menu

SOĞUKTAN BİR TÜRLÜ DÖNEMEYEN CASUS – JOHN LE CARRÉ

Yazan: Bekir Karaoğlu
Yayın Tarihi: December 19, 2018 12:33

Karanlık gecede projektör ışıklarıyla arada bir süpürülen 3.6 m yüksekliğinde beton bir duvar. Üst tarafı dikenli tellerle örülmüş. Duvarın Batı Berlin tarafında farları sönük bir otomobilde iki kişi bekliyor. O gece bir ajanları doğudan batıya geçiş yapmayı deneyecek.

Sonra her şey çok çabuk gelişiyor. Doğu tarafında bekçi köpeklerinin havlamaları arasında bir adam duvara doğru koşup tırmanmaya başlıyor. Hemen yakındaki gözetleme kulesindeki nöbetçi asker “Halt (dur)!” ihtarıyla birlikte AK-47 tüfeğini doğrultuyor. Sonra geceyi yırtan bir tarama sesi… Sırtından vurulan adam tırnaklarıyla betonu kazıyarak yere düşüyor…

 

Berlin Duvarı

Bu trajik ve artık klasikleşmiş sahneyi kimbilir kaç defa okudunuz. Ülkeler arası gizli savaşlar sırasında yaşanan insan trajedileri… Bu yüzden casus romanları çok eskilerden beri zevkle okunageldiler.

19. Yüzyıldan itibaren belli bir okuyucu düzeyinde seyreden bu cinai roman türü, 1950lerden sonraki Soğuk Savaş döneminde birden ivme kazandı ve popülaritesi arttı. Bu artışta iki olay başrolü oynadılar:

1. Berlin Duvarının inşası (1961): II. Dünya Savaşı biterken komünist Rusya ile batı ittifakı orduları Berlin’de karşılaşıp durdular. Berlin’in bir yarısı NATO ittifakında, diğer yarısı komünist blokta kaldı. Bir tarafa iltica etmek isteyen insanların sayısı giderek artınca duvar inşaatı mecbur oldu. Ama bu kadar riski dahi göze alan insanlar vardı ve onların hikayelerini anlatmak gerekiyordu.

2. Kim Philby olayı (1963): İngiliz MI6 istihbarat örgütünde şube şefliğine kadar yükselebilmiş olan İngiliz vatandaşı Kim Philby’nin, yakalanacağını anlayınca 3 arkadaşıyla beraber Rusya’ya kaçması dünyada büyük yankı uyandırmıştı. “Cambridge Beşlisi” adı verilen bu grubun ne kadar büyük zarar verdiği ve ne kadar çok batı ajanının ölümüne sebep oldukları sonraları anlaşıldı. Yine bu hikayeler de anlatılmaya değerdi.

Rusya hesabına casusluk yaptıkları çok geç anlaşılan “Cambridge beşlisi”. Soldan sağa: Philby, Burgess, Blunt, McLean ve Cairncross.

Böylece o bereketli 60lı yıllarda, eserleri bugün dahi okunmakta olan büyük yazarlar ortaya çıktı. Herbiri ayrı bir inceleme konusu olabilecek bu yazarlar arasında Len Deighton, Ian Fleming, Eric Ambler, Gavin Lyall, Alistair McLean, vs. sayılabilir. Fakat bir yazar ve bir kitap bu döneme damgasını vurdu.

John Le Carré 1963 yılında Soğuktan Dönen Casus (The Spy Who Came in from the Cold) ile casus romanları dünyasına bir meteor gibi düştü. Roman aynı yıl İngiliz CWA Dagger ödülü, ertesi yıl Amerikan MWA Edgar ödülü aldı, Time dergisinin “Tüm Zamanların En İyi 100 Romanı” listesinde yer aldı, filmi çevrildi. CWA ayrıca 2005 yılında bu romana “Dagger of Daggers” (Dagger ödülü alanların arasında en iyisi) ödülü verdi.

Filmde Alex Leamas rolünü oynayan Richard Burton

Böylece John Le Carré o günden bu yana geçen 55 yılda yazdığı 25 romanla casus edebiyatının tahtına yerleşti. Nedir Le Carré’yi diğerlerinden üstün kılan? Bence 2 başlıkta toplanabilir:

1. Gerçekçi anlatım: Le Carré kendisi de bir dönem istihbarat örgütlerinde çalıştığı için, tam bir profesyonel. Operasyonların lojistik ayrıntıları ve diyaloglar o kadar gerçekçi ki okuyucu casusluk dünyasına birinci elden vakıf oluyor. Ben şahsen John Le Carré’den öğrendiğim uluslararası terrörizm, silah ticareti, finans dünyası, kara para aklama vs. konularından hiçbiri, daha sonra başka kaynaklarla çelişmedi.

2. Entelektüel düzey: Le Carré’nin kahramanı George Smiley MI6 örgütünde başkan yardımcısı. Öyle James Bond gibi atak maceralar onun işi değil. Kısa boylu, orta yaşlı bir memur gibi. Kalın camlı gözlüklerini arada bir kravatına siliyor. Smiley’nin işi, çok karmaşık ve psikolojik derinliği olan operasyonlar organize etmek. Bunun bir sonucu olarak felsefi derinliğe sahip, dolaylı ve imalı çok yüksek düzeyde diyaloglar var. Bugün herkes onu casus romanına edebiyat düzeyinde itibar kazandıran en önemli yazar olarak görür.

Hayatı

John Le Carré (asıl adıyla David Cornwell) 1931 yılında İngiltere’nin Dorset vilayetinde 3 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak doğdu. Babası ikide bir hapse giren profesyonel bir dolandırıcıydı ve annesi o 5 yaşındayken evi terkedip gitti. Babasıyla kavgalı geçen çalkantılı bir ergenlik dönemi sonrasında üniversitede yabancı diller okudu. 1958’de MI5 istihbarat örgütüne girdi. Orada ajanları yönetmek, sorgulamalar yapmak, telefon dinlemek ve ev soymak gibi görevler üstlendi. İki yıl sonra MI6 örgütüne geçti ve Bonn büyükelçiliğinde görünürde katip olarak çalışmaya başladı.

Ama işini beğenmiyor, canı sıkılıyordu:

O zamanlar Bonn büyükelçiliğinde çalışıyordum. İçimde gizli istihbarat dünyasından çıkma arzusu vardı. Kitabı 5-6 hafta içinde yazdım…Kitap belki hayatımı değiştirdi, ama daha da önemlisi tarihin, benim kişisel tarihimin ve dış dünyanın tarihinin doğru bir zamanında, duygularımı doğrudan ifade edebilmemi sağladı.

Romanın başarısı üzerine casusluk dünyasından ayrılıp yazarlığa geçti. Geçen 55 yıl boyunca 25 casus romanı yazdı.

1991 yılında Berlin Duvarı yıkıldıktan ve Soğuk Savaş bittikten sonra, pekçok insan Le Carré’nin yazacak malzemesinin bittiğini ve bavulunu toplama zamanı geldiğini ileri sürdü. Fakat o herkesi şaşırtmakta kararlıydı: Duvar yıkıldıktan sonra, uluslararası terörizm, kara para aklama, finans kapitali, uyuşturucu ticareti vs. konularında 11 roman daha yazdı.

Başlıca Temalar

Le Carré’nin romanlarında farklı amaçlı pekçok istihbarat operasyonlarına şahit oluyoruz. Bunlar arasında en önemlisi karşı istihbarat örgütleri içine nifak sokmak. Smiley, çok ince planlanmış operasyonlarla, karşı tarafın içindeki kendi ajanının önünü açmayı veya en parlak Rus ajanı itibarsızlaştırmayı (hatta aslında batıya çalıştığı şüphesi uyandırıp onu gözden düşürtmeyi) hedefliyor. Soğuktan Dönen Casus, Smiley's People, Absolute Friends, A Legacy of Spies…bu tür operasyonları anlatıyor.

 

George Smiley rolünde aktör Alec Guiness

Diğer bir tema İngiliz istihbaratı içindeki Rus köstebeğini bulmak. Kim Philby olayı İngiliz itihbaratını çok derinden yaralamıştı ve bu acı yıllarca dinmedi. Le Carré bu olayı kendi kurduladığı bir senaryoyla ve farklı kişiliklerle yeniden yazarak romanlaştırdı. Tinker, Tailor, Soldier, Spy bu operasyonu anlatıyor.

Fakat Smiley’in en büyük operasyonu, ezeli rakibi olan rus istihbarat şefi Karla’yı ilgilendiriyor. Üç romanlık bir operasyonun aşamaları (Tinker, Tailor, Soldier, Spy and The Honourable Schoolboy and Smiley’s People) ve muhteşem finali çok güzel.

Yine çok etkileyici operasyonlar arasında İstihbarat örgütlerinin ne kadar ilkesiz ve ahlaksız olduklarını, sivil insanları kullanıp, işleri bitince onlara nasıl ihanet ettiklerini anlatıyor. Birkaç örnek (tadını bozmamak için hangi romanlarda geçtiğini yazmıyorum):

• Çocukken birbirinden ayrı düşmüş iki kardeş. Biri karşı tarafta istihbaratçı olarak yükselmiş, diğeri bu tarafta başarılı iş adamı olmuş. Onları birbirlerine kavuşturacaklarına söz verip, işadamı olanın yardımyla komünist kardeşi iltica ettiriyorlar. Ama kardeşler kavuşmayı beklerken, istihbarat şefleri verdikleri söze ihanet ediyorlar…

• Almanya’da karizmatik bir politikacı Neo-Nazi hareketin başını çekerek yükselmektedir. İngiliz elçiliği arşivinde çalışan sıradan bir memur arşivlerde o politikacının kariyerini çökertebilecek bir belge buluyor. Ama İngiliz istihbarat şefleri, işlerine gelmediği için o zavallının naziler tarafından bir karınca gibi ezilmesine seyirci kalıyorlar.

• Nereden nasıl geldiği belli olmayan Çeçen bir delikanlı Avrupa’da ortaya çıkıyor. Ruslardan gördüğü işkenceler yüzünden aklı pek yerinde değil. Elinde babasından kalan bir banka senedi var. Banka müdürü ve müslüman bir cemaat imamı, bu masum çocuğun yeni bir hayat kurmasına yardımcı olmak üzere el ele veriyor ve Alman, İngiliz istihbarat örgütleriyle anlaşma yapıyorlar. Ama yine son anda ihanet, yine ihanet…

Niçin istihbarat örgütleri böyle ahlaksız ve ilkesiz olabiliyorlar? O temiz güzel insanlara, ahlaklı ve dürüstçe yaklaşıp onların güvenini kazandıktan sonar ihanet edip sırtından bıçaklayabiliyorlar? Bu sorunun cevabı Casusun Mirası romanının sonunda var. George Smiley’nin o romanda yardımcısı Peter Guillam’ı da kullanıp harcayacağı anlaşılınca, aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:

Peter Guillam: Şimdi hesap günü, George. Artık zor sorulara açık cevaplar vermen gerekir. Mesela, bendeki insanlık duygusunu bilerek yoketmeyi mi amaçlıyordun, yoksa ben de bir savaş zayiatı mıydım? Hem, ya senin insanlığına ne demeli? O da ismini koyamadığım daha yüce ve soyut bir davanın kölesi miydi?

Diğer bir deyişle, senin özgürlük dediğin şey uğruna insanlık duygularımızdan nereye kadar feda edelim ki sonunda ne insan ne de özgür kalabilelim? Yoksa biz de Dünya’yı yönetme arzusundan ibaret ve tedavisi imkansız olan şu İngiliz hastalığına mı yakalandık?

Smiley: Bizler merhametsiz değildik, Peter. Asla merhametsiz olmadık. Bizde daha yüce bir merhamet vardı. Belki yanlış yerde ve boşuna kullandık. Bunu şimdi anlıyoruz. Ama o zamanlar bilmiyorduk. Beni birşeyle suçlamaya gelmişsin, Peter. Sen sebebini sormadan verilen emri yerine getiren sadık bir askerimdin. Şimdi bana niçin bunları yaptığımızı soruyorsun…

Dünya barışı için mi yaptık? Evet, elbette evet. Savaş olmasın diye çalıştık, ama bunu yaparken taş taş üstünde bırakmadık… Veya, o yüce kapitalizm adına mı yaptık? Allah korusun. Hıristiyanlık davası için mi? Yine Allah korusun. O halde hepsi İngiltere için miydi? Bir dönem öyleydi. Ama şimdi? Hangi İngiltere? Medeni bir ailenin üyesi olmayı reddeden bir İngiltere mi? Hayır.

Ben bir Avrupalı’yım, Peter. Eğer bir sadakatım vardıysa, mücadelemizin gerisinde Avrupa’ya sadakat vardı. Eğer kalpsiz olduysam, Avrupa için kalpsizlik ettim. Eğer ulaşılmaz bir idealim vardıysa bu, Avrupa’yı şu içinde bulunduğu karanlık çağdan çıkarıp yeni bir akıl çağına yol gösterici olmaktı. Hala da bu iman üzerinde gidiyorum.

 

Son söz

Le Carré’nin bu yıl (2018) yazdığı Casusun Mirası (A Legacy of Spies) romanı bir çeşit vasiyetname gibi, Soğuktan Dönen Casus ile başladığı yere dönüyor ve o hikayeyi devam ettirip sonlandırıyor. Bence artık Smiley romanı yazmayacak gibi. (Bu romanı okumadıysanız, önce Soğuktan Dönen Casus’u okumanızı tavsiye ederim.)

Duvarda başlamıştık, duvarda bitirelim (Kitabı okumadıysanız, buradan sonrasını okumayın):

Duvara vardıkları anda projektör ışığı yana kaydı ve bir an karanlıkta kaldılar. Leamas hâlâ kızın kolunu bırakmıyordu. Tuğlalar arasına madeni çubuklar yerleştirilmişti. En üsttekini tutup kendini çekti, duvarın üstüne çıktı. Dikenli teli çekince, daha önceden kesildiği için elinde kaldığını gördü.

Haydi, tırman,” diye fısıldadı kıza.

Duvara yüzüstü yatıp kızın yukarı uzanan elini tuttu ve çekmeye başladı. Birden bütün dünya bir anda alev almış gibi olmuştu. Yandan, üzerlerinden, altlarından dev projektörler onlara doğru çevrilmişti. Leamas'ın gözleri kamaştı, başını hızla yana çevirdi. Bir yandan da Liz'in kolunu çekiyordu. Kızın ayakları kurtuldu, diye düşündü. Çekmeye devam etti. Gözlerinin önünde çılgıncasına danseden bir renk cümbüşü dışında hiçbir şey görmüyordu.

On anda sirenler duyuldu, emirler yağdırılmaya başlandı. Leamas duvarın iki yanından bacaklarını sarkıtıp kızı iki kolundan yakaladı, santim santim çekmeye başladı. Kendisi de her an düşecek gibiydi.

Tam o sırada ateşe başladılar— bir el, iki el... Leamas kızın sarsıldığını hissetti. İncecik kolları elleri arasından kaydı. Duvarın Batı yanından İngilizce bir ses duyuldu:

Atla, Alec! Atla be adam!”

Şimdi Almanca, İngilizce ve Fransızca bağırışlar duyuluyordu. Yakınlarda bir yerden Smiley'in sesi geldi.

Kız nerede?”

Leamas ellerini gözlerine siper ederek duvarın dibine bakınca kızı gördü. Kıpırtısız yatıyordu. Bir an duraksadı, sonra ağır ağır az önce çıktığı demirlerden aşağı inip Liz'in başı ucunda durdu. Ölmüştü Liz; başı yana çevrilmiş, siyah saçları yüzünü yağmurdan korumak istercesine yanaklarına dökülmüştü. Ateş etmeden önce duraksıyorlar gibiydi. Biri bir emir verdi, yine kimse ateş etmedi. Sonunda onu da iki kurşunda devirdiler. Leamas arenadaki bir boğa gibi öfkeyle bakıyordu çevresine. Düşerken iki kamyon arasına sıkışmış küçük bir araba gördü, çocuklar penceresinden neşeyle sallıyorlardı ellerini. (Çeviren: M. Harmancı)

 

Eserleri (Beğendiklerime yıldız verdim):

Smiley Serisi:

1. A Call for the Dead (Ölümüne Davet, 1961)

2. A Murder of Quality (Büyük Kalleş, 1962)

3. The Spy Who Came in from the Cold (Soğuktan Dönen Casus, 1963) ***

4. The Looking Glass War (Taahhütlü Ölüm, 1965)

5. Tinker, Tailor, Soldier, Spy (Köstebek, 1974) ***

6. The Honourable Schoolboy (Bir Öğrenci Gibi, 1977) ***

7. Smiley's People (Smiley’in Dönüşü, 1979)

8. The Secret Pilgrim (Yolun Sonu, 1990)

9. A Legacy of Spies (Casusun Mirası, 2017) ***

 

Seri dışı:

A Small Town in Germany (1968) ***

The Naive and Sentimental Lover (1971)

The Little Drummer Girl (Küçük Trampetçi Kız, 1983)

A Perfect Spy (Son Casus, 1986)

The Russia House (Rus Evi, 1989)

The Night Manager (Gece Müdürü, 1993)

Our Game (Bizim Oyun, 1995)

The Tailor of Panama (Panama Terzisi, 1996)

Single and Single (Single ve Oğlu, 1999)

The Constant Gardener (Bahçıvan, 2000)

Absolute Friends (Sıkı Dostlar, 2003)

The Mission Song (Gizemli Melodi, 2006)

A Most Wanted Man (Aranan Adam, 2008) ***

Our Kind of Traitor (Hain, 2010) ***

A Delicate Truth (Nazik Bir Durum, 2013)

 

Otobiyografi:
The Pigeon Tunnel (2016)

 

Kategori: Bekir Karaoğlu Yazıları
Etiketler:
John Le Carre
Ölümüne Davet
Büyük Kalleş
Soğuktan Dönen Casus
Taahhütlü Ölüm
Köstebek
Bir Öğrenci Gibi
Smiley’in Dönüşü
Yolun Sonu
Casusun Mirası
Küçük Trampetçi Kız
Son Casus
Rus Evi
Gece Müdürü
Bizim Oyun
Panama Terzisi
Single ve Oğlu
Bahçıvan
Sıkı Dostlar
Gizemli Melodi
Aranan Adam
Hain
Nazik Bir Durum

Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ KİTAPLAR

Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic Nopic

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic