İsmail Güzelsoy, ilk kitabı “Seni Seziyorum”da(2000) yer alan son hikayesinde polisiye ile post-modern edebiyatı çok iyi birleştirmiş, aynı yöntemi 2004 yılında yayımlanan ilk romanı “Ruh Hastası”nda da kullanmıştı. Gerçeğin kapısını açacak sırlara, metinlerarasında gezintilere, kurmacanın büyüsüne, şehvetle anlatılan hikayelere önem veren okuyucuları hemen içine çekecek hikayeler anlatan yazar, polisiyelerin macera ve heyecan uyandırıcı potansiyelinden “Sincap”ta da yararlanmış.
Sincap, yazarın ‘Banknot Üçlemesi” adını verdiği üçlemenin ilk kitabı. Meraklıları için bir hatırlatma yapalım: Üçlemenin tanıtım mahiyetindeki kısa bir versiyonu 2003 yılında Cosmopolitan dergisiyle birlikte -ek olarak- dağıtılmıştı. Ancak “Rukas” isimli “novella”nın para izleği dışında “Sincap” romanıyla ilişkisi yok.
Paralar pul olunca
1966 kışında başlayıp yaz aylarında sonlanıyor hikayemiz. İstanbul’un soğuğuna rağmen, roman kahramanımız İskender, arkasındaki Milli İstihbarat ajanlarını atlatmak için var gücüyle koştuğundan kan ter içinde. İskender, ünlü bir şair. Pek çok aydın gibi yazdıkları nedeniyle -ama hapislikle, ama serseri bir kurşunla- o da susturulmak isteniyor. Neyse ki bu seferlik şansı yaver gidiyor kahramanımızın. Peşindekileri atlatmayı başarıp bir zamanlar yanında çalıştığı Nazif Usta’nın matbaasına, Ankara’ya atıyor kapağı. Yakayı kurtarmış ama en sevdiği üç yakınından birisinin ihanetinden kuşkulandığı için huzura kavuşamamıştır. İşte tam bu sırada karşılaşırlar Sincap’la…
Romanın diğer kahramanı Sincap’ın hikayesini öğrenmek için biraz daha gerilere gideceğiz; 1918 yılına. “Altüst oluşların, savaşların, halkların halklar üzerine zulüm uyguladığı mağdur olanla kadir olanın birbirine karıştığı bir devir”de, dünya üzerinde üç ülkeye komşu tek yerleşim yeri olan Iğdır’dayız. Sincap, babasının da mensubu olduğu bir tarikat sayesinde zehir konusunda uzmanlaşmış, uzmanlığını da birkaç cins yılanın zehirine yüklü para ödemeye hazır bir İngiliz sayesinde nakite çevirmesini bilmiş bir genç. Ancak hayatı hep düz bir çizgide ilerlemeyecek, çok sevdiği ve evde sakladığı bütün parasını emanet ettiği karısını küstürünce servetini göz göre göre yitirecektir. Kocasını kaybetmektense ölümü seçen karısı, ölmeden önce bütün paraları tedavülden kalkmak üzere olan yüz liralıklar haline getirmiş ve saklamıştır. Servetine yeniden kavuşması için sadece üç ayı kalan Sincap, bütün uğraşına rağmen gizli yeri zamanında bulamaz; tedavülden kalkan paraları pul olmuş, geriye devlete duyduğu öfke ve intikam duygusu kalmıştır.
Artık çalışmak zorundadır Sincap. Bir matbaaya girer. Hayatını yeniden düzene koymuştur. Ancak elinin çizime yatkınlığını farkettiğinde, devletin bir kararıyla yitirdiği yasal servetini yasa dışı bir yolla da olsa geri almaya karar verecektir. Niyeti kusursuz banknotlar basmaktır. Fırsat ayağına gelir; devlet ilk kez Türk parasını -Ingiltere, Almanya ya da ABD’de değil- Türkiye’de basmaya hazırlanmaktadır.
Yeni banknotların çıkmasıyla yaşanacak karmaşadan yararlanmak isteyen Sincap, malzeme temini için Nazım Usta’nın matbaasının kapısını çaldığında İskender’le karşılaşacak, farklı dünyalarda da olsa hayatlarının kararlarını almak üzere olan iki adam, birlikte yola koyulacaklardır. Son hazırlıklar Iğdır’da yapılacaktır. Ne var ki İskender’in şiirlerine hayran milli istihbaratçı Metin izlerini bulmuş, peşlerine takılmıştır bile. Kahramanlarımız kaderi ve olayların akışı Varto depremiyle değişecektir…
Gerçek ve kurmaca
İsmail Güzelsoy, romanın ana hikayesini pek çok yan hikayecikle zenginleştirmesini seven bir yazar. “Sincap”ta da her bir karakteri kimi zaman kısa kimi zaman uzun bir hikaye ile katmış romanına. Böylelikle şair İskender’in, zoraki kalpazan Sincap’ın, istihbarat ajanı Metin’in, gişe memuresi Meryem’in, Sincap’ın baldızı Süreyya’nın ve Merkez Bankası Müdürü Salih Saltuk’un hayatlarını okuyucuya yakınlaştırabiliyor. İtiraf edeyim ki, içlerinden en yaşlısı olan Sincap’ın başından geçenler hepsinden hem daha ilginç, hem daha eğlenceli; özellikle yazarın mizah duygusunu da sergileyen -“yerli malı” Tommiks ve Teksas neşriyatının yer aldığı- bölümler. Bir alıntıyla örnekliyorum:
“Artık yalnızca müstehcen çizimler değil, kendilerini Tommiks’in, Fantom’un, Mandrake’nin yoldaşı olarak hayal eden gençler için kağıtlara çizdiğim tek nüshalık, birkaç sayfalık çizgi masallar da bana hatırı sayılır paralar bırakıyordu. Dini bütün hacılar için Kerbela hadisesini çiziyorum, bu ihtiyarlardan birini Hazreti Hüseyin’in yanına konduruyorum. Bazen küçük sürprizler yapıyor, Çelikbilek’i Iğdır sokaklarında gezip esnafla hoş-beş ederken resmediyorum, insanları güldürmek için kendimi kötü adam olarak görüntülediğim kısa hikayelerde, halkı benim gibi bir beladan kurtaran Batman’i omuzlarında Şehit Mehmet Çavuş Caddesi’nden Kars Caddesi’ne kadar omuzlarında taşıyan hemşerilerimi görüntülüyorum. Tek kareden oluşan o son resimde kendilerini görenler bu kitapçıklara iyi paralar verdiler. Öyle ki matbaam yalnızca müstakbel bir kalpazanlığın değil, aynı zamanda bu çizimlerimi pazarlamak amacıyla da kullandığım bir paravan haline geldi.”
Yaptığım alıntıda anlatı zamanı 1950’li yıllar. “Bu tarihlerde Tommiks ya da Çelikbilek maceraları Türkiye’de yayımlanıyor muydu”, diye soracak olursanız, doğrusu bilmiyorum. Ancak Güzelsoy’un bildiğinden, eğer tarihsel bir uyumsuzluk durumuna düşmüşse de, bunu bilerek yaptığından hiç kuşkum yok. Zaten bu sevimli yerel yayımcılık hikayesini tarihsel tutarlılık ölçütüyle sorgulamanın bir anlamı da yok. Sahte para basımı, sahte çizgi romanlar, Sincap’ın karısının düşüncelerine nüfuz etmek için onun yerine geçmeye çalışması, hatta Süreyya ile Salih Saltuk’un ölen karısı arasındaki benzerlikler, tam da yazarın sevdiği motifler. Önceki romanlarındaki gibi “Sincap”ta da gerçekle taklitin, hakikatle hayalin içiçe geçtiği ya da birbirine karıştığı anlara tanık oluyoruz.
Roman bir kurmaca metin; o halde gerçekle taklidin, hakikatle hayalin içiçe geçmesine, kurmaca metnin bizi davet ettiği iç gerçeklik zedelenmediği sürece itiraz edilemez. Üstelik Güzelsoy, bu romanında tam tersini yapmış; kurmaca dünyasını dış gerçekliğin yaşanmış olaylarıyla ve siyasi atmosferiyle örtüştürmüş. Mesela yüz liralıkların tedavüle çıkışı ve tedavülden kalkışı, 1966’daki yeni para basımı ya da İskender’in firarının Orhan Kemal’in komünizm propogandası yaptığı gerekçesiyle tutuklandığı günlere denk gelmesi bunlardan bazıları.
“Sincap” eğlenceli ve oyuncaklı bir metin, ama okurken hüzünleneceğiniz insani dramlar da var. Birkaç istisnası dışında, roman kişileri kategorik olarak iyi ya da kötü değiller; iyi ve kötü halleriyle, kimi zaman zayıf kimi zaman güçlü, kimi zaman dost kimi zaman düşman olarak canlandırılmışlar. İşte bu nedenle, İskender kadar İskender’i adım adım izleyen milli istihbarat ajanı Metin’le de yakınlık kurabilirsiniz. Hem Merkez Bankası Müdürü Salih Saltuk’la Sincap’ın baldızı Süreyya’nın mahçup aşklarının mutlu sona ermesini dilemek, hem de zoraki kalpazan Sincap’la birlikte saf tutmak da mümkün.
İsmail Güzelsoy’un ele aldığı konulara yakınlık duymayabilirsiniz, ama malumatfuruşluğuyla, dili ve uslubuyla yakaladığı anlatım zenginliğini, hikaye anlatmaktan aldığı hazzı mutlaka farkedeceksiniz. Onu sözlü kültürün hikaye anlatıcısına bağlayan şey de, işte bu haz duygusu.
Kategori: A. Ömer Türkeş Yazıları