Bu yazı daha önce 221B Dergi Ocak-Şubat 2018 tarihli Sayı 13'de yayınlanmıştır.
Baroness Emmuska (Emma Magdalena Rosalia Maria Josefa Barbara) Orczy (1865–1947)
Tüm kalbi ve ruhu müzik ile dolup taşan küçük kız, piyano tuşlarına dokunduğunda, bu derin tutkusunu dinleyicilerine de iletebileceğini umuyordu. Kısa bir süre sonra bir el nazikçe omuzuna dokundu, “Küçüğüm, ne yazık ki bu sana göre değil.” diyen pişmanlık ve şefkat dolu ses, aile dostları, ünlü Macar piyanist Listz’e aitti. Küçük kızın en ufak bir yeteneği olsa, babasının da büyük teşvikiyle müzik sanatçısı olma yolunda ilerleyecekti. Fakat Emmuska sonraki yıllarda, müzik olmasa da sanatın diğer dalları, tiyatro, resim ve bilhassa suç kurgusunun öncüleri arasında yer alacağı edebiyat alanında çok başarılı olacaktı.
Barones'in babası Felix Orczy tanınmış bir besteciydi ve Emmuska, çocukluğunda babasının arkadaşları Wagner, Liszt, Gounod ve Massenet gibi tanınmış müzisyenlerle bir arada bulundu. Tarımla ilgili yenilikçi fikirleri bulunan Baron Felix'in getirdiği makinalar köylüler tarafından işlerinden olma korkusuyla büyük tepki ile karşılanır. Üretimi kolaylaştıracağını düşündüğü yeni bir tarım makinasının tanıtımı sonrasında çıkan isyanda Baron Orczy’nin bina ve tüm mahsülleri yakılıp, kendi köylüleri tarafından Macaristan'dan sürülür. İki kızları ile birlikte Brüksel ve Paris’te yaşayan aile, daha sonra Londra’yı kendilerine mekan olarak seçerler. Manastır okullarında öğrenim gören Emma, on beş yaşına kadar İngilizce bilmemesine rağmen ilerleyen yıllarda yazacağı otuzu aşkın kitapta bu dili, hem de büyük bir ustalıkla kullanacaktır.
Emmuska, Heatherly Sanat Okulu'na devam ederken, 46 yıl boyunca mutlu bir evlilik hayatı süreceği, bir başka Macar öğrenci Montagu Barstow ile tanışır. Bir papazın oğlu olan genç ressam, mütevazı bir aileden gelmektedir. Ortak ilgi ve tutkuları paylaşan Barones ve kocası, birbirleriyle özgürce iletişim kurdukları, mükemmel bir dostluk olarak tanımlanabilecek bir evlilik hayatı yaşarlar. Başarılı bir illüstratör olan kocasının geliri yetersiz kalınca, çevresindeki birkaç kişinin dergilerde yayınlanan hikayeler yazıp para kazandığını gören Barones Orczy aristokrat bir geçmişe sahip olmasına rağmen, ailenin maddi refahı için yazmaya karar verir. İki hikayesi birden, zamanın popüler dergisi Pearson’s Magazine’de yayınlanmakla kalmaz, editör başka öyküler de ister. Böylelikle Barones’in edebi kariyeri başlar.
Barones Orczy’nin, Sherlock Holmes’ten esinlenerek kurguladığı dedektif hikayeleri ilgi görmesine rağmen, tek oğlunun doğumundan hemen sonra yazdığı ve The Emperor’s Candlesticks (1899) adını verdiği ilk romanı başarısız olur. Kitap zamanında beğenilmese de neredeyse kırk yıl sonra filme uyarlanacak ve başrolleri günün en büyük yıldızlarından William Powell ile Luise Rainer paylaşacaktır.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında geçen romantik bir gerilim filmi olan romanda, şamdanların içinde Orta Avrupa'dan Rusya'ya mesaj götürmeye çalışan iki casusun hikayesi yer alır. Biri idealist bir anarşist ve sosyalist, diğeri devletin herhangi bir devrimci eylemi bastırmaya çalışan bir Rus ajanıdır. Aristokrat aile değerleri ile yetiştiştirilmiş olan Barones, çocukluğunda yakından tanık olduğu köylü isyanının da etkisiyle olacak, devrimcileri tehlikeli aşırılar olarak gördüğünü, sosyalistler ya da anarşistlere çok az sempati duyduğunu gizleme gereğini duymaz.
Son derece üretken bir yazar olan Barones Orczy, eserlerinde birkaç değişik ana karakter kullanır. Fransız Devrimi sırasında geçen, casusluk kurgusunda yazdığı kitaplarının başkahramanı Scarlet Pimpernel iken klasik dedektif hikayelerinde, Old Man in the Corner (Köşedeki Yaşlı Adam), Scotland Yard’tan Lady Molly ve çok az da olsa İrlandalı avukat Patrick Mulligan değişik serilerin ana karakterleri oldular.
Birinci Dünya Savaşı’nın hemen başlangıcında yazar ve kocası, Monte Carlo’ya taşınırlar. 1943 yılında eşini kaybettikten sonra Londra’ya geri dönen Barones Orczy eskisi kadar sık olmasa da yazmaya devam eder. Otobiyografisi Links in the Chain of Life (1947) yayınlanmış son eseri olan Barones Orczy, aynı yıl seksen iki yaşındayken vefat eder.
“Koltuk” Dedektiflerinin Dedesi: Köşedeki Yaşlı Adam
Yunanlı Tercüman öyküsünde Sherlock Holmes, Watson’a ilk kez kardeşi Mycroft Holmes’dan bahseder. Abisinin gözlem yapma ve çıkarımda bulunma konularında kendisinden daha üstün olmasına rağmen asla bu işi yapamayacağını iddia eder ve devam eder: “Dedektiflik sanatı bir koltukta oturup akıl yürütmekle yapılabilecek bir iş olsaydı, ağabeyim kesinlikle dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dedektifi olurdu.” Böylelikle “koltuk dedektifi” kavramı doğar. Barones Emmuska Orczy de "Köşedeki Yaşlı Adam" karakteriyle koltuk dedektifinin kendi versiyonunu yaratır.
Adı verilmeyen Yaşlı Adam, Londra'nın Norfolk Caddesi'ndeki A.B.C. çay salonunda, süt içip cheesecake yiyerek gazetesini okur ve sıradan, normal insanların kafalarının asla alamayacağı esrarlı olayları büyük bir maharetle, yerinden kalkmadan çözer. Barones Orczy ilki 1901’de, sonuncusu da yirmi dört sene sonra olmak üzere toplam dört kitapta bu tuhaf yaşlı adamın hikayelerini yazar.
The Evening Observer'da çalışan gazeteci Polly Burton, A.B.C.'de oturmuş, çayını yudumlarken arkasından gelen bir sesle irkilir. “Gizemler! İnsan zekasını kullanarak araştırırsa, herhangi bir suçla bağlantılı gizem diye bir şey yoktur.” diye söylenen, köşede bir masada oturan, çok sıska, seyrek saçlı ve gözlüklü yaşlı bir adamdır. Gazetede okuduğu haber ve polisin beceriksizliği adamı sinirlendirmiştir, halbuki kendisine göre olay o kadar açıktır ki, yerinden bile kalkmadan tüm ayrıntılarıyla çözümü verebilir. Nitekim, aynen de öyle yapar ve bu gazeteci kız ile yaşlı adamın yıllarca sürecek işbirliğinin başlangıcı olur. Yaşlı Adam ve gazeteci kız Polly Burton hikayelerinin her biri aynı şekilde yapılandırılmıştır: İlk olarak, okuyucu A.B.C'de ikisi arasında geçen bir konuşma yoluyla gizemin içine çekilir. Sonra, söz konusu davanın verileri genellikle, Yaşlı Adam tarafından sunulur ve yine kendisi, hep elinde bulundurduğu bir ip parçasına düğüm atıp açmaya devam ederken, düzgün ve mantıklı bir çözüm önerir.
Köşedeki Yaşlı Adam hikayelerin belki de en ilginç yönü, kahramanın tamamen ahlak ve merhametten yoksun olmasıdır. Yaşlı Adam’ın en büyük derdi kendi üstün zekasını göstermektir, suçluların cezalarını çekip çekmemeleri gibi bir kaygısı asla yoktur. Dolayısıyla vurgu, dahiyane planlı suç ve mantıklı çözüme dayanır, psikoloji, insan ilişkileri ya da ahlak önemli değildir. Genel davranış kuralları ve toplumsal düzenin neredeyse kasıtlı olarak görmezden gelinmesi, kendisinden yıllar sonra yazılacak Patricia Highsmith ve Ruth Rendell romanlarında da ortaya çıkar. Örneğin, nedensiz gibi görünen, kanıtlanması zor bir cinayet yöntemini anlatan Trendeki Yabancılar (Strangers on Train, 1950) konusuna çok benzer bir Yaşlı Adam hikayesi bulunur.
Türün en popüler dedektif karakteri olan Rex Stout’un Nero Wolfe’u gibi kibirli tavırlara sahip Yaşlı Adam’ı tam olarak koltuk dedektifi olarak tanımlamak biraz güç, zira kendisi daimi mekanı çay salonunda bulunmadığı zamanlarda mahkeme salonlarının en ön koltuğunda oturup ilk elden davaları dinlemekle, fotoğraf veya belge toplamakla meşguldür. Orczy, hiçbir zaman Yaşlı Adam'ın ismini vermez, ancak "Percy Caddesi'ndeki Gizemli Ölüm" adlı hikayede, muhtemelen teyzesini öldüren, dahi katil Bill Owen olduğuna işaret eder.
Bir Zorro/Batman Karışımı Kahraman: Scarlet Pimpernel
İlk olarak 1905 yılında basılan The Scarlet Pimpernel, Orczy'nin en ünlü ve popüler eseri olur. Roman önceleri yayıncılar tarafından reddedilince, Barones ve kocası oturup, eseri küçük bir tiyatro oyunu olarak yeniden düzenlerler. Nottingham Kraliyet Tiyatrosu'ndaki ilk gösterim, hem ticari hem de eleştirel açıdan pek parlak olmayan sonuçlar alır. Bununla birlikte, iki yıl sonra aktör ve tiyatro yöneticisi Fred Terry son sahneyi değiştirerek yeniden yazar ve Londra'da sahnelenen oyun muhteşem bir etki bırakır. Eser öylesine başarılı olur ve Scarlet Pimpernel karakteri öylesine sevilir ki, Barones Orczy’e ömür boyu finansal garanti sağlar. Kitap, yirminci yüzyıl boyunca popüler olmayı sürdürür ve birçok vesileyle film, sahne ve televizyon için uyarlanır. En ünlü ve iyi kabul edilen uyarlamalardan biri, Rüzgar Gibi Geçti’den de hatırlanacak Leslie Howard'ın oynadığı ve Harold Young'un yönettiği The Scarlet Pimpernel adlı 1934 filmidir. Televizyon uyarlamaları arasında, Richard E Grant ve Elizabeth McGovern'ın rol aldığı 1999-2000 BBC yapımı göze çarpar.
1792 yılında geçen Scarlet Pimpernel, arka planda Fransız Devrimi’nin anlatılmasına rağmen, cesur ve gözüpek bir İngiliz kahramanın romanıdır. Sir Percy Blakeney adında bir İngiliz soyluyla evli olan, güzel Fransız aktrist Marguerite St Just kocasının yüzeysel yaşam tarzından sıkılmış, ona karşı yabancılaşmıştır. Öte yandan genç kadın, Fransız aristokratlarının devrimden kaçmasını sağlayıp, hayatlarını kurtardığını duyduğu esrarengiz Scarlet Pimpernel’e karşı büyük hayranlık beslemektedir. Her gün yeni bir macerasını duyduğu kahramandan büyülenmesine rağmen, mecburiyetten İngiltere’deki Fransız Büyükelçisinin adamı yakalama planlarında yer almayı kabul etmek zorunda kalır. Roman, sık sık heyecan ve gergin anlar yaşatıp, okuyucuyu ters köşe yapacak şaşırtmacalarla doludur.
Şüphesiz yazarın aristokrat geçmişi, eserin muhafazakar doğasına katkıda bulunur. Orczy’nin kahramanını İngiliz olarak seçmesi, yalnızca kendi görüşlerini değil, İngilizce okuyucularının milliyetçi eğilimine olan inancını da vurgular. İngiliz casus romanının kökeni konusunda göze çarpan bir çalışmada bulunan David Stafford, değişen uluslararası ilişkiler karşısında bu romanların yükselişini temelde bir ulusal güvensizlik hissi olarak nitelendirir: "Bu romanlar tarafından sunulan dünya, tehlikeli ve hain bir karakterdir. Britanya diğer Avrupa güçlerinin gaddarlık, düşmanlık ya da topluluk bağlamına göre tek başına ya da toplu olarak hedefidir.”
Asil Bir Hanım Dedektif: Lady Molly of Scotland Yard
1910'da ortaya çıkan Leydi Molly, Tanrı'nın yeryüzünde yarattığı en güzel İngiliz kadınlarından biridir. Barones Orczy muhtemelen okuyucularından hiçbirinin, bir ceza soruşturmasında polise eşlik etmenin, gerçek bir İngiliz kadını bile olsa bir bayan için uygun bir iş olduğunu düşünmeyeceklerini biliyordu. Fakat nişanlısı haksız yere cinayetten hüküm giyerek hapse atılmış Leydi Molly’nin böylesine bir fedakarlığı yapmaktan başka bir çaresi yoktur. Söylemeye gerek yok, Scotland Yard polis memurlarının hemen hepsi Leydi’ye delicesine hayrandır ve ağzından çıkacak her cümleye emir gözüyle bakıyorlardır. Hizmetçisi Mary Granard, leydinin en büyük yardımcısıdır ve hikayeler de onun ağzından aktarılır.
Kont babası tarafından kibar ve görgülü olmayı, Fransız aktrist annesinden de oyunculuk yeteneğini alan genç leydi, her türlü ortama ayak uydurmakta ustadır. Kıvrak zekasının da yardımıyla, sevdiği adamın suçsuzluğunu ortaya çıkarınca artık dedektiflik yapmasına gerek kalmaz ve işi bırakır. Böylelikle bu olağanüstü varlık; güzel, asil, zeki ve kibirli Leydi Molly baştan beri olması gerektiği gibi evinin hanımı olur ve zamanın okuyucuları da rahat bir nefes alırlar.
Barones Orczy’nin eserleri dilimize, yine eşsiz Akba Yayınevi tarafından kazandırılmıştır. Scarlet Pimpell maceraları olan Kırmızı Çiçek (çev. Bülent Teoman, 1963) ve İntikam Benimdir’in (çev. Muharrem Atlıkan, 1973) yanında muhtemelen duygusal bir macera romanı olan Kırık Ümitler çıkarılmıştır. Bu vesileyle, birçok önemli polisiye yazar ve eseri basan Akba’nın kurucusu İhsan Uras’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Kategori: Suç Edebiyatının Divaları