bir taşralı olduğumu düşünüyorlardır, ama bu konuda yanılıyorlar. Yanıldıklarını biliyorum, çünkü Yavru Geyik (“The Yearling”) adlı kitabı on altı defa okudum ve Pulitzer Ödülü almış bir kitabı okuyabilen kişi budala olamaz. Bunun dışında başka üç tane daha kitabı okumayı denedim, ama o kitaplar Yavru Geyik kadar hoşuma gitmediler.”

Okuma haznesi “Yavru Geyik”le sınırlı kalmış bu genç adamın otomobili, Güney’in unutulmuş kasabalarından birinde, “Callisto”da arızalanınca, Odell’in hayatını alt üst edecek birkaç haftalık inanılmazı zor olaylar dizisi de başlıyor.

Dean isimli bir adamın teyzesi Bee ile birlikte oturduğu çiftlik evine yardım istemeye gelen Odell, Florida’ya gittiği söylenen teyzenin yokluğunda Dean’in misafiri olur. Ne var ki tuhaf birdir Dean. Katı bir Hristiyan olan teyzesine inat müslümanlıkla ilgilenmekte, günlerini içki içerek geçirmektedir. Dean’in işlerine yardım ederek bir süre orada kalmayı uman Odell, bir gece vakti yanlışlıkla Dean’i öldürüverir. Henüz ne yapacağına karar verememişken ortaya ansızın yeni insanlar çıkar. Yeniden Doğuş Vakfı cemaati lideri vaiz Bob’un yardımcısı Chet, teyzesi tarafından şikayet edilen Dean’le konuşmaya gelmiştir. Ardından Dean’in Hapishanede gardiyanlık yapan kız kardeşi Lorraine çalar kapıyı. Sonra da Dean’den bir tahsilat yapması gerektiğini söyleyen Darko. Dean’in cesedini henüz saklama fırsatı bulamayan Odell, tüm gelenleri küçük yalanlarla atlatıp rahatlamışsa da, kilerdeki buzdolabını açtığında Bee teyzenin cesedini görüverince işler sarpa sarar. Yine de kendince bir formül bulacak, Dean’i arka bahçeye gömecek, ilk görüşte aşık olup evlenme hayalleri kurduğu Lorraine’i arayarak Bee teyzeyi bulduğunu haber verecektir.

 

Her Şey Vatan İçin!...

Küçük bir Güney kasabasının basit ve görünürdeki huzurlu yaşamı bir anda bozulmuştur. Örnek bir Hristiyan olan teyzesini öldüren müslümanlığa eğilimli Dean’in ortadan yok oluşu, kasabaya doluşan medya mensuplarının heyecanlı bir haber yaratmalarına, Yeniden Doğuş Vakfı gibi cemaatlerin muhafzakarlık propogandalarına ve istihbarata servislerinin durumdan vazife çıkarmalarına çanak tutar. Öte yandan kasaba polislerinin ayağına da eşi bulunmaz bir fırsat gelmiştir. Her kes Dean’in harıl harıl ararken, Odell cesedin yerini değiştirmek için defalarca çukur kazmak zorunda kalacaktır. Öte yandan Lorraine ve Dean’in bir uyuşturucu trafiği içinde yer aldığını ve Lorraine’in kendisini oyaladığını da fark etmiştir. İçine düştüğü durumdan kurtulmak için çırpındıkça saflığı nedeniyle başına dertler açmayı sürdürecek, olay büyütüldükçe büyütülecek ve patlayan bir bomba yeni bir 11 Eylül vakası olarak takdim edilerek Odell, “Amerika Birleşik Devletleri’nin düşmanları için özel olarak hazırlanan Guantanamaro benzeri bir anti-terör kampına götürülecektir…

Adını var olmayan bir Güney kasabasından alan “Callisto", yanlışlıkların yol açtığı gülünç durumlarla Moliere komedilerinden Faulkner’ın, Caldwell’in, Steinbeck’in Amerikan taşrasını, taşranın acımasız yaşamını anlattıkları romanlarına kadar pek çok metine gönderme yapıyor. Bunlara savaş eleştirisi içeren Toole'un "Alıklar Birliği"ni ya da Haşek’in “Aslan Asker Şvayk”ını da ekleyelim. Odell tipini Salinger'ın "Gönül Çelen" romanından çıkıp gelmiş gibi görenler de olabilir. Polisiye meraklıları için Jim Thompson romanlarının esintilerinden söz edebilirim. Yaşı daha eskileri hatırlamaya elverenler, All Cap’ın çizgi roman kahramanı Hoş Memo’yu hayal etsinler. Gerçekten göndermesi çok zengin, mizahi üslubu çok yerinde bir roman okuyoruz. Pek çok mizahçı gibi Krol da gülünç olanı mevcut siyasi, ideolojik ve toplumsal durumun teşhiri ve eleştirisi için kullanmış.

11 Eylül sonrasında ABD’yi saran terör paranoyasını taşlama niteliği taşıyan komik bir hikaye şeklinde aktarırken toplumun ötekine duyduğu korkuların, homofobinin, medyanın insanları biçimlendirme gücünün, Amerikan taşrasında budalalığa varan cehaletin, bencilliğin, dini cemaatlerin ve siyasilerin çıkar hesaplarının, vatan için her şey mübah mantığıyla işkenceyi zevke dönüştüren ordu mensuplarının ortaya döküldüğü “Callisto”, baştan sona yitirmediği temposuyla da, son yıllarda okduğum en eğlenceli romanlar arasında. Ancak sonlarına doğru yüzünüzdeki tebessüm donuklaşmaya başlıyor. Baktığı her yerde terörist izi arayan, şüpheli her kişiye terörist damgası vurmaya hazır bir bakış açısı toplumun en üzt katlarından en altına kadar yayılmış, ABD’nin yüce çıkarları için birey hak ve özgürlükleri ayaklar altına alınmışken ve bütün bunların gerçek olduğunu, yaşandığını, Obama’nın seçim vaadlerine rağmen Guantanamara’da suçlu olup olmadığı bilinmeyen insanlara işkence yapıldığını bilirken kendinizi rahat hissedemiyorsunuz. Odell’in başına gelenler kurmaca bir dünyaya ait, ama artık hepimiz kurmaca bir gerçekliğin içinde yaşamıyor muyuz?

Odell, içine düştüğü cehennemden kurtulacaktır, ama artık o eski Odell değildir;

“Kendi pisliğimin üzerinde oturduğum o an hayatta olduğum için son derece mutluydum. Hükümetimin bana verdiği mesaj, çok açık ve net bir şekilde duymuştum ve bir daha asla kötü muameleye maruz kaldığım için şikâyet etmeyecektim. Hiçbir zaman bir mahkûm olmamıştım, bir süre kendi odamda konuk olarak kalmıştım. Teşekkür ederim. İşkence görmemiştim, sadece kapsamlı bir sorgulama yürütülmüştü. Teşekkür ederim. Hiçbir zaman şüphelendikleri biri olmamıştım, yalnızca ilgilerini çekmiştim. Bir kez daha teşekkür ederim. Hükümetim beni denizaşırı bir ülkeye götürmüş, tüm masraflarımı karşılamış ve hiçbir ücret talep etmeden eve dönüş yolculuğumda bana büyük heyecanlar yaşatmıştı. Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim. Üzerine bağlanarak havada uçtuğum koltuğumda canlı cenaze gibi otururken Teğmen Harding’in dediği gibi şükrediyordum. Uçak yana doğru yatıp motorlarının hızını keserek bir havaalanına inmeye hazırlanana kadar defalarca şükretmiştim. Burnuma kendi idrarımın ve kakamın kokusu geliyordu. Zihnim korku ve minnettarlık duygularıyla doluydu. Son derece pişmandım ve bir daha asla böyle bir şey yapmayacaktım. Artık her şeyin bir son bulmasını ve bu işten kurtulmayı istiyordum. Bitmesini istiyordum. Son bulmasını.”

Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları
Etiketler:
Torsten Krol
Callisto

Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic