Bu yazı daha önce 221B Dergi Mayıs-Haziran 2019 tarihli Sayı 20'de yayınlanmıştır.
“Leavenworth Davası’nı okudum mu? Bir oturuşta bitirdim.”
Ünlü yayıncı George Putnam'ın sorusunu, Wilkie Collins böyle yanıtlar. 1883'te Amerikalı yayıncı, Collins'e adı duyulmamış bir yazarın ilk dedektif romanını yollar. 1878'de çıkan kitabın bir yıl sonra İngilizce basımı yayınlanmak üzeredir. Modern yayıncılıkta, ünlü bir yazara ilk romanın gönderilmesi, çok da rastlanılan bir şey değildir. Eseri beğenen ama bu acemi yazarı bir tehdit olarak görmeyen Collins zarif bir şekilde geri döner: “Çok dikkat çekici güçlü saptamaları ve hayal gücü ile ne yazdığına inancı tam olan bu yazara en içten hayranlığımı belirtmekten başka ilave edebileceğim bir şey yok. ” Putnam, bu sözlerle o kadar çok gurur duyar ki, on yıl sonra 1893'te The Critic'te kadın yazarları hor gören bir yazıya karşılık mektubun bir kısmını yayınlar.
Bahsi geçen yazar Anna Katharine Green adlı Amerikalı bir genç kızdır. Leavenworth Davası: Bir Avukatın Hikayesi (The Leavenworth Case: A Lawyer's Story) adlı romanı Amerika’da en çok satanlar arasındadır ve İngiltere basımı da birçok İngiliz hayran kazandıracaktır. Yıllar boyunca yüzbinlerce satış yapacak ve bu Green için kırk senede 37 kitapla yirminci yüzyıla uzanan bir kariyerin başlangıcı olacaktır. Uzun bir zaman Leavenworth Davası, hem ilk Amerikan dedektif romanı ve hem de ilk kez bir kadın tarafından yazılmış olarak tarihe geçti fakat sonraları yapılan araştırmalar her iki ünvanın da yanlış olduğunu gösterdi.
1866’da Metta Victoria Fuller, Ölü Mektup (The Dead Letter) ile bu payelerin ikisine birden erişmişti. Fakat Metta, Seeley Regester gibi cinsiyeti belirsiz bir takma adın arkasına gizlenmişti ve kitap başarılı olsa da, satışları Green’in gerçek gişe rekorları kıran romanıyla karşılaştıramayacak düzeyde kaldı. Akranı diğer kadın yazarlarla karşılaştırıldığında, Anna Katharine gerçekten şanslıydı, çünkü onlardan biraz daha genç ve iyi eğitimliydi. Suç kurgusunun kadın öncüllerinden Green, dedektif kurgusunu denemeye karar verdiğinde, zaman kısıtlamasının olmadığı, rahat bir ortam olan baba evinde yaşıyordu. Leavenworth Davası'nın anında yakaladığı başarı, hayal gücünü ekmek kazanma makinesine dönüştürmek zorunda kalmamasını sağladı. Bununla birlikte, en çok satılanlara giden yolda ilerlemekte yine de çok zorlandı.
Anna Catherine Green (ilk kitabı yayınlanmak üzere kabul edildiğinde göbek adının yazılışını değiştirdi) 1846 yılında New England’da doğdu. Babası James Wilson Green, ailesi nehrin karşısında New York, Brooklyn Heights'ta otururken, Manhattan mahkemelerinde müşterileri temsil eden bir avukattı. Anna, James ve eşi Katherine Anne Whitney Green'in dördüncü çocuklarıydı. Katherine, 1849'da beşinci çocuğunu doğurdu, fakat ne o ne de bebek hayatta kaldı. Bakması gereken dört çocuğu olan James Green, çocuk yetiştirme görevini, Anna Katharine’nin "anne-kız kardeşi" olarak adlandırdığı 16 yaşındaki büyük kızı Sarah'ya devretti. Küçük kız, Sarah ve daha sonra üvey annesi Grace Hollister Wilson sayesinde bir anne şefkati ve ilgisinden mahrum kalmadı.
Bir avukat olarak başarısına rağmen, James Green gezginci bir ruha sahipti ve ailesini sık sık değiştirdiği kiralık evlerden eve, hatta şehirlerden şehirlere taşıdı. En sonunda üvey kızının eğitimini ve yazıya ilgi duymasını teşvik eden, nazik bir kadın olan ikinci karısı Grace ile tanışıp evlendiği Buffalo, New York'ta karar kıldı.
Anna Katharine büyürken, ülkesinde iç savaş boy göstermeye başlamıştı fakat buna rağmen Amerika Birleşik Devletleri ekonomik ve coğrafi olarak genişliyordu. Orta sınıfa mensup bir avukat olan babası, geniş ailesine rahat bir yaşam olağanı sunmakta güçlük çekmiyordu. Green ailesi her zaman dindar Presbiteryenlerdi, uzun yıllar boyunca, Tom Amca'nın Kulübesi’nin yazarı Harriet Beecher Stowe'nin kardeşi olan Peder Henry Ward Beecher’in görev aldığı Brooklyn Plymouth Kilisesi'nde ibadet ediyorlardı.
İLK UŞAK
Ona tüm vakurluğuyla sessiz sedasız yürümeyi, kapalı kapılar ardından dinlemeyi kim öğretti?
Tam olarak emin olmamakla beraber Anna Katharine Green'den şüpheleniyoruz.
Muhtemelen kadın haklarının hararetli bir destekçisi olan Henry Ward Beecher'in güçlü öğretilerinin etkisi, ailenin Anna Katharine'i üniversiteye göndermek gibi zamanın şartlarına göre olağanüstü karar vermesine neden oldu. 1863'te Ripley Kadınlar Koleji’ne girdi. Burada Ralph Waldo Emerson ile tanıştı ve şair olmaya karar verdi. 1866'da mezun olduktan sonra, erkek kardeşlerinin eşleri ve çocuklarıyla daha da genişleyen baba evine döndü. Bir kaçış, geleneksel olarak evlilik yoluyla gerçekleştirebilirdi ama Green bunun yerine 12 yıl süren bir süreçte, kimliğini yazma yoluyla aradı.
Anna Katharine, 1868'de birkaç şiirini Emerson'a gönderdi, ancak yanıtı pek cesaretlendirici değildi. Genç kızın cesareti kırılmadı, ancak rotasını değiştirdi ve çeşitli türlerden denemelere girdi. Oyun yazmakla başlayıp sonraları suç kurgusu tarzına yöneldi. Aile geçmişinden yola çıkarak “Bir Avukat Hikayesi” adını verdiği romanını yazmaya başladı. Altı yıldan fazla bir süre boyunca defterleri doldurdu. Babasının kurguya asla onay vermeyeceğine inanarak, Leavenworth Davası tamamlanıncaya kadar çalışmalarını herkesten gizli tuttu. Sadece onu tanıyan ve cesaretlendiren üvey annesi Grace’in bundan haberi vardı. Sonunda yaklaşık 200.000 kelimelik bir el yazması ortaya çıktı. “Sadece bir yazar olarak kendime dikkat çekmek ve şiirlerimin satması için yazdım.” savıyla romanını babasına götürdü. James Wilson Green yıllarca çekilen korkunun boşa olduğunu gösterip, belki de kendi mesleği ile ilgili olduğu için biraz da gurur duyarak kızına büyük destek verdi.
Anna Katharine Green, el yazmasını büyük bir çantaya koyarak gri saçlı, yaşlı babasının eşliğinde, ofisine gelen 'parlak gözlü genç kadını' hatırlayan zamanın ünlü yayıncısı George Putnam'a gitti. Putnam, romanı iyi yapılandırılmış ve ustaca buldu, ancak daha belirgin hale getirmek için başlığa bazı eklemeler istedi ve bütünün üçte birinin kesilip çıkarılmasını istedi. Green, kız kardeşi Sarah'a, denediği ilk yayıncı tarafından kabul edilmesinin “büyük bir zafer” olduğunu yazdı. ‘Bu çok harika bir şey. Her on yazardan birinin başına ancak gelir.”
Green, romanını katilin, suçu ilk kez açıklaması ve bir kulak misafiri olduğu konuşulmasının yanlış anlaşılması gerektiği olmak üzere iki temel üzerine kurduğunu söyler. Bu unsurlara ek olarak ayrıntılı bir komplo yapısı inşa eder. Leavenworth Davası: Bir Avukatın Hikayesi, cinayet haberi alan avukat anlatıcı Raymond ile başlar. Firmasının müşterisi, zengin Bay Leavenworth, kilitli bir odada, kütüphanesinde öldürülmüştür. Soruşturma yürütülürken, öldürülen adamın mirasçıları olan iki yeğen, Eleanore ve Mary Leavenworth’un bir yasal danışmana ihtiyaçları doğar. Raymond, dramın içine çekilerek New York dedektifi Ebenezer Gryce'in gayrı resmi bir asistanı haline gelir. Gryce, sonraları Anna Katharine’nin 12 romanında ortaya çıkan bir seri kahraman olacaktır.
1884'te Green, kendisinden yedi yaş genç bir oyuncu olan Charles Rohlfs ile evlenir. Babası James, evlenmelerine ancak Leavenworth Davası’nın tiyatro oyunu versiyonunda da rol almış olan genç adamın aktörlüğü bırakması şartıyla izin verir. İki oğul ve bir kızları olan çift, Buffalo, New York'ta bir arsa alır ve Tudor tarzı bir konut tasarlarlar. Evlerini on sekizinci yüzyıl mobilyalarıyla döşemek istemelerine rağmen buna bütçeleri el vermez. Bunun üzerine Charles mobilya tasarımına yönelir. Anna, eşinden sonraları muazzam şöhret kazanacak bir tasarım, 'not defterini yerleştirmek için geniş, kıvrımlı bir sağ kolu' olan meşe bir yazı masası yapmasını ister. Anna Katharine’nin bu oymalı bir sandalyeye oturmuş olarak görülen pozu ünlü olur. Çalışmalarının namı hızla yayıldı, benzer parçaları isteyen arkadaşlardan diğer müşterilerlerle de genişleyen bir iş oldu. Rohlfs ilerleyen yıllarda, American Arts and Crafts hareketinin önemli bir sözcüsü üyesi olarak ayrı bir uluslararası üne kavuşacak, eserleri Buckingham Sarayı’nın mobilyaları arasında yer alacaktır.
Green’in uzun yaşamının sonu, hem kendisi hem de Rohlfs için trajikti. Bu yetenekli ve mutlu çiftin, çok uzun yaşamak gibi bir kaderleri oldu. Green, 1922'de 76 yaşındayken yazmayı tamamiyle bıraktı ve Rohlfs atölyesini yavaşlatarak on yılın sonunda kapattı. Sakin bir emeklilik yaşamayı planlayan çiftin oğulları havacılık gibi riskli bir mesleği seçerler. Her ikisinin de başından bir uçak kazası geçer, Roland hayatta kalırken birkaç yıl sonra diğer oğulları Sterling Rohlfs başka bir kazada ölür. İki yıl sonra da en büyük çocukları Rosamund’u kaybederler. Green’in yazı stili artık Amerika’da sıkı hafiyelerin cirit attığı alanda çok geri planda kalır, Büyük Buhran’da sanatsal mobilya talebi ise yok denecek kadar azalır. Böylece çift, üç evlatlarından ikisini ve mesleklerini destekleyen rahat ekonomik durumlarını kaybederler. Anna Katharine Green ellinci evlilik yıldönümünü kutladıktan yaklaşık beş buçuk ay sonra, 11 Nisan 1935'te Buffalo'da ölür, kocası Charles Rohlfs kendisini 14 ay sonra takip eder.
Anna Katharine’nin kitapları Fransa'da, hayranı olduğu Emile Gaboriau tarafından desteklenir ve uluslararası başarısı edebi saygınlık dünyasını Anna Katharine'ye açar. Sonunda, dünya çapında bir milyondan fazla kopya satar. Green’in romanları yaşamı boyunca sürekli talep görür; çalışmalarını seven Amerikan ve İngiliz devlet adamlarının arasında Woodrow Wilson ve Stanley Baldwin de bulunur. İlerleyen yıllarda okurlar tercihlerini daha basit bir stile sahip, çok daha kısa çalışmalardan yana kullanmalarına rağmen, eleştirmenler Green’i gizem kurgusunun gelişiminde önemli bir yerine koymaktan hiç vazgeçmezler. 1894 yılında, Anna Katharine, Sherlock Holmes'u ilk kez yedi yıl önce okurların karşısına çıkarmış olan arkadaşı Arthur Conan Doyle tarafından evinde ziyaret edilir. Klasik polisiyenin en önemli isimleri, John Dickson Carr ve Agatha Christie'nin romanlarında öncü karakterler tarafından Green’e atıflar yapılır. Leavenworth Davası’nın en iyi tanımlarından biri, onu genç bir kızken okuyan ve çok etkilenen Agatha Christie'den geliyor. 1963 basımı Saatler’de (The Clocks) roman şöyle onore edilir:
"Gerçek yaşamdan romanlara döndüm. Sol tarafımda duran kitapların hepsi çeşitli yazarların kaleme aldığı polisiye romanlar. Bu..." Koltuğun yanındaki masada duran bir kitabı eline aldı. "...sevgili Colin, Leavenworth Davası," diyerek kitabı bana uzattı.
"Bu çok eski bir roman," dedim. "Anımsadığım kadarıyla babam bu kitabı gençliğinde okuduğunu söylemişti. Uzun yıllar önce ben de okumuştum. Artık modası geçmiş bir roman."
Poirot, "Harika bir eser," dedi. "İnsan o devrin atmosferini soluyor. Melodramını algılıyor. O zengin tasvirler Eleanor'un gözkamaştırıcı güzelliği, ay parçası Mary'nin betimlenmesi olağanüstü."
"Bu romanı tekrar okumam gerekiyor. Güzel kızlar bölümünü unutmuşum," dedim."Bir de oda hizmetçisi, Hannah vardı. Öylesine canlı bir tip ki. Ve katil de müthiş biri. Mükemmel bir psikoloji çalışması."
Howard Haycraft The Leavenworth Davasını "dedektif hikayesi temel taşlarından" biri olarak listeler ve Ellery Queen bu görüşe katılmakla birlikte, tarihsel bir değerden feragat edildiği takdirde romanın okunmasına gerek olmadığını öne sürer. Haycraft'tan otuz yıl sonra, Julian Symons, Bloody Murder adlı kült incelemesinde Anna Katharine Green’e bir paragraf ayırır ve Leavenworth Davasını “acı çeken duygusal bir hikaye” olarak tanımlar. Symons romanın polis prosedürlerinin genel olarak kavranmasını sağlayacak kadar gerçekçi olduğunu kabul eder fakat kendisine göre kitabın bu kadar çok satması bir kadın tarafından yazıldığı için merak edilmesi, zaten o dönemde çok da dedektif romanları olmadığı için bir nevi Koyun/Abdurrahman Çelebi durumu yüzündendir.
1927'de Willard Huntington Wright veya klasik polisiye okurlarının aşina olduğu ismiyle S.S. van Dine , Leavenworth Davası'nın başarısının dedektif kurgusunda yaptığı herhangi bir yenilikten ziyade, bu türün daha geniş bir okur kitlesine getirmesinde yattığını savunur.
Muhtemelen Leavenworth Davası'nın elde ettiği en büyük tesirlerden biri de Yale Üniversitesi Hukuk Bölümü’nde ikinci derecede kanıtların önemini göstermek için bir ders kitabı olarak kullanılmasıydı. Kitap yayınlandıktan hemen sonra eserin bir kadın tarafından yazıldığına inanmayanlar, konuyu Pennsylvania Yasama Meclisi’ne taşıyıp tartışırlar. Anna Katharine ile tanışan ve onlara yazar olduğunu garanti eden bir New York’lu avukata verdikleri yanıt, muhafazakar politikacıların görüşlerini değiştirmeyeceklerini belli ediyordur. “O zaman mutlaka kendisine yardımcı edecek bir adam olmalı.” Bu tutum bile aslında genç kızın ne kadar ikna edici bir şekilde suç ve yasal prosedürü işlediğini gösterir.
Leavenworth Davası’nda Green, kilitli oda gizemi, balistik kanıtlar ve seri dedektif dahil olmak üzere önceden var olan çeşitli suç özelliklerini yeni bir izleyici kitlesi için yeniden keşfeder ve popüler hale getirir. Ayrıca, kütüphanede bulunan ceset, uşak (ama katil değil) ve yeniden inşa edilmesi gereken yırtık ama önemli bir mektup parçasının çoğaltılması gibi yeniliklere katkıda bulunur. Green, böylelikle kırk yıl sonra Agatha Christie ve diğerlerinin daha rafine ederek kullanacağı bir formül oluşturur.
New York polis teşkilatı için çalışan bir dedektif olan Ebenezer Gryce, orta sınıfa mensup sıradan biridir. Kariyerinin sonuna doğru, seksenli yaşlarına gelmiştir. Gryce’in yöntemleri, silikliği yüzünden kendisini küçümseyen şüpheli kişilerden gerekli bilgileri elde etmek için kullanılan sürpriz taktiklerlerden oluşur. Gryce, daha yüksek bir sosyal statüye sahip kişilerle başa çıkmada pek rahat hissetmez, aynı zamanda çekici kadınlarla yüzleşmek onun için garip ve acı vericidir. Nadiren insanların gözlerinin içine bakar.
Bir diğer önemli karakter Caleb Sweetwater, Gryce ile birlikte bazı romanlarda önemli ve zorlayıcı işlevler üstlenen genç bir adamdır. Çıkıntılı burnu ve geri çekilen çenesinin verdiği çirkinlik izlenimini, esasen hazır gülüşü ve neşeli, mütevazı tavrıyla telafi eder.
Green, ilk kadın kahramanı Amelia Butterworth'u bir romandaki ana karakter olarak sunarken, diğer yarattığı tipleme Violet Strange için kısa öykü formunu kullanır. Hem Amelia, hem de Violet, algılamada yetenekli fakat New York seçkinlerine özgü muhafazakar, etkili figürlerdir. Gramercy Park'tan, bir suç romanı ana karakteri olarak kariyer yapan ilk kadın özelliğini taşıyan Amelia Butterworth, koşulların bir cinayete Gryce'ye yardım etmesine yol açtığı That Affair Next Door’da (1897) belirir. Meraklı ve tamamen kendine güvenen, yaşlı ve bekar bir kadın olan Amelia, Gryce’ın peşinde olduğu vakalarda oldukça etkili olan gayrı resmi bir rol oynar. Agatha Christie'nin Bayan Marple'ına ilham kaynağı olan Amelia Butterworth, zarif görgü kuralları ve dikkat çekici içgörülere sahiptir. Bir hikaye koleksiyonunda kendi kendine ortaya çıkan Violet Strange ise, oldukça farklıdır. Son derece uçarı ve aklı bir karış havada görünüşüne karşın vaka çözümlerinde ustadır.
Poe'nin mirasını uzun vadede ustalaştıracak, Victoria romantizminin ucuz sansasyonalizmini ortadan kaldıracak ve uluslararası ilk başarılı dedektif romanı yazan Amerikalı kadın yazar Anna Katharine Green, dedektif kurgusu tarihinde, dedektif romanın gerçekçi bir sanat biçimi olarak pekiştirilmesi ve dedektif kahramanın gelişimi alanlarında önemli bir yere sahiptir.
Not: Telif hakları ortadan kalkan Anna Katharine Green’in eserlerinden birkaçı Türkçe’ye çevrilmekle beraber, kitaplarının bölünerek basılması kafa karışıklığı yaratıyor. Örneğin Leavenworth Case’in ilk yarısı Psikopat, ikincisi de Labirent adıyla basıldı. Anlaşılan yayınevleri romanlardaki gizemleri naif bulup, bir de biz okuyucuların kafasını bulandıralım demiş olacaklar ki, aynı şekilde The Circular Study, “Saplantı” diye fakat bir başka kitabı da içererek çıktı. Fakat muamma ne kadar büyük olsa da yıllarca ne cinayetlere tanıklık etmiş, nice katilleri anında keşfetmiş biz polisiye okurları için çözüme ulaşmak, yani kitapların orijinal isimlerini bulmak zor olmayacaktır.
Kategori: Suç Edebiyatının Divaları