menu

Psikanaliz ve Dedektif Hikayeleri

Yazan: Tülay Güneş Kılıç
Yayın Tarihi: April 04, 2020 18:26

Bu yazı daha önce 221B Dergi Kasım-Aralık 2016 tarihli Sayı 6'da yayınlanmıştır.

Psikanaliz kuramı çalkantılı bir dönem olan 20. yüzyılın hemen başlarında, Freud tarafından ortaya atıldığından beri çeşitli itiraz, saldırı ve alaylara maruz kalmasına rağmen özellikle ABD ve İngiltere'de edebiyat, televizyon, sinema ve tiyatro oyunlarında sıklıkla işlenerek popüler kültürün bir parçası haline gelir.

Bir hayli farklı türü bulunan polisiye edebiyatı çoğu zaman, işlenen bir suç, bu suçu çözmek için gereken ipuçları ve ekseriyetle bir dedektif veya benzeri bir karakter tarafından hikayenin sonunda ifşa edilen çözümden oluşur. Bu suç genelde soygun, hırsızlık, rüşvet, zimmete para geçirme, adam kaçırma veya şantaj gibi yasadışı işler olsa da, birçok hikayenin ana konusu cinayettir. İpuçları dedektifin çözüme ulaşması için ortaya çıkan haber kupürleri, tanık ifadeleri veya ayak izleri gibi hayati bilgilerden oluşur. Fakat camı kırılıp, akreple yelkovanı tam cinayet anında durmuş süsü verilen maktulün bileğindeki saat gibi bazı ipuçları aynı zamanda dağınıktır ve genellikle dedektifi (dolayısıyla okuyucuyu) yanıltmaya yöneliktir. Dedektifin vazifesi bu karmaşık ipuçlarından doğru olanları ayıklamak ve sonrasında da suçla pek ilgisi olmayanları eleyerek gerçekte ne olduğunu ve kimin yaptığını bulmaktır.

Freud, psikanalizi basitçe, "Hasta ve analist arasında geçen karşılıklı konuşmalardan ibaret, nevrotik semptomları tedavi etme amacını taşıyan tıbbi bir prosedür." olarak açıklar. Kendi kendine psikanalizde ise hem analist, hem de hasta (analizan) aynı kişidir. Analist semptomların neden kaynaklandığını keşfeder ve hastanın bunun farkında olmasını sağlarsa terapi başarıya ulaşır. Slavoj Zizek psikanaliz süreci içinde analistin konumu belirlemek için, "Analist, bir yandan, ilk bakışta insan ruhunun en karanlık ve akıldışı katmanlarına ait gibi görünen fenomenleri akılcı temellerine indirgemeye çalışan biri olarak görülür; öte yandan, yine romantik kâhinin mirasçısı olarak, bilimsel doğrulamaya açık olmayan 'gizli anlamlar' üreten bir karanlık işaretler yorumcusu olarak görülür." der. Bir psikanaliz seansında hasta o an aklına ne gelirse, dürüstçe, hiçbir şekilde oto-sansür uygulamadan, serbest çağrışım yoluyla dile getirir. Tedavinin başarısı analistin konuşulanlardan şikayetlerinin nedenini ile ilgili olanları belirleyebilmesi ve hastanın belleğinde gömülü hayaller, umutlar, düşler ve fantazilerin ortaya çıkarabilmesinde yatar. Analist bunları yorumlamak ve gizli içeriğe ulaşmak durumundadır.

Psikanaliz ve dedektif hikayeleri arasında birçok benzerlik bulunur. Teorik olarak, psikanalizde var olan her şey dedektif hikayelerine de uygulanabilir. Psikanaliz ve suç kurgusu arasındaki ilişki tema, şablon, araç ve amaçlar açısından birbirine ilintilidir. Her ikisinin temelinde de çatışmayı soruşturma ve olayı kapatma amacı yatar. Psikanalist de aynen bir dedektif gibi sembolleri, ipuçlarını araştırıp olayın nedenlerini bulmak, bir şekilde sorunun kaynağına inmek ve çözüme ulaşmayı hedefler. Polisiyelerde gizem, suçun işlenmesinden kaynaklanır, "Nasıl oldu?" ve "Kim yaptı?" gibi sorulara hikayenin sonunda yanıt verilir. Benzer şekilde, psikanalizde nevrotik semptomlar gizemi oluşturur ve genellikle tedavinin (eğer başarılı olmuşsa) sonuna kadar hastanın neden bu belirtileri geliştirdiği açıklanmaz. Tıpkı polisiyelerde dedektifin dikkatini dağıtmak için saçılan yanıltıcı ipuçları gibi, serbest çağrışım transferinde şifreli rüyalar ve kriptolu hayaller ile verilen "ipuçları" da her zaman semptomlar ile alakalı olmayabilir. Ayrıca hasta kasıtlı olarak yalan söyleyebilir veya bilinçsizce direniş göstererek aklına ilk geleni değil, doğru olduğunu düşündüğünü anlatarak durumu bulanıklaştırabilir. Bu da polisiye okurlarının 'kırmızı ringa' (red herring) dedikleri sahte ipuçları ile paralellik gösterir.

 Psikanaliz, ruhsal hastalıkların biyolojik kökenli olduğu ve ilaçlarla tedavi etmek gerektiği görüşünün yaygınlaşmasıyla başlardaki popülaritesini yitirmesine rağmen, gerçek ve kurgu, her iki kriminal dünya ile daima yakın ilişki içerisinde oldu. Freud psikanalizin suçun çözülmesinde büyük yararlar sağlayacağını savunur: "Hukuk ve psikanaliz, her ikisi de bir sırla, gizlenmiş bir şeyle ilgilenir. Bu sır kriminal dünyada dış dünyadan saklanırken, histerik bir insan bu sırrı kendinden bile gizler." der. Freud'a göre psikanaliz, polisiye edebiyatına da bol miktarda katkıda bulunabilirdi, artık olanları anlatıp, kitabın sonunda katili bulmanın yeterli olmadığını fark eden kurgu dünyası da Freud'a boş değildir. Okuyucu sadece konuyu değil, neden ve niyetleri de anlamak ister. Diğer taraftan psikanaliz bilinçaltı kavramıyla görünenin altında yatan daha derin güdüleri tartışmaya açar. Evet, katil cinayeti işlemiştir ama acaba bunu özgür iradesiyle mi yapmıştır, yoksa zihni asıl isteği ve niyetinin dışında mı hareket etmiştir? Freud suçluların suç işlerken suçluluk duymadıklarını aksine suçluluk duydukları için suç işlediklerini söyler.

Freudyen Sherlock, Sherlockian Freud

Freud, dedektif hikayelerine tutkundu ve özellikle Sherlock Holmes'ü mantıksal çıkarımların prototipi olarak görürdü. Bir psikanalist olan Anna Freud, tıpkı babası gibi polisiye romanlara, özellikle Dorothy L. Sayers'a düşkündü, birlikte kaldıkları Londra'daki evde büyük bir polisiye edebiyatı külliyati bulunuyordu. Anna, babasının yarım kalan kitabının, Musa'nın aslında Yahudiler tarafından öldürülen bir Mısırlı olduğu, ama bunun kutsal kitaplar tarafından değiştirilerek cinayetin örtbas edilmesini işleyen bir tarihi roman olduğunu belirtir.

Freud ile Holmes arasında toplumda kazandıkları efsanevi ünleri ve adeta bir mit olmalarının dışında birçok ortak yön bulunur. Her ikisi de müthiş gözlem güçleri ve farklı bakış açıları sayesinde yakaladıkları ufak ayrıntılardan davalarını çözerler. Sherlock Holmes'ün mantıksal çıkarım yöntemiyle çok ince ve küçük detaylardan yakaladığı ipuçları, Freud'un analitik metod kullanarak hastanın bilinçaltı ve düşlerinden, dil sürçmelerinden yakalaması ile eşdeğerdir. Ele aldıkları davaların isimleri de birbirine çok benzer. Sherlock Holmes'ün "Çarpık Adam" ve "Bir Kimlik Davası"na karşın, Freud'un "Kurt Adam" ve " Anna O. Davası" gibi.

Bir diğer paylaştıkları özellik kokain kullanmalarıdır. Freud kokainin tıp dünyasında anestezik, antidepresan, kas gücünü artıran her derde deva bir ilaç olarak kullanılabileceğini iddia ederek, deneyimlerini Über Coca'da (1884) yayınlar. Keza edebi ajanı Arthur Conan Doyle'un da bir kokain kullanıcısı olduğu Sherlock da "enerji verip, zihin açtığını” söyleyerek aynı şeyi Dr. Watson'a tavsiye eder. Seçkin bir farmakolog olan Walter Modell’e göre, “Güçlü kişiliğe sahip Sigmund Freud ve Sherlock Holmes gibi insanlar kokain alışkanlığını kontrol etmekte bir problem yaşamayacaklardır."

Holmes bir adamın başparmağındaki nasır veya dizkapakları çıkmış bir pantolon gibi dış özelliklere dikkat ederken, Freud düşünceler, rüyalar, hayaller gibi iç gerçekliğe yönelir. Örneğin Kızıl Dosya'da (A Study in Scarlet, 1887) cinayet işlenen odanın duvarında maktülün kanından yazılmış Rache kelimesi bulunur. Polise göre olay aşikardır, maktül ölmeden hemen önce katilinin ismini yazarak büyük bir ipucu bırakmıştır. Holmes ise olaya çok daha farklı bir açıdan yaklaşır, Almanca'da intikam anlamına gelen Rache'nin polisleri yanlış yönlendirmek için katil tarafından yanıltma niyetiyle yazıldığını düşünür. Fakat diyelim, soruşturmaya Freud da dahil olsaydı, muhtemelen bambaşka bir teorisi olurdu. Katilin çok rahat uzaklaşıp izini kaybettirebilecekken niye zaman kaybedip duvara bir şeyler yazmak gereğini duyduğunu sorgular. Böylelikle katil hem yakalanmamayı riske atmış hem de cinayetin nedenini belli etmiştir. Acaba katil bu ipucunu bırakarak cinayet işleyenin kendisi olduğunun bilinmesini, bir nevi eseriyle tanınmayı mı arzuluyordu? Veya belki de cezalandırılması gerektiği hissettiği için bilinçaltında yakalanmak isteği yatıyordu. Tıpkı cinayet yerine geri dönen katil yahut polise mektup, resim, herhangi bir bilgi ulaştırarak kendini tehlikeye atan veya kazara kimliğini düşüren suçlular gibi. Sherlock mu haklı, Yoksa Freud mu? Bir püro her zaman püro mudur? Bazen evet. Holmes'ün de sık sık söylediği gibi, 'Mesele basit, azizim.'

Dedektif romanlarında Freud'un adı sıklıkla geçer, bazen de bizzat ana karakterlerden birine dönüşür. Akla ilk gelenlerden biri, film uyarlaması da çok başarılı olan, Nicholas Meyer'in 1974 yılında çıkan kült romanı, The Seven-Per-Cent Solution'da (Yüzde Yedilik Solüsyon) Dr. Watson, Freud için 'Şimdiye kadar gelmiş geçmiş en büyük dedektif' tabirini kullanır. Watson, dostunu iyice artmış kokain bağımlılığından kurtarmak için Viyanalı genç doktora başvurur. Sherlock'un paranoyası da gemiyi azıya almış, artık zaptedilmez haldedir, öyle ki sıradan bir matematik öğretmeni olan Profesör Moriarty'nin kendisine düşman olduğunu ve büyük kötülükler tasarladığını şiddetle iddia etmektedir. Kardeşi Mycroft Holmes, kadim dostu Dr. Watson ve Sigmund Freud el ele verip, Sherlock'u kurtarmaya çalışırlar. Yapılan psikanaliz seansları ve hipnoz esnasında birçok şey açıklığa kavuşur, nitekim Freud haklı çıkar; yine her şey çocuklukta geçirilen büyük bir travmaya bağlanır.

Freud'un esas kahramanlardan biri olduğu nice polisiye romanlardan öne çıkanlardan biri de, Jed Rubenfeld'in, Bir Cinayetin Psikanalizi: 'Bir Sigmund Freud Romanı'dır (Koridor Yayıncılık, 2005) Rubenfeld gerçek kişileri ve olayları, tarihi bir atmosfer altında bir gerilim kurgusu ile iç içe geçirerek yazar. Yirminci yüzyılın başlarında, Dr. Freud kitaplarının İngilizce çevirisi ve bir konferans için New York'a gelir, yolculuğunda Dr. Jung ona eşlik etmektedir. Onları bekleyen yalnızca akademisyenler ve edebiyatçılar değildir; işin içine vahşice işlenmiş tuhaf cinayetler de girince, polis dedektifleri ve psikanalistler her iki koldan vakayı çözmeye çalışırlar.

 

Çıplak Ampul Altında Şifa: Bir Terapist Olarak Dedektif

Dedektif hikayelerinde psikanaliz haricinde diğer psikoterapi yöntemleri de yer verilir. İlk bakışta dedektifler ve terapistlerin düşünce, çalışma şekil ve koşulları arasında pek ortak nokta görünmez, her şeyden önce müşterileri farklıdır. Fakat bu ne derece doğrudur? Yetmişli yılların çok sevilen polisiye dizi kahramanlarından Malloy ve Reed'in aile içi basit tartışmalardan oluşan davaları düşünüldüğünde çok rahat evlilik danışmanları olarak görev yapabilecekleri görülür. Profesör Moriarty belki de psikolojik yardım isteyen bir sosyopattı veya Lew Archer, aile içi işlenen Oedipal kökenli cinayetlerde uzmanlamış bir psikanalist olabilirdi. Ya düz bir sesle, 'Sadece hakikati söyleyin' diye ısrar eden vazifeşinas Çavuş Friday'e ne demeli? Hiç yorum katmadan dinleyip bir ayna misali karşısındakinin düşüncelerini geri yansıtmasını eğer görseydi Carl Rogers'ı epey memnun edebilirdi.

Aşağıdaki tabloda popüler birkac dedektif ve kullandıkları metodlarla örtüşen terapiler yer alıyor. Birinci sütunda modus operandi, yani çalışma yöntemleri, ikincisinde trençkotlular ve üçüncü sütunda da beyaz önlüklü (veya 3 parçalı takım elbiseli) adamlar yer alıyor.

I

yöntem

II

dedektif

III

terapi

yansıtarak dinlemek

Çavuş Friday (Dragnet)

Rogerian

kaba kuvvete başvurmak

Kirli Harry
Sam Spade

Rolfing
Seks Terapisi

dobraca konuşmak, haddini bildirmek; hatta aşağılamak

Kojak

est

gözleme dayalı akıl yürütmek

Sherlock Holmes

Akılcı Duygusal Terapi

sezgisel; altıncı hissi kullanarak iç gerçeklikle temasa geçmek

Charlie Chan

 

Transandantal Meditasyon

 

sorunu çözmek icin çalışma grubu olusturmak

Komiser Columbo

Duyarlılık Eğitimi

görünenin gerçegi yansıtmadığını, insanın esasta kötü oldugunu varsaymak

Philip Marlowe

Sam Spade

Psikanaliz

 

paternlere bakmak

Sef Ironside
Perry Mason

Gestalt

her şey yerli yerine oturacak şekilde bir rutin oluşturmak; aciliyet yönetimi

Malloy & Reed (Adam-12)

Edimsel Koşullanma

gerçeği aramak; doğru ve yanlışı ayırmak; ahlaki yönelim

Dick Tracy

Gerçeklik Terapisi

 

Takdir edersiniz ki, psikanalize başvuran yalnızca centilmenler değildir. Gelin, eskilerden bir dostun terapi notlarına şöyle bir göz atalım.

İlk izlenim:
Son derece keskin zekalı yaşlı bir kadın. Gerçek yaşını tahmin etmek zor ama kabarık beyaz saçları, Çin porseleni mavisi gözleri ve buruşuk pembe yanaklarına bakarak doksanlı yıllarının başında olduğu söylenebilir.

Olağandışı davranışlar:
Hasta seans boyunca örgü örmekte ısrar ediyor. Tuhaftır ki, her ne kadar kucağında hep aynı puf yumuşacık yünler varmış gibi görünse de, biraz daha dikkatli baktığımda her seferinde değişik ve yeni bir örgü ile karşılaşıyorum.

Tedavi planı:
Problemi kısa vadede ortaya çıkarmaya yönelik bir terapi. Bkz. Seçilmiş bazı notlar.

…. …. …

"… İşte böyle, birçok insan Bayan Poole'u ziyaret etmekten hoşlanıyordu."
"Peki ama Jane, sen bu konuda ne hissediyorsun?"
"Ben de onu söylemek üzereydim zaten. Bayan Poole, marangozun karısı yani, sıkı dillidir. İnsanlar uzak köylerden bile onunla konuşmak için geliyorlar ve her defasında içlerini döküp, rahatlayarak gidiyorlar. Üstelik iyi çay servisi de yapar, fakat ben kendisine açılamam elbette. Hem aynı köyde yaşıyoruz, hem de bu pek uygun kaçmaz."
"Anlıyorum. Başkaları dertlerini kolaylıkla anlatırken sen bunu yapamayacağını hissediyorsun."
"Evet, çok doğru. Aynı civardanız, söylemiştim. Mesela papazın karısının yeğeninin arkadaşı da Bayan Poole'a gidenler arasında."
"Kişisel bilgilerinin yakın çevrende duyulmasından mı endişeleniyorsun?"
Miss Marple örmeyi yavaşlatırken başını salladı.
"Şimdi söyleyeceklerimi kimsenin bilmesini istemiyorum. Bu… bu... ee, aramızda kalacak, değil mi?"
"Evet. Ne anlatmak istiyordun?"
Yaşlı kadın kısa bir sessizlikten sonra devam etti.
"Şöyle ki, her ne kadar resmi olmasa da, cinayetleri çözmek üzerine bir kariyerim var."
"Bu konuda ne hissediyorsun Jane?"
"Hımm, cinayet ciddi bir iştir, şakaya gelmez. İşin hoşa gidecek bir tarafı yok, biliyorum ama bana zevkli geliyor. Yok, cinayetler değil tabii. Yani ölüm çok korkunç bir şey, insanlar bazen çok zalim olabiliyor. Fakat ben katilin kim olduğunu bularak bir nevi bulmaca çözmeyi seviyorum. Hem böylelikle insanlara yardımcı da olabiliyorum, mesela son vakam Uyuyan Ölüm'de zavallı Gwenda'ya yardım ettiğim gibi."
"Gwenda'ya yardımcı olmak seni memnun mu etti?"
"Evet, fakat ben olağandışı bir şey yapmadım. Cinayetleri çözme konusunda kesinlikle çok hünerliyim diyebilirim."
"Bu yeteceğinden memnun musun peki?"
"Evet, evet elbette. Mesela yeğenim Raymond da, hani yazar olan, hep bu konuda övünür. Lakin... Yok, yok, eminim benimle gurur duyuyordur. Arkadaşlarına da hep benden bahseder."
"Lakin ne? Cümleni bitirir misin?"
"Eh, yeğenim benimle gurur duyuyor ve bunu her fırsatta dile getirir ama bazen işi dalgaya vurduğu da olur. Yani, 'Ah, şu benim egzantrik halam Jane! Biraz kaçıktır ama cinayetleri çözme konusunda üstüne yoktur.' gibi."
"Anlıyorum, yeğeninin seni gerektiği kadar takdir etmediğini mi düşünüyorsun?"
"Ah, Tanrı aşkına! Yalnızca yeğenim mi? Polisler işlerine burnumu soktuğumu düşünüp, arkamdan gülerlerken kör ve sağır olduğumu mu sanıyorsunuz? Ya da St. Mary Mead'de geçen benzer bir olaydan bahsettiğimde bana bakışları? Ama insan her yerde aynıdır ve ben bu sayede birçok ipucu yakalamayı başardım."
"Çok kızgın görünüyorsun?"
"Kızgın? Yok, daha çok kaygılıyım diyebilirim."
"Haydi, şu kaygılı olman konusunda duralım biraz. Başka hiçbir şey düşünmeyip, hislerine bırak kendini."
Miss Marple koltuğa yaslandı.
"Gözlerini kapat ve kendine usulca şunu sor. 'Neden bu kadar endişeliyim?' Hemen yanıtlama, bırak duyguların konuştursun seni."
Miss Marple bir süre sessiz kaldı.
"Sanırım ben biraz kıskanıyorum."
Doğrularak tekrar örgüsünü eline aldı.
"Kıskanmak?"
"Evet, doğru kıskanıyorum. Kıskançlık biliyorsunuz güçlü bir histir, çoğu zaman cinayetlerin sebebidir."
"Kimi kıskanıyorsun Jane?"
Miss Marple bir an donakaldı.
"Ah, gördünüz mü ilmek kaçırdım."
Bir süre kendini örgüsüyle oyaladı.
"Üzgün görünüyorsun Jane?"

"Oh, aslında bu çok aptalca. her şeyden önce Agatha'nın en çok beni sevdiğini biliyorum. Hemen her röportajında, hatta otobiyografisinde bile bundan bahsetti. Ayrıca Poirot'dan çok sıkıldığını da defalarca söyledi."
"Poirot'yu mu kıskanıyorsun? Hercule'ü?"
Miss Marple'ın zaten pembe olan yanakları bir kat daha kızardı.
"Hatta Agatha, keşke Poirot'yu öldürmüş olsaydım diye itiraf bile etti ama halk buna izin vermezdi. Oh, Aman Tanrım, neler söylüyorum? Lütfen beni bağışlayın, ben… ben bunu demek istememiştim."
"Hislerin için özür dilememelisin Jane. Duygular kimseyi öldürmez ama tatsız hisler bunlar, biraz daha açmaya çalış."
Miss Marple örgüsünü bırakarak, çantasından mendilini çıkardı ve gözyaşlarını sildi.
.... .....

Terapi notları devam ediyor ama doktor-hasta mahremiyetine daha fazla girmemek için burada kesmeyi uygun görüyoruz.

 

Alıntı Yapılan Kaynaklar:

Amy Yang. Psychoanalysis and Detective Fiction: A tale of Freud and criminal storytelling. Perspectives in Biology and Medicine autumn 2010 •volume 53, number 4

Dick Riley & Pam McAllister. The Bedside, Bathtub & Armchair Companion to Agatha Christie. Continuum, 1979.

Michael Shepherd. Sherlock Holmes and the case of Dr. Freud. New York: Tavistock, 1985.

Rob Whaley & George A. Antenelli. Healing Under the Bare Bulb: The Detective as Therapist. Clues: A Journal of Detection Fall/Winter 1981.

Slavoj Zizek. "Yamuk Bakmak: Popüler Kültürden Jacques Lacan'a Giriş." Metis Yayınları, 2004.

Wenjia You. "When Sherlock Holmes and Freud Meet: Psychoanalysis and the Mystery Story". The Psychological Study of the Arts, September 7, 1998.

 

Kategori: Makaleler

Yorum yaz
mode_edit